Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Yüzyıllık Yalnızlık...

İnsanın en iyi dostu, ölmüş olan dostudur...


Satır Arası Cümleler...

* Eşyanın da canı var diye ilan etti, bütün iş, ruhlarını uyandırabilmekte...

* İnsanın oturduğu toprağının altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir...

* Seni ömrüm boyunca ölü olarak yanımda taşımaktansa, diri diri gezdirmeyi yeğlediğim için böyle yapıyorum...

* İki tarafın önceden anlaştıkları kurallara uygun oynamanın bir anlamı olmadığını söyleyerek bu çağrıya yanaşmadı...

* Etkili olan tek şiddet eylemdir...

* Adamın şansı doğuştan açık olmadı mı, bir daha da olmaz...

* Hiç kimse için anlam taşımayan bir şey adına savaşma...

* İnsanın en iyi dostu, ölmüş olan dostudur...

* İnsan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür...

* Bir dakikalık uzlaşma, ömür boyu arkadaşlıktan daha değerlidir...

* Alışkanlıklardan kopmak için, felaketleri bahane etmeyi yersiz buluyordu...

* Zaman geçip gidiyor, ama çabuk da geçmiyor... Bunları söyler söylemez, Albay Aureliano Buendia’nın idam hücresindeki sözlerini tekrarlamış olduğunu fark etti ve dediği gibi, zamanın geçip gitmediğini, bir çember içinde dönüp durduğunu kanıtlayan bu anı karşısında ürpermekten kendini alamadı...

* Unutkanlık, insanların ağırlığına taban tabana zıt bir hızla ağır bastıkça anılar unutulup gidiyordu...

* İnsanlar birinci mevkide giderken, edebiyat yük katarına atılıyorsa, dünyanın anası bellenmiş demektir...

* Arkadaş dediğin, bir alay hergeleden başka bir şey değildir...

* Yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci deney fırsatları olmaz...

***

Yüz yıllık yalnızlıkla lanetlenmiş geniş bir soyun kalabalıklar içerisindeki yalnızlığı ve kaçınılmaz sonu… Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yanızlık’ını bu şekilde tanımlamak yanlış olmaz sanırım. Marquez’in Güney Amerika’nın küçük bir kasabasında geçen çocukluğunun düşsel bir yansıması olan roman, yazar tarafından on beş yıllık bir ön çalışma ile kaleme alındıktan iki yıl sonra; 1967’de yayımlanmış ve edebiyat dünyasında önemli izler bırakmıştır.

Yazar Hakkında...

Marquez 1928 yılında Kolombiya’nın Aracataca adlı bir nehir kasabasında hayata gözlerini açmış, büyükannesi ve teyzeleri tarafından büyütülmüştür. Kendisine sürekli hayalet temalı fantastik öyküler anlatan büyükannesinin; eserlerindeki anlatımına çok büyük katkısı olduğunu söyleyen yazar, 1946’da gönülsüz olarak hukuk eğitimi almaya başlamıştır. Ne var ki yürekten gelmeden yapılan hiçbir işin fayda getirmeyeceğini düşünen her sanat adamı gibi eğitimini yarıda bırakmış ve 1950 yılında gazeteciliğe atılmış, fakat edebiyatla uğraşmaktan da kendisini alamamıştır. Gazetecilik yıllarında öykü ve senaryolar kaleme alan Garcia Marquez en başarılı çıkışını tam da bu dönemde Yüzyıllık Yalnızlık’la yakalamıştır.

William Faulkner, Juan Rulfo, Sofokles, Dostoyevski gibi isimlerden etkilenen Marquez’i kuşkusuz en çok etkisi altına alan isim Dönüşüm adlı uzun öyküsüyle Franz Kafka olmuştur. Genç bir öğrenciyken Dönüşüm’ü okuduğu anda edebiyat kavramının aslında o ana dek bilmediği farklı bir şey olduğunu fark etmiştir. Bu fark edişi, daha önce hiç kimsenin bir edebî metin kahramanını böceğe dönüştürmediğini, eğer böyle de yazılabiliyor olduğunu bilse çok önceden yazmaya başlayacağını vurgulayarak dile getirmiştir.

Hiç kuşkusuz ünlü isimlerin dışında yazarı özellikle bu romanı yazarken etkileyen bir isim daha vardı, büyükannesi. Büyülü gerçekçilik akımını bizlere yansıtırken büyükannesinin fantastik masallarından da etkilenmiş oldan yazar Yüzyıllık Yalnızlık romanının arka kapağında u etkiyi kendi kelimeleriyle de okuyucuya anlatmıştır: “Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım.”

1982 yılında ise yazar, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak kendisini ispatlamıştır. Doğduğu ülkede çok büyük bir hayran kitlesine sahip olan Marquez’in yetmişinci yaş gününe denk gelen 1997 yılı doğduğu ülkede medya tarafından “Gabriel Marquez Yılı” olarak nitelendirilmiştir. Seksenince yaş günü ise 2007 yılında seksen pare top atışı ile kutlanırken, İspanya’da Başkan Yardımcısı’nın başlattığı ve ünlü isimlerden oluşan seksen kişinin rol aldığı yirmi saatlik bir okuma maratonunda Yüzyıllık Yalnızlık elden ele dolaşarak okunmuş ve yazar bu şekilde onurlandırılmıştır.

