"Bilmiyorum," dedi; dili yarı felç olmuş gibiydi. "Hayır. Harika değil. Çirkin bir dünya. Bu dünyaya benzemiyor. Anarres sadece tozdan ve kuru tepelerden oluşuyor. Her şey az, her şey kupkuru, insanlar da güzel değil. Hepsinin koca elleri ve ayakları var, benimkiler ve buradaki garsonunkiler gibi. Ama koca göbekleri yok. Çok kirlenirler, birlikte yıkanırlar, burada kimse bunu yapmaz. Kentler çok küçük ve sönüktür, sıkıcıdır. Hiç saray yoktur. Yaşam sıkıcıdır, çok çalışılır. Her zaman istediğinizi alamazsınız, hatta bazen gereksindiğinizi bile, çünkü yeterince yoktur. Siz Urras’lılann her şeyi yeterince var. Yeterince hava, yeterince yağmur, çimen, okyanuslar, yiyecek, müzik, yapılar, fabrikalar, makineler, kitaplar, giysiler, tarih. Siz zenginsiniz, siz sahipsiniz. Biz yoksuluz, biz yoksunuz. Sizde var, bizde yok. Burada her şey çok güzel. Güzel olmayan yalnızca yüzler. Anarres’te hiç bir şey güzel değildir, yalnız yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok, birbirimizden başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiç bir seye sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek basma, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizde görebildiğim yalnızca bu— duvar, duvar!"
Satır Arası Cümleler ve Pasajlar...
* Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu. Bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
* Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içerde, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı...
* Ölmek, kendini yitirmek ve diğerlerine katılmaktır. O ise kendini kurtarmış, diğerlerini yitirmişti...
* Kimoe’nin düşünceleri hiçbir zaman bir doğru üzerinde ilerlemiyordu, şunun çevresinden dolaşıp bundan kaçınmak zorunda kalıyordu ve en sonunda son bir darbeyle duvara tosluyordu. Düşüncelerin arasında duvar vardı ve sürekli onların arkasında gizlendiği halde varlıklarından tümüyle habersiz görünüyordu.
* Senin değil dedi tek gözlü kadın, kesinlik içeren bir yumuşaklıkla. Hiçbir şey senin değil. Kullanmak için var, paylaşmak için var. Eğer paylaşmazsan kullanamazsın...
* Bazıları yaşamın cilvelerini kolay kabul edemez...
* Her zaman geriye kalan yolun yarısı kadar yol gitmek zorunda ve her zaman gidecek yolun yarısı var...
* Konuşma paylaşmadır, birlikte yapılan bir sanat...
* Sayılar her zaman sakin ve sağlamdı, hata yaptığı zaman onlara sığınabilirdi, çünkü onlarda hiç hata yoktu... Bir süre önce kareyi kafasında tasarlamıştı, müziğin zamanında yaptığı tasarımlara benzeyen, uzayda bir tasarım. İlk 9 tam sayıdan oluşan ve merkezinde 5 sayısı olan bir kare. Sıralar nasıl toparlanırsa toplansın sonuç aynı çıkıyordu, bütün eşitsizlikler dengeleniyordu, bakması hoştu.
* Sözlerle söylenen hiçbir şey tam doğru çıkmıyordu. Söze dökülen şeyler düzgün durup birbirine uyacağına eğilip, bükülüyor, uçup gidiyordu... Ama sözlerin altında, merkezde, karenin merkezi gibi, her şey doğru çıkıyordu. Her şey değişebilir, ama hiçbir şey yitirilmezdi... Eğer sayıları görebilirseniz bunu anlayabilirdiniz, dengeyi, şekilleri, dünyanın yapı taşlarını görürdünüz. Ve onlar sağlamdı...
* ‘O zaman gerçek nerede?’ diye karşı çıktı Bedap ve esnedi... ‘İnsanın üstünde oturduğu tepede’ dedi Trin...
* Hasta bir organizmada sağlıklı hücreler bile yaşayamaz...
* Düzen emirler demek değil...
* Nasıl olduğunu görmek için başka biri olmaya çalışmak isteyebilirsin, ama olamazsın...
* Sahip olmak yanlıştır, paylaşmak doğrudur...
