BÎR LYONLU : Lyonlu kardeşler dertlerini yüreklerinizde dile getirmek için gönderdiler bizi. Ronsin’i giyotine götüren arabanın, özgürlüğün ölümü arabası olup olmadığını kesinlikle bilmiyorsak da, Chalier’nin katillerinin sanki içine girecek mezarları yokmuş gibi bu topraklarda hâlâ sapasağlam gezindiklerini biliyoruz. Unutmayın ki, Lyon, Fransa toprakları üzerinde bir lekedir ve bu leke hayınların kemikleriyle örtülmelidir! Unutmayın ki, bu kral orospusu kent, günahlarını ancak Rhone’un sularında arıtabilir! Unutmayın ki, bu devrim fırtınası, Pitt’in gemilerini Akdeniz’de aristokratların cesetleri üzerine atacaktır! Acıma göstermeniz, devrimi öldürüyor. Bir aristokrat soluk alıp veriyorsa, özgürlük can çekişiyor demektir. Korkak biri Cumhuriyet için ölür, ama bir Jakoben, Cumhuriyet için öldürür. Şunu bilin ki, 10 Ağustos’daki, Eylül’deki, 31 Mayıs’daki insanların ataklığını sizde göremeyecek olursak, o zaman bize de yurtsever Gaillard gibi, Cato’nun hançeri kalır.
BÎR JAKOBEN : Bizler Sokrates’in tasından sizlerle birlikte içeceğiz!
LEGENDRE (kürsüye fırlar ) : Gözlerimizi Lyon’a çevirmenin ne gereği var? İpekli giysiler giyip, faytonlarda tur atan, tiyatro localarına kurulup Akademi Sözlüğü’yle konuşanlar hâlâ sapasağlam ortada geziniyor. Çok da nüktedan, diyorlar ki: “Marat ile Charlier’yi önce iki kat azizlik katına yükseltip sonra büstlerini giyotinden geçirmeli.”
BİRKAÇ SES : Kendi ağızlarıyla idam fermanını yazmış bu herifler.
LEGENDRE : Dilerim hepsi o kutsal ölülerin kanında boğulur! Ben şimdi burda bulunan Kamu Esenlik Komitesi üyelerine soruyorum, kulaklarınız ne zamandan beri duymaz oldu?
COLLOT d’HERBOIS (Sözünü keserek.) : Ben de sana soruyorum, Legendre, kimin sesi bu gibi düşüncelerin dile gelmesine önayak olacak gücü kendinde taşıyor? Bakın, dinleyin! Sonuç, nedeni; yankı, sesi; tepki, etkiyi aşmaya başladı. Ama, Kamu Esenlik Komitesi hep mantıktan yana olmuştur, Legendre, için rahat etsin! Kutsal ölülerin büstlerine kimse el süremeyecektir. Onlara dokunan hayınları o büstler Medusa gibi taşa çevirecektir.
ROBESPIERRE : Söz istiyorum.
JAKOBEN’LER: Dinleyin, Doğru Adam’ı dinleyin!
ROBESPIERRE: Bizler söz almak için her yönden gelecek hoşnutsuzluk seslerini bekliyorduk zaten. Gözümüzü kırpmadık; düşmanın silahlanıp, ayaklanmakta olduğunu izliyorduk. Ne var ki, tehlike işaretini vermedik, halkı kendi uyanıklığına bıraktık; halk uyumadı, silaha sarıldı. Düşmanın yattığı pusudan çıkmasını, bize yaklaşmasını bekledik; düşman gün ışığına çıktı, apaçık ortada; gözünüze çarptığı an, o ölmüştür artık, hiçbir darbeden kaçamaz. Daha önce de söylemiştim: Cumhuriyet düşmanları iki kampa, iki cepheye bölündüler, İlkin, ayrı renkte bayraklar altında ve ayrı yollardan aynı hedefe doğru gitmekteydiler. Bu cephelerden biri yok artık. Bu cephe, yapmacık bir çılgınlık içinde, en denenmiş yurtseverleri boş bir çuval gibi bir yana atarak, Cumhuriyet’i onların güçlü kolları arasından çekip almayı tasarlıyordu. Kralların işine yarayacak bir kargaşalık yaratmak için tanrılığa ve mülkiyete karşı savaş açmış, önceden hazırlanmış aşırı hareketleri uygulamak üzere yüce bir devrim sahnesi oynamaya kalkmışlardı. Hebert’in zaferi, Cumhuriyet’i karanlığa götürecek olsaydı, despotizmin istekleri de yerine gelmiş olacaktı.Yasanın kılıcı hayınları buldu. Ama düşmanın umurunda değil bu. Aynı amaca ulaşmak için bir başka hamurdan yoğrulmuş suçlular sıra bekliyorsa, karşı cephe henüz yok edilmemişse, hiçbir şey yapmamış sayılırız. Bu cephe, bir öncekinin tam karşıtı bir cephe. Bizi güçsüz olmaya yöneltmek istiyor, parolası da "Acıyın!" Halkın silahını ve bu silaha yol gösteren gücü onun elinden almak, böylelikle de halkı çıplak ve güçsüz bir halde kralların önüne atmak istiyorlar. Cumhuriyet'in silahı dehşet, gücü ise erdemdir; erdemdir, çünkü onsuz dehşet, ölüme mahkûmdur; dehşet, çünkü onsuz erdem güçsüzdür. Dehşet, erdemin hareket halidir;kesin,katı,sarsılmaz bir adaletten başka bir şey değildir. Dehşet, despot bir hükümetin silahıdır diyorlar, hükümetimizi despotizmle eş tutuyorlar. Kuşkusuz bu böyle! Ama, bir özgürlük kahramanının elindeki kılıç, bir zorbanın uşağının taşıdığı kılıçtan ne kadar farklıysa. Despot, bir hayvan sürüsüne benzeyen uyrukları dehşet yoluyla varsın yönetsin, onun bir despot olarak buna hakkı vardır; siz de özgürlük düşmanlarını dehşet yoluyla ezin, Cumhuriyet'in kurucuları olarak buna en azından hakkınız var. Devrim hükümeti, zorbalığa karşı özgürlüğün despotizmidir. "Kralcılara acıyın!" diye bağırıyor bazı kimseler. Alçaklara acımak mı? Asla! Suçsuzlara, güçsüzlere, talihsizlere acımalı, insanlığa acımalı! Söz dinleyen yurttaşlar, toplum tarafından ancak korunmaya layıktırlar. Bir Cumhuriyette sadece cumhuriyetçiler yurttaştır, kralcılarla yabancılar düşmanlardır. İnsanlığı ayaklar altına alanları cezalandırmak insanlıktır, bağışlamaksa barbarlıktır. Ben, yanlış bir duyarlığın bütün görünüş biçimlerini, İngiltere' ye ve Avusturya'ya kapıları açma özlemi olarak görürüm. Halkın elinden silahı almakla