Ancak kendimize bize verilen kimliklerle özdeşleştirmeyi bırakırsak, ancak bunu başarabilirsek her türlü ırkçılığı, cinsiyetçiliği, milliyetçiliği, köktenciliği ve insanlar arasına sınırlar koyarak bizi farklı sürülere, alt sürülere bölen her şeyi saf dışı edebiliriz...
Satır Arası Cümle Ve Kesitler...
* İsmime noktalarını iade ediyorum diye homurdandı öteki, harflerin üzerinde dönen kobalt mavisi mürekkep lekelerinden alamadan gözlerini. Her bir nokta peçetenin üzerinde usul usul dağılıyor, dağıldıkça büyüyordu; şu hayatta başkalarının gözünde daha görünür olmanın yolunun, özden mümkün olduğunca uzaklaşmak anlamına geldiğini kanıtlarcasına...
* İnsan memleketini geride bıraktı mı kendinden en az bir parçayı feda etmeye hazır olmalıdır, derler. Eğer hal böyleyse Ömer neyi feda ettiğini biliyordu: noktalarını!..
* İsimlerin yabancı memleketlere ayak uydurma sürecinde muhakkak bir şeyler eksilir –bazen bir nokta, bazen bir harf ya da vurgu. Yabancı ismin başına gelenler pişmiş tavuğun olmasa da pişmiş ıspanağın başına gelenlere benzer- ana malzemeye yeni bir tat eklenmesine eklenmiştir de kalıpta gözle görülür bir çekme olmuştur bu arada. Yabancı işte ilk bu fireyi vermeyi öğrenir. Yabancı bir ülkede yaşamanın birinci icabı insanın aşina olduğu şeye, ismine yabancılaşmasıdır...
* Yabancı, ismin bir ya da birçok bölümü gölgede kalan insanlardır...
* Ortak bir yabancı dilde konuşan insanlar arasında kelimeler, sessizliklerde konuşmak, yokluklarıyla varolmak gibi muğlak bir yetenek geliştirirler. Bir nevi dilsel hayalet uzuv etkisi...
* Ey yolcu, seni taşıyan vapura asla tükürme!...
* İsim kaybetmek söz konusu olduğunda erkeklerin, isimlerin ne denli uçucu olduğunu daha küçükken öğrenen, öğrenmek durumunda kalan kadınlara nazaran çok daha korkak çıktığını söylerdi o her zamanki hafif, daimi ukalalığıyla...
* Sevgililerimizi elimizden kaçırmaktan ölesiye korktuğumuz için onlardan gelecek değişime inatla direniriz, oysa belki de aşkla beraber gelen değişim tek kurtarıcımız olacak hayatta...
* Aşık olmak sevgilinin isimlerini kendine mal etmektir, aşkın bitmesi ise isimlerin iadesi. İsimler insanların varoluş kalelerine uzanan köprülerdir. Onlar vasıtasıyla başkaları, hem dostlar hem de düşmanlar parmak ucunda içeri girmenin bir yolunu bulurlar. Birinin adını öğrenmek varoluşunun yarısını ele geçirmektir, gerisi parçalar ve ayrıntılardan ibarettir. Çocuklar bunu ruhlarının derinliklerinde bilirler. Bir yabancı isimlerini sorduklarında içgüdüsel olarak söylemeyi reddetmeleri bundandır. Çocuklar isimlerinin gücünü idrak eder ama büyüdüklerinde unutuverirler...
* İnsan sevgiliyi kendisinin ona verdiği isimle hatırlar, kendisi gittikten sonra edindiği isimle değil...
* Başka isimler, takma adlar, lakaplar, kesinlikle başka bir zamana, başka bir bilince ait, gayri resmi kayıtsız, tanımlanmamış isimler, kimi sonsuza kadar unutulmuş, kimi kalıcı, her biri aşk labirentinde sevgilinin elimizden kaçırıp gidebileceği gizli birer tünel, hem de daha aşığı yokluğunu bile fark edemeden. İsimler böyledir işte, bir insana dair ilk ve en kolay öğrenilen, ama aslında en zor sahip olunabilen...
* Aynı gün içinde aynı adamın üstelik tam da aynı sebeplerden ötürü bir yerilip bir övüldüğünü, bir övülüp bir yerildiğini duymak insanın aklına ve ruhuna ziyandı...
* Aşağılayıcı söylemin suç olduğunu biliyor muydunuz?..
* Ne de olsa kapılar sadece dışarıdan açılmazlar, bir dışarıya açılmaları mümkündür...