* Birçok kadının bir erkekle tek ilişkisi sahip olma ilişkisidir. Ya sahip olma, ya da sahip olunma...
- Bu konuda erkeklerden farklı olduklarını mı düşünüyorsun?...
- Düşünmüyorum, biliyorum....Erkeğin istediği özgürlüktür. Kadının istediği mülkiyettir. Seni ancak başka bir şeyle takas edebilirse serbest bırakabilir. Bütün kadınlar mülkiyetçidir...
* En iyiyi aramak senin görevin Shevek; sahte eşitçiliğin seni kandırmasına hiçbir zaman izin verme. Sabul’la çalışacaksın, iyidir, seni çok çalıştıracak. Ama izlemek istediğin çizgiyi bulmakta özgür olmalısın. Burada bir dönem daha kal, sonra git. Abbenay’da da kendine dikkat et. Özgür kal. Güç her zaman merkezde toplanır. Merkeze gidiyorsun...
* Acı çekmek bir yanlış anlamadır...
* Acı var dedi Shevek ellerini açarak. ‘Gerçek. Ona yanlış anlama diyebilirim, ama varolmadığını veya herhangi bir zamanda yok olacağını varsayamam. Acı çekme yaşamımızın bir koşulu. Başına geldiği zaman fark ediyorsun. Onun gerçek olduğunu anlıyorsun. Tabii ki, tıpkı toplumsal organizmanın yaptığı gibi, hastalıkları iyileştirmek, açlık ve adaletsizliği önlemek doğru bir şey. Ama hiçbir toplum var olmanın doğasını değiştiremez. Acı çekmeyi önleyemeyiz. Şu acıyı, bu acıyı dindirebiliriz ama acıyı dindiremeyiz. Bir toplum ancak toplumsal acıyı –gereksiz acıyı- dindirebilir. Gerisi kalır. Kök gerçek olan. Buradaki herkes acıyı öğrenecek; eğer elli yıl yaşarsak, elli yıldır acıyı biliyor olacağız. En sonunda da öleceğiz. Bu doğuşumuzun koşulu. Yaşamdan korkuyorum. Bazen ben çok korkuyorum. Herhangi bir mutluluk çok basit gibi geliyor. Yine de her şeyin, bu mutluluk arayışının, bu acı korkusunun tümüyle bir yanlış anlama olup olmadığını merak ediyorum. Ondan korkmak veya kaçmak yerine onun... içinden geçilebilse, aşılabilse. Arkasında bir şey var. Acı çeken şey benlik; benliğin ise –yok olduğu bir yer var. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Ama gerçekliğin, rahatlık ve mutlulukta görmediğim, acıda gördüğüm gerçekliğin acı olmadığına inanıyorum. Eğer içinden geçebilirsen. Eğer sonuna kadar ona dayanabilirsen...
Yaşamımızın gerçekliği sevgide, dayanışmada dedi uzun boylu, parlak gözlü bir kız. İnsan yaşamının gerçek durumu sevgidir...
Bedap başını salladı. Hayır Shev haklı dedi. Sevgi acının içinden geçme yollarından yalnızca biri, bazen yanılıp ıskalayabilir. Acı hiçbir zaman ıskalamaz... Ama bu yüzden ona dayanma açısından pek seçeneğimiz yok. İstesek de, istemesek de katlanmak zorundayız...
* Acı çekmek, tehlikeye karşı bedensel bir uyarı dışında, işlevsel değildir. Psikolojik ve toplumsal olarak yalnızca yok edicidir...
* Gerçek kardeşlik, paylaşılan acı da paylaşılıyor...
* Düşüncenin doğasında iletilmek vardır: Yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. Düşünce çimen gibidir. Işığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür...
* Bütün olmak parça olmaktır; gerçek yolculuk geri dönüştür...
* Gelecek kesin olarak geçmişe dönüyorsa, geçmişte geleceğe dönüşür...
* Yadsımak başaramamaktır...
* Zamanın bütünlüğünde hiç kesinti yok...
