Ve insanların hayat felsefeleri çoğu zaman attıkları zarların isminden başka bir şey değildir...
* İçgüdülerimiz olmasa kimse kötü, çıkarlarımız olmasa kimse iyi olamazdı diye fısıldadı Şeytan... Ve ekledi : Üstelik iyiler can sıkarlar...
* Üstelik dünyada kötüler ve iyiler de yoktur. Dürüstler ve yalancılar vardır... Ve dürüst bir kötü; iyiye, sahte bir iyiden çok daha yakındır... Ben istedim, ben yaptım... Kimseyi suçlamıyorum, bedelini ödüyorum diyen adam her ne yaptı ise iyi yapmıştır...
* Bize yapılan iyiliklerin bedeli nankörlüğümüzdür. Nankörlük, iyilik yapanın bir de üstüne bunun keyfine sürmesine engel olur. Kaç baba, kaç sevgili, kaç eş yaşamıştır bunu? Nankörlük kötülükten gelmez... Çok yüksek bir adalet ve hak içgüdüsünden gelir... Çünkü minnet esaretin en kötüsüdür...
* İş dünyasında doğruyu söylemek aptallıktır, siyasette suç, sosyetede ise terbiyesizliktir...
* Nefrete sevgiden daha çok güvenirim dedi Şeytan... Çünkü nefretin sahtesi olmaz...
* Sevginin karşıtı nefret diyorlar... Hayır sevginin karşıtı nefret değil değildir. Yalandır...
* Yalan her zaman edepli ve ince bir zekayı gerektirir... Gerçekler ise kaba ve küstah bir vücudu...
* Gerçek... Lügatımızdaki o en açık saçık, en utanmaz, en arsız, en hayasız ve en müstehcen kelime... Çünkü gerçek, vallahi her zaman bir skandaldır...
* Küçük her zaman daha büyüğünü gizlemek için itiraf edilir...
* Gerçek, yalanların arasından sezilebilir gibi olan...
* Yalan, gerçeğin boş bulunup ortaya çıkarak Ben gerçeğim diye bağırması...
* Samimi insanlar can sıkarlar... Neden mi?.. Oyun oynamasını bilmezler... Bu yüzden samimi kadınlar yalnız kalırlar, çünkü onlarla fikir alışverişi yapılır ancak. Kırıştırılmaz...
* Dostlarımız hakkında yargılarımızın çok azı iyidir... Onlar da iyi olmazlardı, çıkarlarımız olmasa...
* Siyasette ve iş dünyasında bir sahtekar bir dürüstle karşılaştığı zaman çok şaşırır, çünkü o herkesi kendi gibi bilir. Sosyetede ise bir narsist başka bir narsist ile karşılaştığı zaman çok şaşırır, çünkü o kendini herkesten başka biliyordur...
* Kapitalizmin başardığı tek gerçek eşitlikte, kaderin cilvesine bakın ki aynı komünizmdeki gibi oldu. Sefalette eşitlik...
* Zenginler ve fakirler ilk defa benzer sefil duygular çekiyorlar. Gelecek korkusu, para endişesi, başarısızlık kaygısı ve çok çalışma gereği...
* Dışarıdan gelecek tehlikelere karşı kapısını silahla bir bekçinin tuttuğu her mekan, dışarıya çıkma özgürlüğünün de engellendiği bir mekandır... Hakkaniyet her zaman yerini bulur...
* Mülkün temeli adalet değildir. Kudrettir, zordur... Ama adaletin temeli mülktür...
* Sistemin temeli mülkiyettir... Kaba inşaatı devlettir... Çatısı rüşvettir... İnsan hakları, düşünce özgürlüğü ve demokrasi ise dekorasyonu...
* Dünyanın kanseri işadamlarıdır... Çünkü ancak kanser hücreleri beslendikleri organizmayı harap ederek çoğalırlar... Büyümek için büyü. Çoğalmak için çoğal. İlerlemek için ilerle. Kalkınmak için kalkın. Kapitalizmin ve kanserin ideolojileri birbirinin tıpatıp aynısıdır...
* Çalışmak zorunluluğu halkın yularıdır... Tüketmek, daha çok tüketmek ise kamçısı...
* Fiziksel olarak en pis işlerde çalışanlara en düşük ücretleri öderiz... Ruhen en pis işlerde çalışanlara ise en yüksek...