Kitap Hakkında...

“Gerçek ile fantastik olanı bir arada aynı inandırıcılıkla kaynaştırmakla yetinmeyip, bir de anlatılanların tümünü doğal hayatın izdüşümleri gibi yansıtan tuhaf, yadırgatıcı kurmaca biçimi, başlangıçta inanılır gibi gelmemişti.” Kitabı bu denli önemli kılıp tanıtan en önemli özelliği, eleştirmen-yazar Semih Gümüş’ün de değindiği bu etkileyici noktası olsa gerek. Fakat yine de şüphesiz bir anı doğallığında, bir tarih gerçekçiliğinde okuduğunuz sade dille yazılmış bir romanın sayfalarında domuz kuyruklu çocuklar, sokaklarda başıboş dolanırken görülebilen ruhlar, sıcak buzlar gibi “saçma” öğeler birdenbire bir duvar gibi karşınıza çıktığında “büyülü gerçekçilik” terimiyle ne anlatılmak istendiğini daha iyi anlıyorsunuz.

Yer kavramı; gerçek hayatta bir nehir kasabası olan Aracataca’nın düşsel dünyaya yansıtılmış halinde, “Macondo Kasabası”nda, romana geçirilmiştir. Fakat romanda tam bir zaman kavramı yakalamak oldukça zordur. Sonraları devlet, iktidar, liberalizm ve muhafazakârlık çatışmaları gibi güncel kavramlara rastlanır olsa da eserin başında yazar zaman kavramını çok daha eskilere dayandırıyor gibidir: “Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi.” Ne var ki eserde bozulan akış sırasını takip etmek de okuyucuyu zamanın labirenti arasında kaybolma noktasına kadar sürüklemektedir. Üçüncü kişi ağzından anlatılan eser, olaylara dışarıdan bakabilme imkânı sunarken zaman zaman okuyucuyu kahramanların gözünden bakabilme yetisine ulaştıracak kadar da içerisine çekebilmektedir.

Yazarın diğer önemli eserlerine; kendisiyle özdeşleştirdiği Başkan Babamızın Sonbaharı (1975), onur uğruna işlenen bir cinayeti ele alan Kırmızı Pazartesi (1981), aşkta bağlılık konusunu işleyen Kolera Günlerinde Aşk (1985) gibi romanları; sevilmeyen bir doktorun ölümünü farklı kişilerin gözlerinden resmeden Yaprak Fırtınası (1955) gibi öyküleri; Anlatmak İçin Yaşamak (2002) adlı anısı da örnek gösterilebilir.

Kitabın Konusu ve Özet...

Yakın akraba evliliği yüzünden ancak yüz yıl sonra soylarının tükenmesiyle bitecek olan yüzyıllık yalnızlıkla lanetlenmiş bir soyun Macondo adlı düşsel bir nehir kasabasındaki içsel yalnızlığı konu alınmıştır.

Aslen José Arcadio Buendia – Ursula Iguarán çifti, oğulları José Arcadio Buendia – Aureliano Buendia(Albay), ve kızları Amaranta Buendia olmak üzere beş kişilik bir aile konu alınmakta fakat sonra çok geniş bir kitleye yayılan soylarının yüz yıllık ömrü eserin ana temasını oluşturmaktadır. Öldürdükleri bir adamın ruhunun verdiği rahatsızlıktan ve iç huzursuzluktan kaçan; yakın akraba evliliğiyle domuz kuyruklu bir çocuğun doğması vasıtasıyla lanetlenmiş bir soydan gelen José Arcadio Buendia ve Ursula Iguarán çifti, dağları aşarak bir nehir kıyısına yerleşir ve “Macondo” ismini verdikleri bir kasaba kurarlar. Macondo Kasabası’nın yüz yıllık soylarının yalnızlık lanetine bir ömür ev sahipliği yapacağı o zamanlar hiç akıllarında yoktur. Her yıl bir çingene obasını ağırlamaya da başlayan kasabanın dış dünyayla olan tek bağlantısı bu çingeneler ve onların her yıl bir mucize gibi tanıttıkları icatlardır. José Arcadio Buendia’nın icatları takıntı haline getirip bir gün aklını tamamen yitirmesine ve bağlandığı acın altında yalnız başına ölmesine kadar sürükleyen ilham kaynağı da bu “mucize” aletlerdir. Ailenin kurucusu rolündeki Ursula ise çevresinde olup biten saçma veya sapkın her türlü olaya mantığıyla el koyabilen tek kişidir. Melquiades ise ne kadar önemli bir rolü olduğu ancak kitabın son sayfalarında tam anlamıyla ortaya çıkan ve aileyi tarihini yazacak kadar iyi tanıyan bir çingenedir. Belki yalnızlıktan tek kaçışları olarak gördükleri çingenelerin büyüsüne sonradan kendilerini kaptırıp soylarının yüksek rakamlı bir kitleye sahip olmasına yol açan ailenin gençleri üzerinde bu obanın çok önemli bir rolü olduğunu söylemek elbette yanlış olmayacaktır. Ne var ki ne kadar çoğalırlarsa çoğalsınlar Buendia soyu bir kere lanetlenmiştir ve bu çoğalma dürtüsü yüz yıllık bir laneti ortadan kaldırmaya yetmeyecek; ölüm elbet yalnız bir anında Buendiaların nefesinin önünde bitiverecektir. Hayatları boyunca yeniliklerle, iktidar çatışmalarıyla, takıntılarla ve gerçeküstü hastalıklarla savaşan Buendia ailesinde lanet gerçeği hep bir “korkulan sınır” niteliğini almıştır.