* Neden savaş meraklısı mülkiyetçilerle böyle çıkarcı iş ilişkilerine girmeye devam ediyoruz?.. Daha sakin olanların verdiği yanıt hep aynıydı. Maden cevherini kendileri çıkarmak Urras’lılara daha pahalıya mal olurdu, bu yüzden bizi işgal etmiyorlar. Ama eğer ticari anlaşmayı bozarsak, güç kullanırlar.
* Ayrıcalık sorumluluktur...
* Özgürlük, gizlilikten çok açıklıkta yatıyordu, özgürlük içinde her zaman riske girmeye değerdi...
* Yalnızlık, gözden düşmeyle eş anlamlıydı...
* Doğası gereği gerçekten yalnızlığı seven biri toplumdan uzaklaşıp, kendi başının çaresine bakmak zorundaydı...
* Malzemesiz tatlı yapacak kadar, usta aşçı yoktu...
* Sorumluluk, ayrıcalığı haklılaştırıyordu...
* Birini istiyorsan, diğerine de razı olmalısın. Ürün en iyi pislikte yetişir, deriz biz Kuzeybatışında...
* Toplumun varlığı gibi, Shevek’in mesleği de temel, açıkça kabul edilmeyen bir kar anlaşmasının sürmesine bağlıydı. Karşılıklı bir yardım ve dayanışma ilişkisi değil, sömürüye dayalı bir ilişki, organik değil, mekanik bir ilişki. Temel işlevsizliklerden gerçek bir işlev doğabilir miydi?..
* Suç dürtüsüne teslim olmak, ağrı kesiciler kullanarak ona yaltaklanmak ahlak dışıydı...
* Acı, utanca baskın çıkıyordu...
* Kendini feda etme dürtüsü : Ne yazık ki, bu dürtü en fazla verimliliği sağlamıyor...
* Kardeş bile rahatlatamaz insanı kötü saatte, karanlıkta, duvarın dibinde...
* En alttaysan, aşağıdan yukarıya örgütlenmelisin...
* Bir şey eksikti –kendisinden geldiğini düşünüyordu bu eksikliğin, bu yerden değil. O kadar cömertçe sunulan şeyleri alacak kadar güçlü değildi. Bu güzel vahada kendini bir çöl bitkisi gibi kuru ve kavruk hissediyordu. Annares’teki yaşam onu mühürlemiş, ruhunu hapsetmişti; yaşam pınarları çevresinde dolup taşıyor, ama o bir türlü içemiyordu...
* Bir insan ne kadar zeki olursa olsun, nasıl göreceğini bilmediği bir şeyi göremez...
* Nerede mülkiyet varsa, orada hırsızlık olduğunu söyleyen Odo değil miydi?.. Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız yasalar koyun. ‘Toplumsal organizma’
* Eminim ki, toplumunuzda gıpta edilecek bir çok şey var, ama toplumunuz size ayrım gözetmeyi öğretmemiş- bu ise uygarlığın öğrettiği en iyi şey. Bu lanetli yabancıların size kardeşlik, karşılıklılık ve benzeri kavramlarınız aracılığıyla ulaşmalarını istemiyorum. Sizi sürekli ‘ortak insanlık’ ve ‘tüm dünyaların ortaklığı’ gibi laflarla boğacaklar, bunları yutmanızı görmek beni çok üzer. Varolmanın yasası mücadeledir. Rekabet, zayıf olanın elenmesi, sağ kalmak için amansız bir savaş...
* Araç amaçtır...
* Nesnelere sahip olma isteğinin doğal, estetik kökeni ekonomik ve rekabetçi zorlamalarla gizlenip saptırılıyor, o da buna karşılık nesnelerin niteliğini ele veriyordu. Tek elde ettikleri bir tür mekanik savurganlıktı...
* İnsanları düzen içinde tutan ne?.. Neden birbirlerini soyup öldürmüyorlar? Sanki uzun süredir bastırmaya çalıştığı soru patlak vermişti.
Hiç kimse çalınacak herhangi bir şeye sahip değil. Eğer bir şeyi istersen gidip depodan alabilirsin. Şiddete gelince, doğrusu bilemiyorum Oiie; durup dururken beni öldürür müydün? Eğer öldürmek isteseydin, buna karşı çıkarılan bir yasa seni engeller miydi?.. Zorlama, düzeni sağlamanın en etkisiz yoludur...