* Para, güvenlik konfor, özgürlük ve mutluluk getirir. Ama ne fakirlerin hayal ettikleri, ne de zenginlerin uğrunda harcadıkları kadar...
* İlerleme en güzel günlere dönüşün artık mümkün olamayacağını anladığımız noktadan itibaren, yürümek zorunda kaldığımız o acılarla dolu yola verdiğimiz şatafatlı isim... İlerleme düşüncesi tamamen saçmadır. Sonsuz boyutlu bir evrende hiçbir cismin hiçbir yere ilerleyememesi gibi, sonsuz zamanlı bir evrende de hiçbir ulus, insan veya tarih ilerleyemez. Var olan her şey başıboş dönmekte ve akmaktadır... Doğa amaçsızdır. Yaşamın başı boştur. Evren işsizdir. Hakikati böyle görenler çok daha mutludurlar ve en azından hakikati böyle görmeyenler kadar haklıdırlar...
* Yirminci yüzyılın ilk yarısı pisi pisine ölmekle geçti... İkinci yarısı ise boşu boşuna çalışmakla...
* Yirminci yüzyılda akıl delirdi... Gelen yüzyıllarda ise delilik akıllanır umarım...
* Eski çağlarda açlık ve esaret isyanlara sebep olurdu. Modern çağlarda milliyetçilik ve sosyalizm. Gelen dünyada ise can sıkıntısı...
* Mutsuzluğunuzu azaltırsa bu bir ilaçtır... Mutluluğunuzu artırırsa uyuşturucu...
* Din kitlelerin uyuşturucusudur derdi geçen yüzyılın bir bilgesi... Bu geçti. Gelen yüzyılda uyuşturucular kitlelerin dini olacak...
* Hiçbir şey yapmamayı becermek, bir şeyler yapmayı becermekten çok daha zordur... Çünkü devamlı bir şeylerin peşinde koşturmak, plan, proje ve programlar, arkası kesilmeyen telefonlar, randevular bağımlılık yaratır. Faaliyet, kokainden daha güçlü bir uyarıcıdır, bağımlılığı ise eroinden beterdir...
* Hiçbir şey yapmamaya başlamak kendinle baş başa kalmaktır ve herkesin kendi canını en çok sıkan bizzat kendisidir...
* Ne istediğini bilen bir aylak, ne için çalıştığını bilmeyen bir çalışkandan daha çok şey yapar, yaşar, yaratır...
* Sürat, yaşamın her lezzetini bilinçaltlarında bir an evvel bitirmek isteyenlerin tutkusudur...
* Feodal zaman değersizdir. Her şey boş. Ölüp gideceğiz... Kapitalist zaman ise değerlidir. Vakit nakittir...
* Çalışkan zamanı satarak paraya çevirmeye çalışır. Çok parası olunca da bu sefer parasını satarak zamanı geri almaya çalışır. Zenginlerin en büyük paradoksu budur...
* Hayat artık bir bahanedir... Neden yaşamak sorumak artık manasızdır... Çünkü hayat bir soru değildir artık... Ya bir cevaptır. Ya bir sebeptir. Ya bir bahane ya da bir mazerettir. Üretmek için yaşamak, tüketmek için yaşamak, başarmak için yaşamak, kalkınmak için yaşamak, ilerlemek için yaşamak...
* Yaşamak!.. O koskoca muamma. O korkutucu boşluk... O baş döndüren derinlikler... O dağ başları, o uçurumlar. O uçsuz bucaksız çöller. O hayret, o heyecan.... Geçti...
* Sen bir soru değilsin artık... Soruların en büyüğü. Hayır sen artık bir soru bile değilsin. Bambaşka sorulara verilmiş alelade bir cevapsın sen... Onun bunun bahanesisin...
* Haz vermeyen özgürlük, kesinlikle düzmecedir. Ve özgürleştirmeyen haz, kesinlikle yapmacıktır...
* Ve insanların hayat felsefeleri çoğu zaman attıkları zarların isminden başka bir şey değildir... Dubara gelirse, hayat dubaradır derler... Düşeş gelirse düşeş...
* Hayatımızın yapıtaşları rastlantılardır... kısmet denilen zillinin egemenliği kabul edip rahat edeceğimize, çaba denilen bir hödük ve akıl isminde bir snopla yola çıkarız hep. Ve tabi çuvallarız...