kalmayıp gücünü ondan aldığı kutsal kaynakları ahlak düşüklüğü ile zehirlemek istiyenler var. Bu, özgürlüğe karşı yapılan en kurnazca, en tehlikeli, en alçakça saldırıdır. (Ancak en şeştanca bir Makyavelizm, yo hayır, söylemek bile istemiyorum, böyle bir tasarı bir insanın beyninde yer almış olamaz. Böyle şey istenmeden ortaya çıkmış olabilir; ama akıldan geçen şeyler sonucu değiştirmez, sonuç aynıdır, tehlike aynı tehlikedir!) Ahlak düşüklüğü aristokrasinin kan lekeleridir. Bir cumhuriyette sadece ahlaksal değil, siyasal suçlar da vardır. Ahlakı düşük kimse, özgürlüğün de düşmanıdır, özgürlük için ne kadar büyük hizmetlerde bulunuyor gibi görünüyorsa, özgürlük için o kadar tehlikelidir. En tehlikeli yurttaş, gösteriş için bir düzine kırmızı başlığı rahatça harcayandır. Bir zamanlar tavan aralarında yaşayıp da, şimdi faytonlarda gezerek, sabık markiz ve baroneslerle zevke dalanları bir düşünecek olursanız, beni çok daha iyi anlarsınız. Sabık saraylıların ahlak düşüklüğü ve tantana havası içinde milletvekillerinin geçit resmi yaptıklarını; devrimin bu marki ve prenslerinin zengin kadınlarla evlendiklerini; şölenler düzenleyip birlikte oyun oynadıklarını; uşaklar tutup pahalı giysiler giydiklerini görecek olursak, bu halk yağma mı ediliyor, yoksa kralların altın tutan elleri mi öpülüyor diye sormaya hakkımız vardır. Bunların ince duygulu, edebiyat, sanat meraklısı, ya da bu gibi havalar taslayan kimseler olduklarını işitirsek, şaşmayalım. Biraz önce biri Tacitus gibi konuştu, hem de küstahça; kendisine Sallust'un diliyle yanıt verebilir, Katilina'yı gülünç bir duruma sokabilirim. Ama, sanıyorum, portreler tamam, başka çizgiler eklemenin gereği yok. Halkın yağma edilmesinden başka bir şey düşünmeyen ve bu yağmayı kazasız belasız sonuna kadar götürmeyi umut eden, Cumhuriyeti bir çıkar aracı, devrimi bir zenaat olarak alan kimselerle hiçbir biçimde ateşkes anlaşması yapamayız. Bunlar, çığ gibi çoğalan örnekler karşısında dehşete düşmüşler, adaleti saman altından yürütmeye çalışıyorlar. Gören de sanacak ki, herkes kendi kendine şunu diyor: “Öyle korkunç erdemli kişiler değiliz biz. Siz yasa koruyucu bilge kişiler, bizim güçsüzlüklerimize acıyın! Günahla dolu olduğumuzu size söylemeye cesaret edemiyoruz, bu yüzden size şöyle diyoruz: Zalim olmayın!" Ey erdemli halk, gönlünü ferah tut; ey yurtseverler, gönlünüzü ferah tutun! Deyin ki Lyonlu kardeşlerinize, emanet ettiğiniz bu ellerde yasanın kılıcı paslanmayacaktır! Sizlere büyük bir Cumhuriyet örneği vereceğiz.
Bir Oda
LACROIX : Dinle, Danton, Jakoben'ler Kulübü'nden geliyorum.
DANTON : Hepsi bu kadar mı?
LACROIX : Lyonlular bir bildirimde bulundular. Kendi düşüncelerine göre, artık togalarına bürünmekten başka yapacak şeyleri kalmamış. Sanki her birinin yüzünde "Paetus acımıyor!"demek isteyen bir ifade vardı. Legendre, "Chalier ile Marat'nın büstlerini kırmak istiyorlar," diye bağırdı. Anlaşılan elini kana bulaştırmak istiyor yine. Dehşetin uzağında kaldı kalalı, çocuklar sokakta eteğinden çekiştirir oldular.
DANTON : Ya Robespierre?
LACROIX : Kürsüde parmağını sallayıp dedi ki: "Erdem, dehşet yoluyla hüküm sürmelidir." Bu sözlerinden sonra boynumu soğuk terler bastı.
DANTON : Giyotinlerin kurulmasına hazırlık yapan sözler bunlar.
LACROIX : Collot da, "Maskeler yırtılmalı," diye sanki büyülenmiş gibi bağırdı.
DANTON : O zaman maskelerle birlikte yüzler de gider. (PARİS içeri girer.)
LACROIX : Ne haberler, Fabricius?
PARİS : Jakoben'lerden ayrıldıktan sonra, Robespierre'e gittim, kendisinden bir açıklama yapmasını istedim. Kendi çocuklarını feda eden Brutus gibi haller takındı. Görev üstüne genel sözler etti; özgürlük yolunda hiçbir gözetim tanımadığını, bu uğurda her şeyi, kendini, kardeşini, dostlarını feda edebileceğini söyledi.
DANTON : Açık konuşmuş; yalnız, hep merdivenin üstünde o durmamalı, tam tersine, biraz da aşağıda bekleyip merdiveni dostlarına tutmalı. Legendre'e teşekkür borçluyuz, onları konuşturmuş oldu.
LACROIX : Hebertist'lerin hepsi ölmedi daha, halk maddi yoksulluk içinde; onun bir araç yerine konmasına yol açacak korkunç bir durum bu. Kamu Esenlik Komitesi'ne darağacı olmaması için, kan çanağının çok yükseklere kaldırılmaması gerekiyor. Yani, Komite safra atmak istiyor, ağır çeken bir başa gereksinimi var.
DANTON : Çok iyi bilirim, devrim Satürn gibidir, kendi çocuklarını yer. (Biraz düşündükten sonra.) Gene de buna cesaret edemeyeceklerdir.
LACROIX : Danton, sen ölmüş bir azizsin; devrimse kutsal emanet diye bir şey tanımıyor; bütün kralların kemikleri sokağa, bütün heykeller de kiliselerden dışarı fırlatılıp atıldı. Sanıyor musun, senin adın var diye seni ayakta bırakacaklar?
DANTON : Adım, halk!
LACROIX : Adın! Ilımlı birisin sen, ben de öyle; Camille, Philippeau, Herault da. Güçsüzlük ile ılımlılık halkın gözünde aynı şeylerdir. Kendi olayında geriye kalanı yaşatmaz halk. Eğer Eylül kahramanı onların karşısında ılımlı biri olarak kalırsa, kırmızı başlıklılar grubunun terzisi, bütün Roma tarihini elindeki iğnenin ucunda hissedecektir.