* Rastlantıların kendilerine has bir büyüsü vardır. Yeterince ani ve keyifliyseler bir de her biri fani yapımı minyatür boy mucizeler gibi görünebilir maruz kalanların gözlerine, özellikle de çaresizlerin...
* Bir : Güçlü kuvvetli bir şey seni sıkı sıkı tutmakta iken dahi düşebilirsin...
İki : üşme edinimi ille de aşağı doğru gitmek değildir; yeterince tepetaklak olmuşsan yukarı doğru düşmeyi de başarabilirsin...
Üç : Aksi yöndeki bütün yargılara rağmen yukarı doğru ölüme düşmek o kadar da kötü bir deneyim olmayabilir...
* Bütün strateji düşmana kendi silahıyla karşılık vermekten ibaretti...
* Hayatta insanın eğlenmeye mecbur tutulmasından daha bunaltıcı bir şey olmadığı sonucuna varmıştı...
* Doğru, tuhaf dünyada yaşamamak
Artık yarım yamalak öğrendiğin adetlere uymamak,
Bir insan geleceğinin anlamını vermemek
* Fırlatıp atmak ismini bile kırık bir oyuncak gibi...
* Kendimiz de dahil etrafımızdaki her şeyi yeniden adlandırma şansı ne zaman alınmıştı elimizden?..
* İsimleri sonsuza kadar sabitleyen bir dünyaya saplanmışım, harflerin çığrından çıkmasına izin vermeyen. Ama ne vakit kaşığımı alfabe çorbasına daldırsam ismimi ve onunla birlikte kaderimi yeniden düzenlemek üzere yeni harfler yakalamayı umuyorum. Daima endişeli ellerde eskiden olduğun şey olmama... adını bile bir kırık oyuncak gibi fırlatıp atma olasılığının özlemini çekiyorum...
* İnsan toplulukları zıt dinamiklerle işler. Son tahlillerde herkes yana yakıla popülerlik peşinde olsa da popüler olmayan, içe kapanık birine duyulan genel talep, popüler ve dışa dönük birine yönelik genel talebi geçebilir. İçe kapanık insanlar oksijen gibidir, etrafta olduklarında acilen ihtiyaç duyulur varlıklarına...
* İlerleme her kapıyı açan altın anahtardı sanki. Yeter ki ilerleme kaydedilsin, her şeye herkese cömertçe itimat edilebilirdi. Ancak ilerleme kaydetmenin sinsi tarafı başkalarının kişiden beklediği şeylerden ziyade insanın kendisinden beklediği şeylerdi...
* Özeleştiri her türlü insan topluluğunda inşa etmesi en zor şey olmuştur...
* Toplum önünde konuşma zorluğu çeken insanların yazı yazma yetenekleri hayli gelişmiş olabilir...
* Yokluklar kanunu her bütünde bir oyuk, bir kayıp, bir gedik olmasını gerektiriyordu...
* Sevginin perdelere ihtiyacı yoktur...
* Kaçak güreşmek ona çok iyi gelecekti. Gerçekle hayalin sükunetle birbirine karışması seyretmenin verdiği rahatlık, sürekli değişen isimlerle çevrili olmanın verdiği rahatlık, daima birbiriyle zıtlaşan iki farklı sese aynı anda konuşmanın verdiği rahatlık, ismini kırık bir oyuncak gibi atmanın, daima endişeli ellerde eskiden olduğun şey olmamanın verdiği rahatlık... Dolambaçlı kaygı dünyasıyla başa çıkmasına yardımcı olan işte bu kargaşaydı. İki kutup arasında serbestçe salınma fırsatını ele geçirmek çift kutuplu sarkacını durultmuştu. Ne de olsa bazen tedavi özde hastalıkla aynı olabilir, tıpkı panzehirin, zehirin ruh kardeşi olması gibi...
* Dünyanın başka yerlerinde yeni olmak insanın neyini nasılını bilmediği yeni bir yere gelmiş olması demektir ama zaman içinde bilinmeyenlerin hepsini olmasa da çoğunu öğrenme umudu vardır...
* Zamandan dışarı adım atmanın bir yolu yoktu. Ölü bebekler doğuran ve ölenlerin yasını bile tutmadan hemen yenilerine hamile kalan, o her şeyi kapsayıcı, yutucu rahimdi zaman... İnsanı daha uzun süre boğabilmek için azar azar boğuyor, azıcık soluklanmaya yetecek havayı vermeyi ihmal etmiyordu...
* Zamanı, ölü ve canlı bedenlerin içinde birlikte yüzdüğü o azgın akıntıya benzetiyordu...