* Talihin pezevengi fırsatlardır... Onunla düzüşmek istiyorsanız önce fırsatı görmelisiniz...
* İnsanın hayatta isteklerine ulaşmada göstereceği aşırı gayretkeşlik, ısrarcılık ve kararlılık hayatın bütün mucizelerini, tılsımlarını ve kerametlerini küstürür...
* Hayat tecrübelerin ne kadar azsa planların, programların ve prensiplerin o kadar çok olur...
* Zaruret ve kısmetle pazarlık yapılmaz. Çaba ise yüzde bir hissesine bakmaz, anasının nikahını ister. Düş kırıklarımızın yegane sebebi ise, çabanın hissesini daha yüksek sanmamızdır...
* Dünyada bütün yaptıklarımız çabamızdan ötürü değil, talihimizden ötürüdür diyorsak, bu yüzden kötümser olmaya ne gerek var?.. Bir talih bu. İyi bir talih. Hiçbir şeyin yakasına yapışmamayı öğretiyor bize...
* Yokuş çıkarken insanın gözü yoldadır; inerken ise manzara da... İşte bu yüzden görürürüz günümüzü hep inerken...
* Şöhret rüşvet gibidir. Kimse elini açıp istemez. Yan cebine sokulsun yeter...
* Merak etmeyin, bu dünyada kendileri için hiçbir şey istemeyenlerin muhakkak öbür dünyadan bir karşı talepleri vardır. Çünkü onlar her reddedilen dünyevi lezzet için ilahi bir telafi olduğunu çok iyi bilen, aramızdaki en hin oğlu hin, en haz düşkünü uyanıklardır...
* Kendini bilmek kendini hapsetmektir; ileri safhalarında Tanrı’nın işine karışmaktır, hatta şirktir...
* Arada sırada taptaze, yepyeni bir ‘ben’ olabilmenin ön şartı kendini bilmek değil, tam tersine kendini unutmaktır...
* Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Bu materyalist batının felsefesidir. Doğuya göre işin doğrusu ve sırası terstir... Sağlam vücut sağlam kafada bulunur. Tasavvuf ise her ikisi için önce sağlam gönül arar. Bana sorarsanız, dolu bir cüzdan bulun derim. Sonra... Sonra hep ayağınıza kadar gelir, şeyhleriyle, hocalarıyla, gurularıyla, diet programları, tai chi egzersizleri ve feng-şui videolarıyla...
* Yeni çağın boş inançlarıyla alay ettiğime bakma dedi Şeytan. Boş inançlar yine de bütün dinlerden daha iyidirler. Çok çok daha iyidirler. Üfürükçüler, kahinler, falcılar, büyücüler, muskacılar, baskıcı ve zorlayıcı değillerdir, ahlakınız ve özel hayatınız onları ilgilendirmez. Boş inanç ahlak dışıdır. Kötülerin de doğru büyüyle kazanacakları, inler ve cinlerle dolu apayrı alemlere inanılır sadece. Her bakımdan kiliseli, kitaplı kanuncu ve kuralcı, mutlak bütüncü ve tekçi, buyurgan ve baskıcı dinlerden çok daha özgürlükçü, renkli, yaratıcı, neşeli ve keyifli bir dünyaya işaret ederler...
* Mutluluk üstüne düşünmek, hele mutluluk için çabalamak kimseyi mutlu etmez. Mutluluk her şeyden önce mutluluğu unutmaktır...
* Mutluluğumuzu hiç aklımıza getirmediğimiz zamanlar gerçekten mutluyuzdur... İşte onun için gerçek mutluluk hep sonradan dank eder...
* Ve insanın en büyük ruhsal düşmanı ne mutsuzluk, ne huzursuzluk, ne de çekilen acılardır; can sıkıntısıdır... Mutluluk ve huzuru arar gibi görünürüz. Bulunca da sevinir gibi görünürüz. Ama hayatta asıl aradığımız heyecandır. Çünkü hayatın düşmanı ölüm değildir, can sıkıntısıdır...
* Aşırı mutlu olmamak, mutlulukların en huzurlusu...
* Mutluluk neşeli bir gurursuz olmaktır. Hiç çekinmeden, sıkılmadan ve utanmadan ele güne karşı rezil olabilmek ve bunun keyfini çıkartabilmektir...