DANTON : Çok doğru, bundan başka, halk çocuk gibidir, içinde ne olduğunu anlamak için her şeyi kırmak ister.
LACROIX : Ayrıca, Danton, Robespierre'in sözleriyle, bizler düşük ahlaklıyız, yani keyfediyoruz; halksa erdemli, yani keyfetmiyor; çünkü iş, keyif alma organlarını körletmiştir; onlar sarhoş olamazlar, çünkü paraları yoktur; geneleve gidemezler, çünkü peynir ve tuzlu balık kokarlar, bundan da ordaki kızların midesi bulanır.
DANTON : Halk keyfedenden nefret eder, tıpkı bir hadımın bir erkekten nefret etmesi gibi.
LACROIX : Düzenbaz diyorlar bize. (DANTON'un kulağına eğilerek) Söz aramızda, bunda yarı yarıya da gerçek payı yok değil. Robespierre ile halk baştan aşağı erdem kesilecek, St. Just bunun öyküsünü yazacak Barere kılıfını hazırlayacak, sonra da bu kanlı örtüyü Konvansiyon'un üzerine örtecekler; her şeyi şimdiden görüyorum.
DANTON : Düş görüyorsun sen. Bensiz hiçbir şeye cesaret edememişlerdir, bana karşı da hiçbir şeye cesaret edemeyeceklerdir; devrim sona ermedi daha, bana gereksinimleri olacaktır, silah deposunda saklı tutacaklardır beni.
LACROIX : Harekete geçmemiz gerekiyor.
DANTON : Olacağı o.
LACROIX : Olacağı o ama, iş işten geçtikten sonra.
MARION (DANTON'a) : Buz kesildi dudakların; öpücükler gitti, yerine sözler geldi.
DANTON (MARION'a) : Boş yere zaman yitirimi! Çektiğin yüke değmez! (LACROIX,ya) Yarın sabah Robespierre'e gideceğim, öyleyse, yarına kadar! İyi geceler dostlarım, iyi geceler! Sizlere teşekkür ederim!
BİR ODA (ROBESPİERRE, DANTON, PARİS)
ROBESPİERRE : Sana söylüyorum işte, kılıcı çektim mi, kim çıkarsa karşıma, düşmanımdır artık. Amacı ne olursa olsun, sorun değişmez; kendimi savunmaktan kim beni alıkoyuyorsa, üzerime saldıran biri kadar beni öldürmek istiyor demektir.
DANTON : Kendini savunmanın bittiği yerde, adam öldürme başlar; bizi daha uzun zaman adam öldürmek zorunda bırakacak bir neden kalmadığını sanıyorum.
ROBESPIERRE : Toplumsal devrim sona ermedi daha; devrimi yarıda bırakan kimse, kendi eliyle mezarını kazmış olur. Kibar sosyete tam ölmedi; bu her yana çil yavrusu gibi dağılmış sınıfın yerine halk kendi güçlerini getirmelidir. Ahlak düşkünlüğü cezalandırılmalı; erdem, dehşet yoluyla hüküm sürmelidir.
DANTON : Şu ceza sözünü anlamıyorum. Bir de senin şu erdem lafın yok mu, Robespierre? Bir yerden para almadın borca girmedin, hiçbir kadınla yatıp kalkmadın, hep ağırbaşlı davrandın, sarhoş olmadın. İnsanı kızdıracak kadar namuslu bir davranış biçimin var. Ben olsaydım, sırf başkalarını kendimden daha aşağılık bulmak gibi acınacak bir zevk uğruna, böyle bir ahlak anlayışı içinde, yerle gök arasında otuz yıl dolaşsaydım, utancımdan ne yapacağımı bilemezdim. İçinden gelen gizli bir ses arasıra sana, "Yalan söylüyorsun, yalan söylüyorsun," diye fısıldamıyor mu hiç?
ROBESPIERRE : Benim vicdanım temiz.
DANTON : Vicdan, önünde maymun oynayan bir aynadır; herkes elinden geldiği kadarınca kendi kalıbına gidip kendi havasına bakar. Bu, birbirimizin gırtlağına sarılmaya değer mi hiç? Herkes kendi gidişini bozmaya kalkan kimseye karşı savunsun kendini. Sen hep tertemiz, düzgün bir giysi giyiyorsun diye; giyotini, başkalarının kirli çamaşırlarını yıkayacak bir çamaşır leğeni; kesik başlarını da giysilerinin kirini çıkartacak leke sabunu durumuna getirmeye hakkın var mı senin? Üzerine tükürecek ya da üstünü başını yırtacak olurlarsa, o zaman savun kendini; ama kimse sana ilişmiyorsa, bundan sana ne? Onlar öyle dolaşmaktan sıkılmıyorlarsa, onları mezara hapsetmeye hakkın var mı? Bu koca evrenin kolcusu sen misin? Yok eğer, bu durumu ulu Tanrın kadar da böyle olduğu gibi görmeye yanamıyorsan, mendilinle kapa gözlerini.
ROBESPIERRE : Erdemi hiçe sayıyorsun.
DANTON : Ahlak düşkünlüğünü de. Dünyada Epikuros'çular vardır sadece; zarif ve kaba Epikuros'cular. İsa en zarif olanıydı. İnsanlar arasında yapabileceğim tek ayrım bu. Herkes kendi yaradılışına göre davranır, yani kendi hoşuna gideni yapar. Böyle bastığın yeri sarsmak insafsızlık olmuyor mu, Doğru Adam?
ROBESPIERRE : Danton, ahlak düşkünlüğü bazı anlarda en büyük hıyanet halini alır.
DANTON ; Ahlak düşüklüğünü yaftalayıp aforoz edemezsin, Tanrı aşkına, böyle bir şey nankörlük olur; bir karşıtlık yarattığı için ona çok şey borçlusun. Kaldı ki, senin sözlerinle söylemek gerekirse, atılan yumruklar Cumhuriyet'e bir yarar sağlamalı, suçsuzlar da suçlularla birlikte bu yumrukların altında ezilip kalmamalı.
ROBESPIERRE : Herhangi bir suçsuzun ezildiğini kim söyledi sana?
DANTON : Duyuyor musun, Fabricius? Suçsuz hiç kimse ölmemiş şimdiye kadar? (Dışarıya çıkarken, PARİS'e) Kendimizi göstermemiz gerekiyor, hem de hiç vakit yitirmeden!