* Paranın olmadığı bir yerde gerçek dürtüler belki daha açık çıkar ortaya.
* İnsan iyi yaptığı şeyi yapmak ister... Ama gerçekte bu bir araç ve amaç sorunu...
* İnsanlardan kopuk yaşamın bir nedeni de, dürüst olmadığını gizlemekti; ya inanılmaz derecede tembel, ya da açıkça mülkiyetçiydi...
* Müzik dostluktan çok daha acil bir gereksinme, daha derin bir doyum duygusuydu...
* Sınırların olduğunu bilmiyordum. Fizikteki sınırları kastediyorum. Her türlü sınırın ve hatan var. Ama fizikte değil. Gerçi ben zamancı değilim. Ama balığı tanımak için yüzmeye, yıldızı bilmek için parlamaya gerek yok...
* Devletçiler hareketi güç olarak kullanarak bastırmaya çalıştılar ve başaramadılar. Düşünceler baskı altına alınarak yok edilemez... Onlar ancak dikkate alınmayarak yok edilebilir...
* İnsanı delirten, gerçeğin dışında yaşamak oluyor. Gerçek dehşet verici. İnsanı öldürebilir. Yeterince zamanı olursa kesinlikle öldürür. Gerçek acıdır- bunu sen söylemiştin. Ama insanı delirten yalanlar, gerçekten kaçışlar... Kendini öldürmek istemene neden olan o kaçışlar...
* Çember dönüp dolaşıp açgözlü yararcılığın en iğrenç şekline dayandı. Odocu idealin merkez öğesi olan karmaşıklık, canlılık, icat etme ve inisiyatif özgürlüğünü, hepsini çöpe attık. Tam olarak barbarlığa döndük. Eğer yeniyse, aman kaçın ondan; eğer yiyemiyorsan at gitsin!..
* Eğer gereksinmem olmayan şeyleri alırsam, gereksinme duyduklarıma hiçbir zaman sıra gelmez...
* Şimdi Shevek’e bu kentteki sefil yılları şu andaki büyük mutluluğunun bir parçasıymış gibi geliyordu- başka türlü düşünmenin bir budalalık olduğunu düşünüyordu- çünkü onu buna yöneltmiş, bunun için hazırlamışlardı. Takver bu tür bulanık neden/sonuç/neden birleşmelerini göremiyordu, ama bir zaman fizikçisi değildi. Zaman gayet safça, uzanıp giden bir yol gibi görünüyordu. İleri doğru yürüyüp bir yerlere varıyordunuz. Eğer şanslıysanız, gidilmeye değecek bir yer oluyordu bu...
Ama Shevek onun eğretilemesini alıp kendi terimleriyle yeniden bir kalıba sokarak, geçmiş ve gelecek, bellek ve istekle şu anın bir parçası yapılmadığı takdirde, insan terimleriyle hiçbir yol, gidecek hiçbir yer olmadığını açıkladığında, Takver Kesinlikle dedi. Benim şu son dört yıldır yaptığımda bu. Hepsi şans değil, bir kısmı yalnızca...
* Göbek bağları hiçbir zaman kesilemeyen ruhlar var, diye düşünüyordu. Hiçbir zaman evrenden kopmuyorlar. Ölümü bir düşman olarak görmüyorlar, çürüyüp humusa dönüşmeyi arıyorlar...
* Geçmiş yıllardaki yanlış başlangıçların ve boşa giden emeklerin aslında altyapı çalışması, temel atma olduğu, karanlıkta atılan ama sağlam temeller olduğu ortaya çıktı...
* Yaratıcı ruh, araçlarını hoyratça kullanır, onları yorar, atar, yeni modelini alır... Takver içinse yedek söz konusu değildi...
* Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen dedi, hep güzelmiş gibi görünür... Gezegenler, yaşamlar. Ama yakından bakıldığında bir dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur. Gündem güne yaşam daha da zorlaşır, yorulursun, ritmi kaçırırsın. Uzaklığı ararsın –ara vermeyi... Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısını bakmaktan geçiyor...
