Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği...

İyi ile kötü arasındaki sınır korkunç derecede bulanık...


Hepimizin, bakışlarını üzerimize dikecek birilerine gereksinimimiz var. Hangi tür bakışlar altında yaşamak istediğimize göre dört kategoriye ayrılabiliriz...

İlk kategori sayısız anonim gözü, başka bir deyişle kamu oyunun gözlerini özlüyor...

İkinci kategori bir sürü tanıdık göz tarafından seyredilmek için dirimsel bir gereksinim duyan insanların oluşturduğu kategoridir... Seyircilerini kaybettiklerinde yaşam odalarında ışıkların söndüğü duygusuna kapılan birinci kategoriden daha mutludurlar. (Ki bu, birinci kategoridekilerin başına er geç gelir.) İkinci kategoridekiler gereksindikleri gözleri her zaman bir yerlerden bulup çıkarırlar...

Üçüncü kategori sürekli sevdikleri insanın gözü önünde olmak isteyenlerin oluşturduğu kategori... Onların durumu birinci kategoridekilerin durumu kadar tehlikelidir. Bir gün sevdiklerinin gözleri kapanacak ve oda kararacaktır...

Dördüncü ve ender görülen kategori, varolmayan kişilerin düşsel gözlerinde yaşayanların oluşturduğu kategoridir... Bunlar düşçülerdir...

Satır Arası Cümle ve Kesitler...

* Yaşamlarımızın her saniyesi sonsuz kere yineleniyorsa, İsa’nın çarmıha çivili olduğu gibi biz de sonsuzluğa çivilenmişiz demektir...

* Bir yükten mutlak biçimde yoksun olmak insanoğlunu havadan daha hafif kılar, göklere doğru kanat açar insan, bu dünyadan ve dünyasal varlığından ayrılır, yalnızca yarı yarıya gerçek olur, devinimleri önemsizleştiği ölçüde özgürleşir...

* Sadece tek bir hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz...

* Teraza’yla olmak mı daha iyiydi, yalnız olmak mı?..

Karşılaştırma fırsatı olmadığı için hangi kararın daha iyi olduğunu sınamanın bir yolu yok... Olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz, önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi... Yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyle, ne değeri olabilir yaşamın?.. Yaşamın hep bir taslak olması da bundadır işte... Yok, taslak da tam anlatmıyor demek istediğimi, çünkü taslak bir şeyin ana çizgileriyle belirmesi demektir, bir ressamın az çok ortaya çıkmasıdır, yaşamımız dediğimiz taslaksa hiçbir şeyin taslağı değildir, bir resmin resme dönüşmeyecek ana çizgileridir...

‘Einmal ist keinmal’diyor Tomas kendi kendine. Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır... Yaşanacak bir tek hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez...

* Eğretilemelerle oyun olmaz. Tek bir eğretileme aşkı doğurabilir...

* Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur tek bir kadınla sınırlı olan arzu)

* Latince kökenli dillerde compassion şu anlama gelir: Başkaları acı çekerken insan hiçbir şey olmuyormuş gibi durup seyredemez ya da yüreklerimiz acı çekenlerin yanındadır...

* Birisine merhamet duyarak sevmek, gerçekten sevmek değildir...

* Kişinin kendi acısı bile, başkasıyla, başkası için hissettiği, imgelemle yoğunlaşan ve yüzlerce yankıyla uzadıkça uzayan bir acı kadar ağır gelmez...

* Gereklilik, ağırlık ve değer birbirinden ayrılmaz biçimde örülmüş üç kavramdır; sadece gereklilik ağırdır ve sadece ağır olan şey değerlidir...

* İnsanoğlu bedeninin her bir parçasına bir ad vermeyi öğrendi öğreneli, beden giderek daha az dert oldu başına... Ruhun eylem halindeki gri beyin hücrelerinden başka bir şey olmadığını da öğrendi. Eskinin ruh ve beden ikiliği bilimsel terimlere büründürüldü, şimdi artık buna yalnızca modası geçmiş önyargı diyerek gülüp geçiyoruz...

* Bir olay kendisini hazırlayan rastlantıların sayısı oranında önemli, anlamlı ve dikkate değer değil midir?..

* Rastlantıların, sadece rastlantıların söyleyecek bir sözü vardır bize. Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, gümbegün yinelenen her şey dilsizdir... Sadece rastlantı bir şey söyler bize... Onun diyeceklerini çingenelerin kahve falı bakmasını gibi karineyle çıkarırız...