ROBESPIERRE (yalnız başına.) : Haydi git bakalım! Terbiye görmüş beygirlerini istediği yere süren bir arabacı gibi, devrimi koşturan atları da dostoğru genelevin kapısına çekmek istiyor; ama onların seni devrim alanına sürükleyecek kadar güçleri var daha. Bastığım yeri sarsmakmış! Benim sözlerimle söylemek gerekirseymiş! Dur, dur, öyle mi acaba? Diyecekler ki, onun dev gövdesinin gölgesi altında kalmışım da, o yüzden "Gölge etme" demişim ona. Ya haklıysalar? Yoksa o kadar da gerekli mi bu? Evet, evet! Cumhuriyet! Defolmalı o! Düşüncelerimin birbirini sakınarak izlemesi gülünç şey! Evet, o defolmalı. İleriye doğru itişen bir kalabalığın içinde, yerinde kalan, onlara karşı koyuyor gibi direnç göstermiş sayılır, ezilip gider. Devrim gemisinin, bu adamların sığ hesaplarına ve bataklıklarına oturmasına izin veremeyiz; onu durdurmaya kalkışanın elini kırmamız gerekir, tırnaklarını ona geçirmiş bile olsa! Aristokrasinin ölüsünden giysilerini soyup mirasına konmak isteyen bir topluluk defolmalı! Erdem olmamalıymış! Bastığım yer erdemmiş! Kendi söylediğim sözlermiş! Nasıl da aklımdan hiç çıkmıyor bu sözler. Düşünmeden edemiyorum, niye? Kanlı parmağıyla orayı gösteriyor hep, o aynı noktayı.Çevresine ne kadar bez dolarsam dolayayım, yine kan fışkırıyor hep. (Bir anlık susuştan sonra) içimden geçirdiğim şeyler aldatıyor mu beni? Bilmiyorum. Gece, ıssız bir düşün hayalleri içinde yeryüzüne sinmiş horluyor. İnsanda yanıp sönen, sisli ve bulanık, günışığından ürken düşünceler, istekler şimdi bir biçime, bir kıyafete bürünüp düşün ıssız sığınağına sokuluyor; kapıları açıyor, pencerelerden bakıyor, yarı canlanıp uykuda geriniyor, dudakları kıpırdatıyor. Uyanıklığımız, daha aydınlık bir düşten başka bir şey değil sanki. Uyurgezerleriz. Gördüğümüz işler de bir düşteki gibi değil mi zaten? Sadece daha belirli, daha göz önünde, daha kesin. Bundan dolayı kim ayıplayabilir bizi? Tembel gövdemizin arzulayıp da bir yılda yapamadığını, ruh bir saatte yapıp düşüncelere hayat veriyor. Günah düşüncede başlar; eylem durumuna gelmesi, vücudun ona öykünmesi bir rastlantıdır ancak.(ST. JUST girer)
ROBESPIERRE : Hey, kim o karanlıkta duran? Hey, ışık getirin, ışık!
ST. JUST : Sesimden tanımıyor musun?
ROBESPIERRE : Ah, sen misin, St. Just?
ST. JUST : Yalnız mıydın?
ROBESPIERRE : Danton vardı biraz önce, gitti.
ST. JUST : Yolda, Palais-Royal'de rastladım ona. Devrimci çehresini takınmış, imalı öyküler anlatıyordu; yosma kızlar başucunda, baldırıçıplaklarla senli benli konuşuyor; ahali yolda durmuş, dediklerini kulaktan kulağa fısıldıyorlardı. Atılım yapma şansını yitireceğiz bu gidişle. Hâlâ kararsız bekleyecek misin? Yoksa sensiz işe girişeceğiz, kararımızı verdik.
ROBESPIERRE ; Ne yapmayı düşünüyorsunuz?
ST. JUST : Yasama, Güvenlik ve Esenlik Komitelerini olağanüstü toplantıya çağıracağız.
ROBESPIERRE : Fazla tören.
ST. JUST : Büyük ölüyü, şanına yaraşır bir biçimde gömmemiz gerekir. Katil rolünü değil, papaz rolünü oynamalıyız. Parçalanmadan, tüm gövdesiyle yok olup gitmeli.
ROBESPIERRE ; Daha açık konuş!
ST. JUST : Onu bütün zırhlarıyla birlikte çukura indirmeli, atlarıyla kölelerini de mezarının üzerinde kurban etmeliyiz; örneğin, Lacroix'yı!
ROBESPIERRE : Esaslı bir düzenbaz; eski bir avukat yazmanı, şimdi Fransa'nın generallerinden. Devam!
ST. JUST ; Herault-Sechelles.
ROBESPIERRE : Nefis bir baş!
ST. JUST : Anayasanın hazırlanmasiiçin süslü bir basamaktı o, ama artık bu gibi süslere gereksinimimiz kalmadı, bir kalemde silinmeli. Sonra... Philippeau... Camille.
ROBESPIERRE : O da mı?
ST. JUST (ROBESPIERRE'e bir kâğıt uzatarak) : Şaşkınlığını anlıyorum. Al, bunu oku!
ROBESPIERRE : Ha, şu "Yaşlı Fransişken" öyküsü! Hepsi bu mu? Çocuk canım, sizinle şaka etmiş.
ST. JUST : Şurayı oku, şurayı! (Kâğıtta bir yerin üzerini işaret eder)
ROBESPIERRE (Okur) : "Bu Kanlı Mesih, Robespierre, çarmıhın kurulduğu dağda, Collot ve Couthon adlı iki haydudun ortasında durmuş, kendini kurban edeceği yerde, öteki insanları kurban ediyor. Giyotin başındaki rahibeler, aşağıda Maria ve Magdelana gibi bekliyorlar. Onun yüreğinde Aziz Yahya gibi yeri olan St. Just, Konvansiyon'a efendisinin apokaliptik vahiylerini bildirmekle meşgul; kendi başını kutsal mahfazadaymış gibi taşıyor."
ST. JUST : Ben de ona kendi başını St. Denis gibi eline aldırmasını bilirim
ROBESPIERRE (Okumayı sürdürür) : "Bu Mesih'in büründüğü akpak kıyafetin Fransa'nın kefeni, kürsüde inip kalkan ince uzun parmaklarının da giyotin bıçağı olduğuna inanmalı mı acaba? Ya sen Barere, sen de demişsin ki, "Devrim Alanı'nda sikke kesiyoruz!" Haydi neyse, eskileri karıştırmak istemiyorum. Sen zaten elinden yarım düzine koca geçirmiş, hepsini de gömmüş dul karının birisin. Kim buna ne diyebilir? Bu onun kendi yeteneği; biri daha ölmeden altı ay öncesinden onun ölümle hayat arasında kalan yüzünü seyretmeye başlar. Cesetlerin yanma oturup da o kokuyu içine çekmek isteyen bir kişi daha var mıdır acaba?" Demek Camille, sen de, ha! Defolsun hepsi gitsin! Çarçabuk! Ne var ki, giden gelmez bir daha. Suçlamayı hazırladın mı?
ST. JUST : O kolay. Jakoben'ler Kulübü'nde bir imada bulunmuştun zaten.
ROBESPIERRE : Amacım onları korkutmaktı.
ST. JUST : İşin sonunu getirmek de bana kalıyor. Sofra başında ölecekler, sana söz veriyorum.