* Hiç kimseydi, saf ve mükemmel –tümüyle isimsiz, geçmişsiz ve dolayısıyla kusursuz. Hiç kimse olduğu için herhangi biri olabilirdi. İsimsizlik cilası altında neredeyse görünmezleşecek kadar şeffaf bir maddeden oluşan bu aidiyetsiz boşluk ne harikaydı; hemen herkesin kişisel tarihlerinin en küçük ayrıntılarına kadar tanıdığı bu boğucu tanışıklıklar dünyasında o tam ve som bir yabancı olmuştu...
* İnsan yabancı oldu mu kendisi de olamıyor artık...
* İşitilmek istiyorsan söylediğini galibin diliyle söylemelisin...
* Her rüyanın anlamı bir dileğin gerçekleştirilmesi olabilir...
* Birbirleriyle alakasız olduğu zannedilen kültürler, Talih’i tasvir etmekte hatta onunla dalga geçmekte birbirine şaşırtıcı ölçüde benzer...
* Geçmişi sona erdiren arzulanmayan değişikliklere maruz kalmak gelecekteki değişimlere ta baştan son verme arzusunu uyandırabilir. Muhafaza edecek daha az şeyi olanlar sonun da herkesten muhafazakar olup çıkarlar...
* Hepsi farklı kimliklere sahip insanlardan oluşan gruplarda, ilk kez karşılaşan ya da birbirlerini iyi tanımayan alakasız insanlar arasında, bir konuya girmek onun etrafında dolanarak önceden keşif yapmayı gerektirir... Karşındakilerin senin kültürel arka planını ne kadar bildiğinin, ne kadar alıcı olacaklarının, önyargılarının nerede başlayacağının haritasını çıkarman gerekir çünkü bir yerlere yapışmış bir önyargı daima vardır...
* ‘Aguantar la vara como venga...’ Kılıç nereden gelirse gelsin dayanmak... (Boğa güreşlerinde kullanılan terim. İspanyol sözü...)
* Ancak kendimize bize verilen kimliklerle özdeşleştirmeyi bırakırsak, ancak bunu başarabilirsek her türlü ırkçılığı, cinsiyetçiliği, milliyetçiliği, köktenciliği ve insanlar arasına sınırlar koyarak bizi farklı sürülere, alt sürülere bölen her şeyi saf dışı edebiliriz...
* ‘Yapma ya, kim sınanmak ister?.. Ben istemem!.. ’ diye gakladı Gail, yüzü dilinden daha keskin parlayarak. ‘Bana kalsa bana ne kadar ihtiyacı olduğunu ona hatırlatmayı tercih ederim. Tıpkı Rilke’nin yazdığı gibi : Ben ölünce ne yapacaksın Tanrım?.. Beni kaybetmekle kaybedeceksin anlamını. İster Tanrı, ister milliyet, ister falanca din olsun... En önemli bulduğun şey her neyse ona şöyle demelisin : Ben –yani milyonlarca küçücük karınca arasındaki bu küçücük karınca- öldüğümde, bensiz ne yapacaksın?...
* Hem rakamlar arasında hiç de sıradan bir rakam değildir sıfır. Aslında sıfırın bir sayı olup olmadığı da şüphelidir, başka bir küreye açılan esrarlı bir kapı, başka bir küre olmasa da başka bir ekosistem, daha yüksek bir bilinç, her şeyin mümkün olduğu, hiçbir şeyin dönüşsüzce kaybedilmediği, sonların, dolayısıyla başlangıçların da olmadığı bir öte diyar...
* Yabancılar arasında hiç sesleri duyulmadan, tek kelime etmeden konuşabilirdi las tias. Konuşmaları dillendirmeye gerek yoktu. Titiz cümleler inşa etmeye gerek yoktu. Bu gereksiz ayrıntıların ağırlığını çekmeye ne lüzum vardı?.. Tam anlamlarını, olası göndermelerini açıklığa kavuşturmak için ne kadar uğraşırsan uğraş daima esas hedeflediğinden çok daha azını anlatan bir kelime çığının baskısı altında zihni felç etmenin ne alemi var ki?..
* Kayıp gözün yeri boş kalır...
* Gözünü kaybettin mi yerini boş tutman gerekir, dedi. Boşluğa kil doldurmaya kalkarsan, sadece çukur şeklinde bir kil topağı geçer eline...
* Her çevirmen ister basit ister külliyatlı bir metni çeviriyor olsun, şöyle ya da böyle bir hırsızlığın suç ortağıdır. Tıpkı kervanlarda bir yerden bir yere taşınan kıymetli mallar gibi kelimeler de yolda yağmalanır, tepeden tırnağa karalara bürünmüş sinematografik haydutlar tarafından değil, yazar, şair, yayıncı ve özellikle çevirmen kılığına girmiş kültürlü şahıslar tarafından...