* Çocukluğumuzda zaman kavramı, orta yaşlarımızda zamanımız, yaşlılığımızda ise zaman yoktur...
* İyimser ile kötümser arasındaki yegane fark vade farkıdır. Yoksa uzun vadede herkes iyimserdir...
* Herkes doğarken muhteşem bir mucize, yaşarken son derece alelade, ölürken ise esrarengiz bir bilmecedir...
Yaşarken ölümden korkma hakkımız var. Ama doğarken yaşamdan korkma hakkımız yok. Haksızlık bu!..
* Aşk ve İman : Birbirlerine benzerler. Gerçek aşıkların ve gerçek dindarların sebeplere ve kanıtlara ihtiyaçları yoktur. O aklımızca değil, gönlümüzce bilinendir. O yaşanandır, anlaşılan ve anlatılan değil... Aşkın dili peygamberlerin ayetlerine, evliyaların, azizlerin şiirlerine benzer. Onlar konuşunca akıl susmalı...
* Büyük bir aşk her zaman rastlantıdır. İlişki sipariş edilir. Satın alınır. Hak edilir. Hatta çalınır. Ama aşk sadece bulunuverir. Birdenbire...
* Her önüne gelenle düşüp kalkmanın bize öğreteceği tek şey, insan hafızasının zayıflığıdır. Bir müddet sonra herkes ya birbirini andırır ya da birbirine karışır...
* Erkeklerin kıskançlığı biraz daha farklıdır. Erkek ihanet eden kadınını kıskanmaz, öbür herifin talihini, cazibesini, neşesini ve keyfini kıskanır. Erkeklerin kıskançlığı kadınlarına duydukları güvensizlikle ilgili değil, kendi erkekliklerine duydukları güvensizlikle ilgilidir...
* İhanetten önce şehvet, ihanetten sonra sadakat konuşur...
* İnsan yalanını itiraf ederken bile düzinelerle yalan söyler. Detaylar yumuşatılır, sahneler değiştirilir, figüranlar gizlenir. Bazı dostlar aklanır. İtirafçılar akıllıdır. Ayrıntıların toplamından ortaya çıkacak manzara, itiraf edilen o alelade gerçekten çok daha katlanılmazdır çünkü. Büyük ve asıl yalan hep ayrıntılarda gizlidir. Ve hiçbir zaman, en içten itiraflarda dahi ortaya çıkmasına izin verilmez. Kimse ama hiç kimse gerçeğin tamamına katlanamaz, içimizdeki en mert ve en cesur olanlarımız dahil...
* Erkekler ve kadınlar affetmek ve unutmak konusunda da biraz farklıdırlar. Erkek çabuk unutur ama asla affetmez. Kadın derhal affeder ama asla unutmaz...
* Unutmak değil bu mümkün de değildir ama hatırlamamaya çalışmak, işte bu hayatta en kazanılması gereken iyi bir meziyettir...
* Tutarlı düşünmek mi?.. Kendini hadım etmektir...
* Akıl yılan gibidir. Büyümesi, olgunlaşması ve tazelenmesi için eski derisini bırakması gerekir...
* Yıkmak ve yaratmak için vahşi kurtlar gibi düşünmek gerekir, ehil köpekler gibi değil...
* Derinler mi?... Tanrılar bile boğulur oralarda...
* Her şey hiç’tir... Eğer öyleyse hiç de ‘hiç’tir. Bak inanacak bir ‘hiç’in’ bile kalmadı işte geriye diye fısıldadı Şeytan...
* Aforizmalar : Hepsi önceden doğrudurlar. Üstünde biraz durup düşünürseniz yanlışlaşırlar. Daha çok düşünürseniz tekrar doğrulaşırlar. Sonra... Sonra tekrar yanlışlaşırlar... Peki nereye kadar gider bu?... Bıkana kadar gider vallahi...
* Her sözün, her cümlenin ve her doğrunun altı, üstü, sağı, solu, önü ve arkası vardır. Ve her biri bambaşka sözlere, cümlelere ve doğrulara çıkar. Anlam hakikate doğru böyle genişler ama asla ona varamaz...
* Hakikat dil ile asla kavranılamayacak bir zıt anlamlar kargaşasıdır. Herkes aynı dili konuşur ama kimse kimseyle pek anlaşamaz, kendisiyle bile...
Emre Yılmaz...