* Gereklilik büyülü çözümler tanımaz-bunlar rastlantının işidir. Bir aşk unutulmaz olacaksa eğer, küçük rastlantılar Assisli Francis’in omuzlarına konan minik kuşlar gibi hemen o an kanat çırpa çırpa gökten aşağı doğru süzülmelidir...

* Gündelik hayatımız bir rastlantılar sağanağı altında yaşanır ya da daha kesin konuşmak gerekirse kişilerle olayların kazara bir araya gelmesiyle örülür. İki olay hiç beklenmedik bir biçimde aynı anda meydana gelir, kesişir...

* Birey en sıkıntılı anlarında bile güzelliğin yasaları uyarınca örer yaşamını...

* Duyumsallık, duyuların tümden harekete geçirilmesi anlamına gelir...

* Üniversite mezunu ile kendi kendini yetiştirmiş kişi arasındaki fark, bilgi düzeyinden çok dirim gücü ve kendine güven düzeyinin yüksekliğinde ortaya çıkar...

* Rüya görmek sadece bir iletişim (ya da şifreli iletişim diyelim isterseniz) edimi değildir, aynı zamanda estetik bir etkinlik, bir imgelem oyunu, kendi başına değeri olan bir oyundur. Rüyalarımız bize düş kurmanın –olmayan şeylerin rüyasını görmenin –insanlığın en köklü gereksinimleri arasında olduğunu kanıtlar...

* Gözü daha yükseklerde bir yerde olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır. Nedir göz kararması?.. Düşme korkusu mu?.. Peki ama gözetleme kulesinin sapasağlam tırabzanları da olsa bu korkuya kapılırız, neden?.. Yok göz kararması düşme korkusundan farklı bir şey. Bizi çağıran, bizi kışkırtan, altımızdaki boşluğun sesidir göz kararması; düşme arzusudur, bu arzunun karşısında dehşete kapılır, kendimizi korumaya çalışırız...

* Güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydı...

* Göz kararmasına güçsüzlerin esrimesi de diyebiliriz. Güçsüzlüğünün farkına varan bir kişinin güçsüzlüğüne karşı çıkmak yerine ona boyun eğmeye karar vermesi... Güçsüzlükten sarhoştur, daha güçsüzleşmek ister, kentin en büyük meydanında herkesin gözü önünde yere yuvarlanmak, daha da alçalmak, aşağının aşağısı olmak ister...

* Franz için aşk kamusal yaşamın bir uzantısı değil, antiteziydi. Kendisini eşinin merhametine bırakmayı özlemek demekti. Bir savaş tutsağı gibi teslim olan kişi aynı zamanda silahlarını da bırakmak zorundadır... Gelebilecek darbeye karşı daha baştan savunmasız olduğu için darbenin ne zaman geleceğini merak edip durmaktan kendini alamaz...

* Bütün aşıklar oyunun kuralını farkında olmadan kendilerince belirlerler, sınırları zorlamak daha baştan yasaklanmıştır...

* İnsan henüz epey gençse ve yaşam denen müzik parçası hala açılış notalarındaysa, yaşamın şurasını burasını değiştirip yeniden yazabilir, karşısındakiyle motif değiş tokuşu yapabilir...

* Peki ama nedir ihanet?.. İhanet setleri yıkmak demektir. İhanet, setleri yıkmak ve bilinmeyene doğru başını alıp gitmek demektir...

* İlk ihanet onarılmazdır. Başka ihanetlerden oluşan bir zinciri harekete geçirir ve bunlardan her biri bizi ilk ihanetimizden uzaklara, daha uzaklara götürür...

* Bir kısır döngü dedi Sabina. Müzik gitgide daha yüksek çalındığı için insanlar sağır oluyor. Ama insanlar sağır olduğu için müziğin daha da yüksek çalınması gerekiyor...

* Gürültünün iyi bir yanı var. Sözcükleri boğuyor...

* Görmek ise iki çizgiyle sınırlanmıştır: Gözleri kamaştıran güçlü ışık ve zifiri karanlık.

* Aşırı uçlar, ardında yaşamın sona erdiği sınırlar demektir ve sanatta da politikada da, aşırılığa duyulan tutku, ölüme duyulan örtük bir özlemdir aslında...

* İstediğin sonsuzluksa, kapatıver gözlerini...

* İnsan kendi içinde karanlıkta büyüdükçe, dış çizgileri küçülür, kaybolur...