ROBESPIERRE : Öyleyse çabuk, yarın! Ölüm dövüşü kısa zamanda bitmeli! Birkaç gündür sinirlerim bozuk zaten! Haydi çabuk! (ST. JUST çıkar)
ROBESPIERRE (yalnız başına) : Evet, kendini kurban edeceği yerde, öteki insanları kurban eden Kanlı Mesih. Mesih kendi kanıyla onları kurtuluşa götürdü, bense onları kendi kanlarıyla kurtuluşa götürüyorum, bunun günahını da kendi üzerime alıyorum. O acının hazzını duyuyordu, bense celladın azabını duyuyorum. Kim kendini yadsımış oldu, o mu, ben mi? Kaçıkça düşünceler bunlar. Niye o hep bir kişiyi kendi önümüzde görüyoruz? Aslında insanoğlu hepimizle birlikte çarmıha geriliyor; hepimiz Golgotha Tepesi'nde kan ter içinde boğuşuyoruz, ama kimse kendi yarasıyla başkalarını kurtuluşa götüremiyor. Camille'im benim! Hepsi uzaklaşıyor benden, her yer çorak, her şey boş, yapayalnızım.
BİR ODA (DANTON, LACROIX, PHILIPPEAU, PARİS, CAMILLE, DESMOULINS)
CAMILLE : Çabuk, Danton, yitirecek hiç vaktimiz yok!
DANTON (giyinir) : Ama zaman bizi yitiriyor. Her gün böyle ilkin gömleği giyip sonra pantolonu çekmek; akşamları yatağa girip sabahları kalkmak, önce bir ayağını, sonra ötekini atmak; bir başka biçimi yok sanki. İnsanın başında koca bir dert; milyonlarca kişi böyle yapagelmiş, daha milyonlarcası da böyle yapagidecek; üstelik bizler bu iki zaman dilimini birlikte yaşıyoruz, yani aynı şey iki kat başımızda büyük dert.
CAMILLE : Tam çocuk gibi konuşuyorsun.
DANTON : Ölmek üzere olanlar çocuklaşır.
LACROIX : Kararsızlık etmen yüzünden mahvolmaya doğru gidiyorsun, biz dostlarını da ardınsıra sürüklüyorsun. O korkaklara dört bir yanında toplanmaları için haber sal! Desemvir'lerin zorbalığını haykır, hançerlerden söz et, Brutus'dan dem vur, o zaman kürsünün başındakileri korkutacak, Hebert'in suç ortağı olmakla suçlananları bile kendi çevrene toplayabileceksin! Öfke saçmalısın. Hiç olmadı, bizleri silahsız bırakma, utanmaz Hebert gibi bayağı bir biçimde ölmeyelim!
DANTON: Zayıf bir belleğin var, bana ölmüş bir aziz dediğini unutuyorsun. Ama, o an sandığından çok haklıymışsın. Şüphelere uğradım, bana büyük saygı gösterdiler ama tıpkı bir ölüye gösterilen saygıydı bu. Kutsal bir emanet gibiyim, onlar da sokağa atılıyor zaten; yerden göğe hakkın varmış.
LACROIX : İşi neden bu noktaya getirdin, peki?
DANTON : Bu noktaya mı? Evet, doğrusu, hep aynı kıyafeti giymek, hep aynı çizgileri çekmek bana ilk başında sıkıcı geliyordu! Acınacak bir durum. Tek teli hep aynı sesi veren zavallı bir saz olmak, dayanılacak şey değil! Buna alışmaya çalıştım, sonunda başardım. Zaten devrim bana huzur getirecek, ama düşündüğümden başka türlüsünü. Ayrıca, kim bize destek olacak? Giyotin başını bekleyen rahibelerin yerini orospular alır belki, bildiğim o kadar; bak, sayalım tek tek: Jakoben'ler, erdemin günlük hayatın temeli olduğunu ortaya sürdüler; Kordelye'ler beni Hebert' in katili olarak adlandırıyorlar; Komün kefaretini ödüyor; Konvansiyon; o bir araç olabilirdi işte! Ama, bir 31 Mayıs olsaydı, o zaman da kendiliklerinden yumuşamazlardı. Robespierre, devrimin öğretisini temsil ediyor, bir kalemde geçilemez. Bu da olmaz. Bizler devrimi yaratmadık, devrim bizleri yarattı. Haydi her şey çözümlendi diyelim, başkalarını giyotine göndermektense, ben kendim giderim daha iyi. Yeter artık; biz insanlar birbirimizle ne diye didişip duralım? Hep birlikte huzur içinde yaşamamız gerekir. Yaradılışımızda bir hata olmalı, adını bilmediğimiz bir şeyler eksik bizde. Bunu da birbirimizin bağırsaklarından bulup çıkaramayacağımıza göre, ne diye vücutlarımızı deşmek zorunda kalalım? Geç canım, zavallı simyacılardan başka bir şey değiliz!
CAMİLLE : Daha acındırmalı bir edayla söylemek gerekirse, şöyle denilebilir: İnsanlık sonu gelmeyen açlık karşısında kendini yemeyi daha ne kadar sürdürecek? Ya da, gemisi batmış da, bir tahtaya sarılmış olan bizler, giderilmez susuzluğumuz karşısında birbirimizin damarlarından kan emmeyi daha ne kadar sürdüreceğiz? Ya da, biz sözde matematikçiler, bilinmeyen, sonsuza uzanan bir X'in ardısıra giderek, hesaplarımızı parçalanmış vücutlar üzerinde yapmayı daha ne kadar sürdüreceğiz?
DANTON : Güçlü bir yankısın sen.
CAMİLLE : Bir tabanca sesi, bir gök gürültüsü durumuna geliyor hemen, değil mi? Demek, beni yanından ne kadar ayırmazsan, senin için o kadar iyi olacak.
PHILIPPEAU : Sonra da Fransa kendi cellatlarıyla baş başa kalacak!
DANTON : Ne çıkar bundan? Halk durumundan hoşnut. Heyecanlı, soylu, erdemli, nükteli bir biçimde yaşamak ya da can sıkıntısından bütünlükle kurtulmak için bir yıkımın gelmesinden daha başka ne isteyebilir insan? Ha giyotinde başın uçmuş, ha yüksek ateşten ya da yaşlılıktan ölmüşsün, ne fark eder? Ama sağlam kalan bir vücutla kulis arkalarına girmeyi, veda sırasında bile jestler yapıp, izleyicilerin alkış seslerini duymayı insan yeğ tutar sanırım. Bu çok ustaca bir şey, tam bize göre. Hep sahnedeyiz zaten, ciddi ciddi boğazlanırken bile. Aslında ömrümüzden bir parça daha kısaltmaları hiç fena değil. Vücudumuz bedenimize oturmuyor, önünde sonunda bir nükte olarak kalıyor hayat. Elli altmış bölümlük bir destan söyleyecek ne yürek, ne de soluk var kimsede! Hayat suyunu büyük kaplardan değil, küçük kadehlerden içmenin tam zamanı şimdi; hiç olmadı bir yudumda insanın ağzı dolar, öbür türlü koca kabın içinden bir damla bile alamaz insan. En son olasılık bağırmak, o da yorar insanı; hayat, onu sürdürmek için yapılan çabaya değmez.