* Yaşamı bütün olarak görmek için tek yapman gereken şey, onu ölümlü olarak görmek...
* Tasarım iyi olursa, değiştirilmesi gerekmiyor...
* Politikacı da, fizikçi de nesnelerin gerçekliğiyle, gerçek güçlerle, dünyanın temel yasalarıyla uğraşır...
* İnsan yapması gerektiği için sanat yapar...
* Sen de mi çok mutlusun?
- Gerçekten de öyleyim.
- İnanmıyorum buna.
- Çünkü ilkelerine uymuyor. Erkeklerin hep kuramları vardır ve her şey onlara uymak zorundadır.
- Hayır kuramlar yüzünden değil, senin mutlu olmadığını gördüğüm için. Huzursuz, doyumsuz ve tehlikeli olduğunu gördüğüm için.
- Tehlikeli mi! Vea neşeyle güldü. Ne kadar harika bir kompliman! Neden tehlikeyim Shevek?
- Neden mi, çünkü erkeklerin gözünde bir nesne, sahip olunan, satın alınan, satılan bir nesne olduğunun farkındasın... Bu yüzden yalnızca sahipleri kandırmayı, intikam almayı-
* Şu eski iki yüzlülük : Yaşam bir kavgadır ve en güçlü olan kazanır. Uygarlığın tek yaptığı güzel sözlerle kanı ve nefreti gizlemek...
* Evrim yasası en güçlünün kazanacağını söyler...
Evet herhangi bir toplumsal türün varlığında da en güçlü olan, en toplumsal olandır. İnsan kavramlarına göre, en ahlaki olan. Bak, Annares’te ne avımız, ne de düşmanımız var. Yalnızca birbirimiz varız. Birbirine zarar vermekle güç kazanılamaz. Yalnızca zayıflık kazanılabilir...
* ‘Şey, zamanın geçtiğini, önümüzden akıp gittiğini düşünürüz; ama ya biz öne doğru, geçmişten geleceğe, sürekli yeniyi keşfederek gidiyorsak? Böyle bir zaman akışı, biraz kitap okumaya benzerdi, anlıyor musunuz?.. Kitap orada, tümüyle, kapağın içinde. Ama öyküyü okumak ve anlamak istiyorsanız, ilk sayfadan başlamalı, sonra ilerlemeli, hep sırayla gitmelisiniz. Böylece evren çok büyük bir kitap, biz de onun çok küçük okuyucuları olurduk.’
Ama gerçek şu ki, evreni bir süreklilik, bir akış olarak algılıyoruz dedi Dearri. Bu durumda, daha yüksek bir düzlemde her şeyin sonsuza dek, aynı anda var olabileceğini gösteren bu kuram ne işe yarar? Siz kuramcılar için eğlencelidir belki, ama gerçek yaşamda hiç pratik kullanımı –gerçek yaşama hiç yararı yoktur. Eğer bir zaman makinesi yapamazsak! Diye ekledi bir tür sert, sahte neşeyle.
Ama evreni yalnızca sürekli olarak algılamıyoruz dedi Shevek. Hiç düş görmez misiniz bay Dearri?.. Bir kerecik olsun birine bay demeyi anımsamış olmaktan gurur duyuyordu.
Ne ilgisi var şimdi bunun...
Görünüşe bakılırsa zamanı yalnızca bilinçli olduğumuzda algılıyoruz. Bir bebek için zaman yoktur; geçmişle arasındaki uzaklığı ölçemez, geçmişin şu anla nasıl bir ilişki içinde olduğunu anlamaz, şu anın geleceğiyle nasıl ilişkili olduğunu planlayamaz. Zamanın geçtiğini bilmez, ölümü anlamaz. Erişkin bilinçsiz aklı da onun gibidir. Düşte zaman yoktur, süreklilik tümüyle değişmiştir, neden ve sonuç birbirine karışır. Mit ve efsanede zaman yoktur. Masal bir zamanlar derken, hangi geçmişten bahseder?.. Böylece gizemci mantığıyla, bilinç altını yeniden birleştirdiğinde her şeyin tek bir varlık olduğunu görür ve sonsuz geri dönüşü anlar.