* Onun için karanlık sonsuz demek değildi, onun için, gördüğü şeyle uyuşmamak, gördüğü şeyin olumsuzlanması, görmeyi reddetmekti...

* Bir toplum zenginse, bireylerin elleriyle çalışmalarına gerek yoktur; kendilerine zihin ve ruh etkinliklerine adayabilirler.

* Kültür aşırı üretimden, sözcük çığından, nicelik çığından yok olup gitmekte.

* Yaşam ne kadar masum olursa olsun, mezarlıklarda hep huzur vardır...

* Şiddetle tamamlanan şeyler vardır yaşamda. Bedensel sevgi şiddetsiz düşünülemez...

* Sevgi insanın gücünden vazgeçmesi demektir...

* Gerçek yaşamak, ne kendi kendimize ne de başkalarına yalan söylememek, ancak insanlardan uzak olduğunda mümkündü... Yaptığımız işlere başkasının gözü değdiği an; ister istemez o göze hoş görünmeye çalışırız ve yaptığımız hiçbir şey dürüstçe olmaz... Bizi seyreden birilerinin olması, bizi seyredenleri bir türü aklımızdan çıkaramamak, yalanlar içinde yaşamak demektir...

* Sabina kişilerin kendilerine ve dostlarına ilişkin bütün sırlarını ele verdikleri edebiyat türünü aşağılık bulurdu... Gizliliğini kaybeden, her şeyini kaybetmiş demektir, diye düşünürdü...

* Franz için gerçek yaşamak, yaşamın özel ve kamusal olarak ikiye bölünmesinin bütün yalanların kaynağı olduğuna emindi, kişi özel yaşamında başka bir şeydi, başkalarıyla birlikteyken bambaşka bir şey. Franz için gerçek yaşamak, özel ve kamusal engelleri yıkmak demekti...

* Yaşamımızdaki sarsıcı durumları dile getirmek istediğimizde, ağırlık beliren eğretimelere başvurmak eğilimindeyizdir. Bir şeyin bizim için bir yük olduğunu söyleriz. Ya taşırız bu yükü, ya da beceremez, okkanın altına gideriz, bu yükle didişir, kazanır ya da kaybediriz...

* Peşine düştüğümüz hedefler hep bir parça sislerle örtülüdür...

* Bir şişe şarap eşliğinde sürdürülen özel bir konuşma radyoda yayımlanabiliyorsa, dünya bir toplama kampına dönüşüyor demek değil de nedir bu?..

* Cevabı olmayan bir soru aşılamayacak bir engeldir... Bir başka deyişle insani olasılıkların sınırlarını belirleyen, insan varoluşun sınırlarını saptayan cevabı olmayan sorulardır...

* İnsanlar genellikle dertlerinden kurtulmak için geleceğe kaçarlar, zamanın yoluna düşsel bir çizgi çeker, bu çizginin ötesinde o anki dert ve sıkıntıların sona ereceğini sanırlar...

* Aşklar da imparatorluklar gibidir; üzerine dayandırdıkları düşünceler unufak olduğunda, onlar da silinir gider...

* Modern çağda düşünce çürütülebilir evet, ama geri alınamaz...

* Terörle yönetilen bir toplumda, hiçbir ifade ciddiye alınmaz...

* Tatlı sözler söyleyen, saygılı, nazik biriyle karşılıklı oturdunuz mu, onun söylediği hiçbir şeyin içten olmadığını kendi kendinize hatırlatmanız dünyanın en zor işidir. İnançsızlığı korumak ve sürdürmek (hiç tavsatmadan, sistemli bir biçimde, en ufak bir duraksamaya kapılmadan) olağanüstü bir çaba ve doğru dürüst ön eğitim gerektirir...

* İnsanlar insan kardeşlerinin ahlaki işkenceler altında kıvrandığını görmekten zevk alıyorlardı ki, açıklamasını dinleyerek bu zevki bozmaya kimse yanaşamazdı...

* İnsanları kategorilere ayırmanın mümkün olduğu ölçüde, en şaşmaz kıstas onları hayat boyu sürüp giden şu ya da bu etkinliğe yönelten çok derinlere kök salmış arzulardır...

* Dünya üzerindeki bütün aktörler birbirlerine benzer –ister Paris’te, ister Prag’da, uzak bir taşra tiyatrosunda. Bir aktör, bir çocukluk yıllarından başlayarak anonim bir seyirci grubuna kendini seyrettirmeyi kabul etmiş biridir. Yetenekle ilgisi olmayan, yetenekten daha derinlere uzanan bu ön kabul olmaksızın hiç kimse aktör olamaz...