PARIS : Öyleyse, Danton, kaç!
DANTON : İnsan vatanını yedeğe alabilir mi dersin? Dönüp dolaşalım, asıl sorun şu: Cesaret edemeyeceklerdir. (CAMILLE'e) Gel, evladım, bak sana da söylüyorum, cesaret edemeyeceklerdir. Adieu, adieu! (DANTON ile CAMILLE çıkar)
PHILIPPEAU : Bırakıp gidiyor işte.
LACROIX : Söylediklerinin tek sözcüğüne bile inanmıyor. Bütün işi tembellik! Bir konuşma yapmaktansa, giyotine gitmeyi yeğliyor.
PARIS : Ne yapmalı?
LACROIX : Eve gidip bir çözüm yolu düşünmeli, Lukretia gibi.
ULUSAL KONVANSİYON MECLİSİ (Bir grup MİLLETVEKİLİ)
LEGENDRE : Milletvekillerinin boğazlanmasına ne zaman bir son verilecek? Danton da giderse, kim kendinden emin olabilir artık?
BlR MİLLETVEKİLİ : Ne yapmalı, peki?
BİR BAŞKASI : Kendisinin Meclis'te dinlenmesi gerekir. En etkili yol bu. Onun sesine kimse karşı koyamaz.
BİR BAŞKASI : Olamaz, alınan bir karar bunu engelliyor.
LEGENDRE : Karar geri alınmalı, ya da bir istisna tanınmalı. Ben böyle bir önerge vereceğim, desteğinize güveniyorum.
BAŞKAN : Oturum başlamıştır.
LEGENDRE (kürsüye çıkar) : Meclis'in dört üyesi geçen gece tutuklanmışlar. Bunlardan birinin Danton olduğunu biliyorum, ötekilerin adlarını öğrenemedim. Kim olurlarsa olsunlar, bu kimselerin, burda kürsüde söz almalarını istiyorum. Yurttaşlar, şunu açıklayayım sizlere: Danton'u kendim gibi temiz bilirim, bana ise bir suçlamada bulunabilineceğini sanmıyorum. Kamu Esenlik Komitesi'nin ya da Güvenlik Komitesi'nin hiçbir üyesine saldırıda bulunmak istemem; ama birtakım özlü nedenler, kişisel kinlerin ve kişisel tutkuların, en büyük hizmetlerde bulunmuş kimselerin elinden özgürlüklerinin alınmasına yol açabileceği düşüncesine yöneltiyorlar beni. 1792'de Fransa'yı kendi çabasıyla kurtarmış olan bir kimse burada söz almaya hak kazanmıştır sanırım; en büyük hıyanetle suçlanıyorsa bile, kendi açıklamasını yapma hakkına sahip olmalıdır.
BİRKAÇ SES : Legendre'in önerisini destekliyoruz.
BÎR MİLLETVEKİLİ : Biz burda halk adına bulunuyoruz; seçmenlerimizin istemi olmaksızın, kimse bizi bu yerden çekip çıkaramaz.
BÎR BAŞKASI : Sözleriniz hep ceset kokuyor; bu sözleri Jironden'lerin ağzından kaptınız siz. Kendinize bir ayrıcalık mı tanınsın istiyorsunuz? Yasanın kılıcı ayrıcalık tanımaz.
BÎR BAŞKASI : Biz komitelerimizin, yasa yapıcılara, yasal sığınma hakkı tanımaksızın onları giyotine göndermelerine izin veremeyiz.
BÎR BAŞKASI : Suç işleyicilerin sığınma hakkı yoktur; yalnız, başlarında taçla gezen suçlular, kendilerine taht üzerinde bir sığınak ararlar.
BÎR BAŞKASI : Yalnız düzenbazlar sığınma hakkına başvurur.
BÎR BAŞKASI : Yalnız katiller böyle bir hakkı tanımaz.
ROBESPIERRE : Uzun zamandır oturumlarda görülmeyen bu kargaşalık şunu gösteriyor ki, sözkonusu olan şeyler, büyük bir önem taşımaktadır. Bugün, bazı kişilerin vatanın yanında bir zafer kazanıp kazanamayacakları belli olacak. Dün Chabot, Delanuai veFabre için kaçındığınız şeyleri bugün birkaç kişi için kullanmak istediğiniz zaman, kendi ilkelerinizin dışına çıkmış olmayacak mısınız? Birkaç kişi için niye böyle bir ayrım gözetiliyor? Bazı kimselerin kendi adlarına ve dostları adına yaptıkları övgülerden bize ne? Yalnız, geçirdiğimiz uzun deneyler bu gibi şeylerden ne gibi ders alınması gerektiğini bizlere öğretti. Biz bir kimsenin şu ya da bu yurtseverlik görevini yerine getirip getirmeyeceğini sormuyoruz; geçmişteki siyasal çizgisini de sormuyoruz. Legendre, tutukluların adlarını bilmezlikten geldi, bütün Meclis onları tanır. Legendre'in dostu Lacroix da aralarında. Legendre bunu niye bilmezlikten geliyor acaba? Çünkü kendisi çok iyi biliyor ki, Lacroix'yı utanmazlık savunabilir ancak. Sadece Danton'un adını vermekle yetindi; çünkü bu adın bir ayrıcalığı olduğunu sanıyor. Hayır, hiçbir ayrıcalık tanımıyoruz biz, putlar istemiyoruz! (Alkışlar) Danton'un, Lafayette'ten, Dumouriez'den, Brissot'dan,' Chabot'dan, Fabre'dan, Hebert'den farkı ne? Bu kimseler için söylenmiş hangi söz, Danton için söylenemez? Bu kimselerin hepsine aynı gözle baktımz mı hiç? Niye içlerinden birinin öteki yurttaşlardan başka bir önceliği olsun? Belki de birkaçı aldatılmış, birkaçı da aldatılmaya yanaşmamış bazı kişiler, onun kazandığı başarıların sonucu talih kuşuna ve iktidara kavuşmak amacıyla onun arkasında saf tuttukları için. Danton kendisine güven beslemiş yurtseverleri ne derece aldatmışsa, özgürlükseverlerin göstereceği şiddetin etkisini de o derece duyabilmelidir. Sizin tanıdığınız gücü sizin kötüye kullandığınız korkusunu içinizde yaratmak istiyorlar. Komitelerin astığı astık, kestiği kestikmiş. Sanki halkın sizlere verdiği, sizlerin de komitelere devrettiğiniz güven, sizin yurtseverliğiniz için yeterli bir güvence değilmiş gibi. Herkesin dehşetten titrediği öne sürülüyor. Ama, söylüyorum sizlere, şu anda kim titriyorsa, o kimse suçludur; çünkü, genel bir uyanıklık durumu karşısında suçsuz bir kimse titremez. Beni de korkutmak istediler, Danton'a yaklaşmakta olan tehlikenin bana da yaklaşabileceğini ima ettiler. Bana, Danton'un dostlarının çevremi sarmış olduğunu yazdılar; sanıyorlar ki, eski bir ilişkinin anısı, ikiyüzlü erdemlere kör inanç, benim özgürlük için gösterdiğim kıskançlığı ve çabaları sınırlayabilir. Açıkça söylüyorum işte, hiçbir şey önleyemez beni. Hepimizin bir parçacık cesaretli ve açıkgönüllü olması gerekiyor. Yalnız suçlu kişilerle adi ruhlular, kendi benzerlerinin yanı başlarında devrildiğini görmekten korkarlar; çünkü kendilerini gizleyen suç ortakları devrilip gidince gerçeğin ışığında apaçık ortaya çıkacaklardır. Burda, öyle bir ruh taşıyanlar varsa, kahramanca bir ruh taşıyanlar da vardır. Alçakların sayısı öyle çok değil, sadece birkaç baş gidecek, ama vatan kurtulacak. Legendre'in önerisinin reddedilmesini istiyorum.