Din kavramınınsa çok da ön planda bulunmadığı bu eserde lanet kavramı o kadar ön plandadır ki; kaçarken, aslında onun gerçekleşmesine bizzat yol açtıkları düşünülürse dindeki “kader” kavramının yerine “lanet” kavramını atadıkları söylenebilir. Hayatları boyunca bu lanet korkusundan kaçıp saklanmaya çalışan Buendia ailesi her şeye rağmen bir şekilde pes etmiş, gerek kendilerini yalnızlıklarına kapattıkları bir odada, gerek yalnız yaşayan bir ağacın gölgesi altında; kimsesiz bir şekilde hayata gözlerini yumarak lanetlerine boyun eğmişler; ya da onu bizzat gerçekleştirmişlerdir.

Üç Kahraman...

Kitabın ana konusunu oluşturan Albay Aureliano Buendia, dönemin liberalizm ve muhafazakârlık görüşleri ve iktidar kavgaları arasında kendisini sürekli bir gelgit içerisinde bulmuştur. Sonunda liberalizmi benimseyerek katıldığı savaşların otuz ikisini de kaybeden Albay, sinirle sarf ettiği tehditler yüzünden on yedi farklı eşten olan on yedi oğlunun on yedisinin de kurşuna dizildikleri haberiyle çareyi yalnız bir ölümde bulmuştur. Onu ölüme iten sebeplerden savaşları kaybetmesini millî bilinçle değil, sırf şahsî onuru adına katılmış olmasının bir sonucu olarak düşünmesi ve bunun suçluluğundan kendisini alamaması da hesaba katılırsa; iç huzurdan yoksunluğun yol açtığı bir “yalnız ölüm” olduğundan söz edilebilir.

Romanın en güçlü kahramanı olan Ursula, evin annesi, din kavramından oldukça uzak olan diğer kahramanların yanında; dindar, güçlü, azimli, mantıklı, özverili ve her şeyden önce bütün ailenin kurucusu rolündedir. Öyle ki yalnızlık lanetine en çok direnen de kendisidir. Yaşlılık gözlerini kör ettiğinde dahi bunu kimseye belli etmeden bir süre direnebilmiş, daha sonra o da yalnız bir şekilde ölü bulunmuş ve Marquez bu durumu “yaşlılığın aşılmaz yalnızlığı” olarak nitelendirmiştir.

Son olarak kasabaya gelip giden Melquiades, ailenin yüz yıllık geçmişine oldukça önemli katkıları olan, sihirli güçlere sahip bir çingenedir. Roman, aslında Melquiades’in ayrıntılarıyla kaleme aldığı Buendia ailesinin hayatının, soyun son ferdi tarafından okunmakta olduğu el yazmalarından başka bir şey değildir. Soyun hayatta kalan son ferdi, kardeşi olduğunu sandığı eşinin aslında teyzesi olduğunu da el yazmalarından öğrenmiştir ki bu da karışık (lanetli) soy ilişkilerinin açık bir göstergesidir. Ne var ki yüz yıllık lanetin bu son üyesinin sonu da çingenenin el yazmalarında yazmaktadır. Bir taraftan kendi sonunu okurken bir taraftan da okuduklarını saniyesi saniyesine yaşayan son üye; yüzyıllık yalnızlık lanetini, yalnız ölerek noktalamaktadır.

Kitabın İletisi...

‘Kalabalıklar içerisinde yalnız kalmak’ durumunu, ‘yalnız ölüm’ gibi oldukça ürkütücü bir tasvirle okuyucuya sunan Marquez, bunun sebebi olarak da ‘iç huzurdan yoksun olma’nın her örneğinde altını çizmiştir. Ne kadar kalabalık bir toplum içerisinde yaşıyor olursak olalım, ne kadar geniş bir çevremiz olursa olsun, iç huzurumuz yoksa yalnızlık denilen “lanet” en yalnız anımızda bizi yakalayıp kaçınılmaz sonla buluşturabilir.

Chailaccs.forumup.org adresinden alıntıdır...

***

Gabriel Garcia Marquez

Share/Save/Bookmark