* Gerçekleşme olasılığı çok uzak olan tehlikelerden korkma hakkına da sahiptir...

* İçsel buyruklar daha çok güçlüdür ve bu yüzden başkaldırmaya daha çok kışkırtır insanları...

* Ben’de özgün ve benzersiz olan şey, bir kişide düşlenemeyen ne varsa onun içine gizlenir. Düşleyebildiklerimiz herkesin başkaları gibi yaptığı şeyler, insanların ortak yanlarıdır ancak. Bireysel ‘ben’ alelade olandan farklı olan, yani önceden tahmin edilip kestirilemeyen, peçesini, örtüsünü sıyırıp açmak, fethetmek gereken şeydir...

* Çok sayıda kadının peşinde koşan erkekleri rahatlıkla iki kategoriye ayırabiliriz. Bazıları bütün kadınlarda kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler. Ötekiler ise nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliğini ele geçirme isteğiyle davranırlar...

* ‘ Duygusal zevk peşinde değilim’ derdi kız, ‘benim aradığım mutluluk. Ve içinde mutluluk olmayan zevk de zevk değildir...’

* Düşünceler de hayat kurtarabilir...

* İyi ile kötü arasındaki sınır korkunç derecede bulanık...

* Başkaları susturulurken kişinin sesini yükseltmesi doğru bir davranış değil miydi?..

* Bağırarak sonu çabuklaştırmak mı daha iyidir, yoksa susmak ve böylelikle daha yavaş bir ölümle ölmek mi?..

* İnsan hayatı ancak bir defa yaşanır ve kararlarımızın hangilerinin doğru hangilerinin yanlış olduğunu kestiremememizin nedeni, verili bir durumda ancak bir tek karar verebilecek olmamızdır, ikinci, üçüncü ya da dördüncü yaşamımız yok ki çeşitli kararlarımızı birbiriyle karşılaştıralım...

* Kistch insan varoluşunda temelden kabul edilemez olan her şeyi kapsamı dışına atar...

* Yürek konuştuğunda , akıl karşı koymayı yakışıksız bulur...

* Totaliter kistch’in kapsadığı alanda bütün cevaplar önceden verilmiştir ve bu her türlü soruyu imkansız kılar. Demek ki totaliter kistch’in gerçekten karşısında olan kişi sorular soran kişidir... soru, dekor bezini yırtıp bize sahnenin arkasında gizli olanı gösteren bir bıçak gibidir... Hatta Sabina tablolarının anlamını da böyle açıklamıştı. Teraza’ya; Yüzeyde anlaşılabilir bir yalan; altında yalanın içinden kendini belli eden açıklanmaz, anlatılmaz bir gerçek...

Ama totaliter rejim dediğimiz şeye karşı savaşanlar da sürekli kendilerini sorgulayarak şüpheler içinde iş göremezler... Onlar da, kalabalıklara bir şeyleri anlatmak, ortak gözyaşları döktürmek için kesinliklere ve basit gerçeklere gerek duyarlar...

* Kistch’in yalan olduğu ortaya çıktığı an, kistch, kistch –olmayan bağlamına girer, böylelikle otorite gücünü kaybeder ve herhangi bir insan zaafı kadar dokunaklı olur sadece. Çünkü hiçbirimiz kistch’ten tamamen sakınacak kadar insanüstü değiliz...

* Politik hareketler akli tutumlardan çok, şu ya da bu politik kistch’i oluşturan düş, imge ya da sözcükler üzerinden yükselirler...

* Ne yaptıklarını bilmeyen insanları cezalandırmak barbarlıktır...

* İnsan henüz insan olma yollarına düşmemişti. Şimdiyse zamanın boşluğu içinden düz bir çizgi izleyerek uçan, nicenin kovulmuşlarıyız hepimiz...

* Aşkı ölçmek, sınamak denemek ve kurtarmak için aşka yönelttiğimiz bütün bu sorular belki de her şeyin yanısıra aşkı kısaltmaya da yarıyor...

* İnsan zamanı bir düngü izlemiyor, onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor, mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir...

* Dehşet bir şoktur, mutlak bir körleşmenin zamanı... Dehşette en ufak bir güzelleşme yoktur... Bütün görebildiğimiz bizi bekleyen bir olayın gelip geçici ışığıdır... Öte yandan hüzün olacakları bildiğimizi varsayan bir tavırdır...

Mılan Kundera

Share/Save/Bookmark