(MİLLETVEKİLLERİ red önerisini kabul ettiklerini göstermek için hep birden ayağa kalkarlar.)
ST. JUST : Görülüyor ki, bu toplantı sonunda "kan" sözcüğünü kaldıramayan bazı duygusal kimseler var. Bu kimselerin yapacağı birkaç genel gözlem, bizim doğadan ve zamandan daha acımasız olmadığımızı kendilerine gösterecektir. Doğa yasaları sessizce ve karşı koyulmazca işlemektedir. Bu yasalarla çatışmaya girdiği anda insan yok olur. Havanın bileşiminde herhangi bir değişiklik, yerin içinden ateşin fışkırması, bir su kitlesinin dengesinde bozulma, bir'salgın hastalık, volkanik bir patlama, bir su baskını binlerce kişinin mezarı oluyor. Sebebi ne? Cansız doğada tümüyle pek az ayrımsanabilen, önemsiz bir değişiklik; orta yerde cesetler göze çarpmasa, bir tek iz bırakmadan geçip gidecek bir değişiklik. Sorarım şimdi: Cansız olmayan doğada yer alan devrimler, cansız doğadakinden daha mı çok kayıtlara bağlı kalmalıdır? Bir düşünce de bir fizik yasası gibi kendi karşısında direnen şeyleri yerle bir etmemeli mi? Manevi doğanın tüm yapısını, yani insanlığı değişime uğratacak bir olay, kana bulaşmasına karşın, sonuca doğru yol almamalı mı? Dünya-aklı, cansız doğa aleminde volkanlara, su baskınlarına nasıl yön veriyorsa, cansız olmayan doğa aleminde de ellerimize, kollarımıza öyle yön veriyor. İnsanlar ha bir salgın hastalıktan ölmüşler, ha bir devrimden, ne fark eder? İnsanlık ağır adımlarla ilerler, ancak yüzyıllar geçtikten sonra bu adımlar göze görünür; bu adımların ardında birkaç kuşak insanın mezarı yatar. En basit buluşlara, ilkelere varılması, yarı yolda ölüp kalan milyonlarca insanın hayatına mal olmuştur. öyleyse, tarihin çok daha hızla yol aldığı bir zamanda, çok daha fazla sayıda insanın soluğunun kesilmesi doğal değil midir? Sözü uzatmadan, kısaca bağlayalım. Herkes, eşit koşullar altında yaratılmış olduğuna göre, doğanın tanıdığı farklar dışında, herkes eşittir. Bundan dolayı herkesin bir üstünlüğü olsa bile, ne birey olarak, ne de birey kimliğiyle içinde bulunduğu ufak ya da güçlü bir sınıf olarak bir ayrıcalık taşıyamaz. Bu sözün kapsadığı öğelerden her birinin bir gerçeklik kazanması, onca insan hayatına mal olmuştur. 14 Temmuz57, 10 Ağustos, 31 Mayıs, bunun dönüm noktalarıdır. Bu sözün insan dünyamızda uygulanabilmesi dört yılı gerektirdi, olağan koşullar içinde belki de yüzyılları gerektirecekti, birkaç kuşak insan da bunun dönüm noktaları olacaktı. Devrimin akışı, her yeni dönemeçte, her geçtiği kumda cesetler bırakırsa, bunda şaşılacak ne var? Sözlerimizi birkaç sonuçla bağlayacağız, birkaç yüz ceset bunu yapmamıza engel mi olmalı? Musa, yeni devleti kurmadan önce, halkı Kızıl Deniz'in ve çölün içinden yürüttü, ta ki köhnemiş, yozlaşmış kuşak yolda dökülünceye kadar. Yasa yapıcılar! Ne Kızıl Denizimiz var bizim, ne de çölümüz; bir savaşımız ve giyotinimiz var. Devrim, Pelias'ın kızları gibidir: İnsanlığı gençleştirmek için onu parçalar. Dünya Tufan'dan sonra nasıl ortaya çıktıysa, insanlık da kan kazanından öyle, sanki ilk defa yaratılıyormuş gibi çıkacak.
Avrupa'da ve bütün yeryüzünde Brutus'un hançerini koynunda saklayan bütün gizli zorbalık düşmanlarından bu yüce anda bize katılmalarını istiyoruz.
DEVRİM MAHKEMESİ
HERMANN (DANTON'a) : Yurttaş, adınız?
DANTON : Adımı devrimin kendisi koydu. Oturduğum yer yakında hiçliğe karışacak, adım tarihin Pantheon'una geçecek
HERMANN : Danton, Konvansiyon Meclisi, sizi Mirabeau, Dumouriez ve Orleans'la, Jironden'lerle, yabancılarla ve XVII. Louis'in grubuyla birlikte hıyanet oluşturmakla suçluyor.
DANTON : Her keresinde halkın davası için yükselen sesim, bu karalamayı hiç zorlamadan geri çevirecektir. Beni suçlayan sefil yürekli kişiler, burda ortaya çıksınlar, onları utançlarından yerin dibine geçireyim. O Komiteler buraya gelsin, ben ancak onların önünde yanıt veririm. Onları hem savcı, hem de tanık olarak göstermem gerekiyor. Çıksınlar ortaya. Ayrıca ne siz, ne de vereceğiniz yargı umurumda. Size çoktan söyledim: Hiçlik, yakında barınağım olacak; hayat bir yük benim için, isterlerse bu yükü üzerimden alsınlar, zaten onu silkip atmanın özlemi içindeyim.