* Sonraki hamlesi ne olursa olsun, karşılığında bir şey vermeden, bir bedel ödemeden o hamleyi yapmak istemiyordu. Sadaka aritmetiği. Aklın, salt aklın kılavuzluğunu tanıyanlar bu rakamsız matematiği anlamakta zorluk çekseler de öte dünyayla uzlaşmada artılarla eksilerin hesaplanıp denkleşmesi elzemdir. Hayattan olumlu bir gelişme bekleyebilmek için denklemi dengelemek, karşılığında bir şeyler vermek gerekir...
(“Taşların seni tanıdığı memleket, insanların seni tanıdığı memleketten iyidir...”
“ Arkadaşın bal bile olsa, hepsini yeme...”
“ Gecenin içinde fenerle yürümek, bulutlu günden iyidir...”
“ İnsanlar seninle yemek yerse sana ihanet ederler ama bir köpek seninle yemek yerse bil ki sevdiği içindir...”
“Burada arkadaşın olduğu için şanslısın. Unutma yakındaki arkadaşın uzaktaki kardeşten iyidir...”
“Sevinç yedi gün sürer, hüzün bir ömür boyu...”
*** Büyük bir ihtimalle Fas Atasözleri sanırım... Fas'lı karakterin söylediği sözler... )
* Atalet ayyaşlıkla akrabadır. İçine bir daldın mı nerede duracağını bilmeden, neden durman gerektiğini de akıl erdiremeden gömüldükçe gömülürsün ritmine...
* Şeytan ayrıntıda saklıdır, derler. Belki doğru, belki yanlış. Ama yabancılığın kanıtı kesinlikle ayrıntı da saklı...
* Geleceği şekillendirmek için çok uğraşabilir ve nihayet bunu başarabilirdi insan, hatta iyi bir hayat sürebilirdi ama hayatının önceden planlanabileceği yanılsamasına asla kapılmamalıydı...
* Doğa boşluklardan nefret eder, derler. Erkekler de boşluklardan nefret eder, kadınları sınıflandırırken yani karşı cinsle olan ilişkilerinde karşılaştıkları herhangi bir belirsizlikte hemen onları bir yerlere yerleştirmeye çalışır, kategoriler içre tutarlar...
* Aşk sevgiliyi kazanmayı değil, kendini onda kaybetmeyi gerektirir...
* Bütün evlilikler farklı farklı başlayıp aynı şekilde bittiğin göre bunun bir sebebi işin içine karışan insanlar olmalı. Bu bağlamda bilgi kesinlikle güç demek. Ne kadar ok insan tanıyorsan, o kadar ses karışıyor, evliliğin üzerinde o kadar çok etkileri oluyor. Başka bir deyişle evliliğinizin başarısızlığa uğramasını istemiyorsanız, evli olduğunuzu saklayın...
* “Bir erkek seni mahvetmeye yemin etmiyse, merak etme, gece vur kafayı uyu ama bir kadın seni mahvetmeye yemin ettiyse, sakın gözünü kırpma...” (Fas Atasözü)
* İnsan sıradan olmaya ne kadar uğraşırsa, o kadar uzaklaşıyordu sıradanlıktan...
* Bilgi sahibi olmakla elindekini bilmek arasında tersine ilişki vardı. İnsanın ne kadar imtiyazlı olduğunu bilebilmesi için öncelikle imtiyazsız olması gerekiyordu ama o zaman da paradoksal bir biçimde artık bilinecek bir imtiyaz kalmıyordu...
* Bu kitapları kemikleştiren, öğretmeyi hedefledikleri kurallardan ziyade kabul etmeyi reddettikleri kuralsızlıktı. Belletilen her şeyin kağıt üzerinde doğru olsa da, hayat tarafından yanlışlanabilir olmasıydı unuttukları...
* Hayat, etiyle kanıyla gerçek hayat gramer kurallarının içinde ikamet etse de sürekli, sistematik olarak bu kuralların dışına çıkmak için patikalar açıyordu kendine... Hayat, gramer kurallarının gereklerine göre cümleler kuruyor ama hemen ardından orda burda delikler açarak dilinin özünün sızmasına, kendi yolunu bulmasına da imkan tanıyordu...
* Zamanın dışında olduğundan gelecek algısı da yoktur.
* İnsanlar başkalarının ülkelerinde intihar edemez, burası onun vatanı değil. Peki hiç vatanı oldu mu onun?.. Kim gerçek yabancı – bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait olduğunu bilen mi yoksa kendi ülkesinde bir yabancı hayatı sürüp, ait olacak başka yeri de olmayan mı?..
Elif Şafak