HERMANN : Danton, gözüpeklik suçlulara,dinginlik ise suçsuzlara özgüdür.
DANTON : Kişinin gözüpekliğine, hiç kuşkusuz kusur bulunabilir, ama benim özgürlük için savaşırken ulus adına çok kereler gösterdiğim gözüpeklik, bütün erdemlerin en değerlisidir. Benim burda acınacak durumda bulunan suçlamacılara karşı, Cumhuriyetin yararı için takındığım gözüpeklik, bu çeşit bir gözüpekliktir işte. Böyle aşağılık biçimde kara çalındığım bir anda, kendimi nasıl tutabilirim? Benim gibi bir devrimciden soğukkanlı bir savunma beklenemez! Benim hamurumdan insanlar devrimler için bulunmaz değerde insanlardır, onların alınlarında özgürlüğün dehası yazılıdır. Mirabeau'yla, Dumouriez'yle, Orleans'la birlikte hıyanet oluşturmakla,alçak despotların önünde diz çökmüş olmakla suçluyorlar beni, sarsılmaz adaletin önünde yanıt vermem isteniyor! Sen, alçak St. Just, gelecek kuşaklar karşısında bu çamur atmanın hesabını kendin vereceksin!
HERMANN : Sakin biçimde yanıtlamanız için size çağrıda bulunuyorum; Marat'yı anımsayın, yargıçların karşısına nasıl derin bir saygıyla çıkmıştı.
DANTON : Bütün elleriyle hayatımın yakasına yapıştılar, benim de kendi hayatımı onlara karşı savunmam gerekir; hayatımdaki bütün başarıların ağırlığı altında ezilip gidecektir onlar. Bundan bir onur payı çıkarmıyorum kendime. Alın yazılarımız elimize, kolumuza yön verir, ama ancak güçlü yaratılıştaki insanlar kendi alın yazısının eli kolu olabilir. Ben, Mars Alanı'nda krallığa karşı savaş açtım, 10 Ağustos'da onları yere serdim, 21 Ocak'da da öldürdüm; kralların suratına eldiven yerine, bir kral başı fırlattım.
DANTON (suçlama yazısını eline alır.) : Şu utanç verici yazıya bir göz atınca, bütün vücudumun sarsıldığını duyuyorum. Belli bir anlamlı günde, söz gelişi 10 Ağustos'da Danton'u ortaya sürme zorunluluğunu duymuş olan o kişiler kimlerdir acaba? Acaba kimlerdir Danton'un güç aldığı o ayrıcalıklı kişiler? Beni suçlayanlar çıksın ortaya! Bunları aklım başımda olarak söylüyorum. O basmakalıp sahtekârların maskelerini yırtacağım, sonra da onları asıl yerleri olan hiçliğin içine bir daha başlarını ordan çıkartmamak üzere fırlatıp atacağım.
HERMANN (çıngırağı çalar.) : Çıngırağı duymuyor musunuz?
DANTON : Kendi onurunu ve hayatını savunan bir insanın sesi, senin o çıngırağının sesini tabii ki bastıracaktır. Ben eylül'de aristokratların vücutlarıyla devrimin yavru çocuklarını besledim. Benim sesim, aristokratların ve zenginlerin altınlarından halka silah dövdü. Benim sesim despotizmin uydularını süngülerin dalgalan içine gömen kasırga oldu.
HERMANN : Danton, sesiniz kısıldı, çok heyecanlandınız. Savunmanızı gelecek kere de bitirebilirsiniz. Biraz dinlenmeniz gerekiyor. Oturuma ara verilmiştir.
DANTON : Danton'u tanıyorsunuz artık; birkaç saati daha kaldı, ondan sonra kendi şanının kollarında uykusuna dalmış olacak.
DEVRİM MAHKEMESİ
DANTON : Cumhuriyet tehlikede, bu adam talimat bekliyor! Biz halka sesleniyoruz, sesim Desemvir'lerin ölüleri başında söylev çekecek kadar güçlü daha.Baştan söylüyorum, bir kurul toplansın istiyoruz; yapacak önemli açıklamalarımız var. Kendimi aklın surlarına çekip hakikatin toplarıyla düşmanlarımı yerle bir edeceğim. (FOUQUIER, AMAR ve VOULAND içeri girer)
FOUQUIER : Susun! Cumhuriyet adına! Yasalara uyalım! Konvansiyon aşağıdaki kararı almıştır: "Hapishanelerde ayaklanma belirtilerine rastlandığı, Danton'un ve Camille' in karılarının halk arasında para dağıttığı, General Dillon' un hapishaneden kaçarak ayaklananların başına geçmeye ve sanıkları kurtarmaya kalkıştığı, bunun yanı sıra, söz konusu sanıkların kargaşalık çıkarma yollarına giderek, mahkemeye hakaret etmeye çalıştıkları saptanmış bulunduğundan, bundan böyle mahkemeye, soruşturmaları kesintiye uğramaksızın sürdürebilme ve yasalara yükümlü oldukları saygıyı göstermekten kaçman sanıkları duruşmadan çıkarma yetkisi verilmiştir."
DANTON : Burda bulunanlara soruyorum şimdi, bizler burda mahkemeyi, halkı ya da Millet Meclisi'ni aşağılayacak sözler mi söyledik?
BİRÇOK SES : Hayır! Hayır!
CAMILLE : Alçaklar, Lucile'imi öldürmek istiyorlar!
DANTON : Hakikat er geç ortaya çıkacaktır. Fransa'nın üzerine büyük bir uğursuzluk çöktüğünü görüyorum. Bu uğursuzluk, yani diktatörlük, yüzünü örten maskeyi yırttı artık; başı dimdik, cesetlerimizin üzerinden yürüyüp geçiyor. (AMAR ile VOULAND'ı göstererek) Görüyormusunuz, korkak katiller burda işte, görüyorsunuz işte, Esenlik Komitesi'nin uğrularını. Robespierre'i, St. Just'ü ve onların cellatlarını vatana hıyanetle suçluyorum. Cumhuriyeti kana boğmak istiyorlar. Giyotin arabalarının bıraktığı izler, yabancıların vatanın kalbine doğru saldıracakları yoldur ancak, özgürlüğün izleri daha ne kadar zaman insanlara mezar olacak? Siz ekmek istiyorsunuz, onlar size insan başı atıyorlar! Siz su istiyorsunuz, onlar size giyotinden akan kanlan yalatıyorlar.
BİRÇOK SES : Yaşasın Danton, kahrolsun Desemvir'ler! (Mahpuslar ite kaka dışarı çıkarılırlar)
Georg Büchner
Okuma : Danton
Not : Bu yazı bütünden çıkarımlardır...