Evet gizemciler dedi, utangaç adamla şevkle. Tebores, sekizinci bin yılda yazmıştı. Bilinçsiz akıl evrenle aynı mekan ve zamandadır...
.....
..........
..............
Bakın, ardışık bizim doğrusal zaman duygumuzu ve evrim kanıtlarını gayet güzel açıklıyor. Yaratmayı ve ölümlüğü de içeriyor. Ama orada duruyor. Değişken her şeyle ilgileniyor, ama nesnelerin aynı zamanda nasıl kalıcı olduklarını açıklayamıyor. Yalnızca zamanın okundan bahsediyor- ama zamanın çemberinden asla bahsetmiyor...
* Zaman bir doğru olarak ilerlediği kadar döngüseldir...
* Sonsuz yineleme, zaman bir süreçtir. Zamansal olarak görebilmek için bir başka döngüsel veya döngüsel olmayan süreçle karşılaştırılması gerekir...
* Aynı şey hakkında çelişen iki cümle söyleyemezsiniz...
* Varlıksız oluş, anlamsızdır. Oluşsuz varlık çok sıkıcı olur. Eğer akıl zamanı bu iki şekilde de algılayabiliyorsa, gerçek bir zaman bilgisi de zamanın iki özelliği veya süreci arasındaki ilişkinin anlaşılabileceği bir alan sunmalıdır...
* Zaman mekan değildir, çevresinden doşamazsın!..
* Kötü bir araçla iyi bir amaca ulaşabileceğini söylemek, bu makarada bir ipi çekersem öbür makaradaki ağırlığın kalkacağını söylemek gibidir. Bir sözü tutmamak geçmişin gerçekliğini yadsımaktır. Bu yüzden de, gerçek bir gelecek umudunu yadsımak anlamına gelir. Eğer zaman ve us birbirlerinin işleviyse, eğer biz zamanın yaratıklarıysak, bunu bilerek en iyi şekilde yararlanmamız gerekir. Sorumluluk duyarak hareket etmemiz gerekir...
* Biz saflığı değil, karmaşıklığı, neden sonuç ilişkisini, araç ve amacı arıyoruz. Evren modelimiz en az evren kadar tüketilemez olmalı. Yalnızca kalıcılığı değil, yaratmayı, yalnızca varlığı değil, oluşu, yalnızca geometriyi değil, ahlakı da içeren bir karmaşıklık olmalı. Bizim aradığımız yanıt değil, soruyu nasıl soracağımız...
- Hepsi çok iyi ama endüstrinin gereksinmesi olan şey, yanıtlar dedi Dearri...
* Birbirini öldüren ülke adları değil, insanlar...
* İnsanın sorunu hep aynıdır. Sağ kalma. Tür, grup veya birey olarak...
* Eğer zamanın geçmesi insan bilincinin bir özelliğiyse, geçmiş ve gelecek insan aklının işlevleridir. Ardışık öncesi bir filozoftan Keremcho dan bir alıntı...
* Önemli olan kitap –fikirler... Bu doğacak çocuğu bebekken yanımızda tutmak istiyoruz, onu sevmek istiyoruz. Ama herhangi bir nedenle, eğer onu yanımızda tutarsak ölecekse, eğer yalnızca bir yuvada yaşayabilecekse, eğer onu hiç göremeyecek ve adını bilmeyeceksek –seçeneğimiz bu olursa, hangisini seçeriz?.. Ölü doğanı yanımızda tutmayı mı?.. Yoksa hayat vermeyi mi?...
* Verilen bir söz, seçilen bir yöndü, kendi kendine seçenekleri kısıtlama anlamına geliyordu. Odo’nun gösterdiği gibi, eğer hiçbir yön seçilmezse, eğer insan hiçbir yere gitmezse, hiçbir değişme olmaz. İnsanın seçme ve değiştirme özgürlüğü kullanılmamış olur, tıpkı insan hapishanede, içinde hiçbir yolun diğerinden daha iyi olmadığı bir labirentteymiş gibi...
* İnsan zaten meydan okunmaktan hoşlanır, zor durumlarda özgürlüğü arar...
* Sahip olmanın suçundan ve ekonomik rekabetin yükünden arınmış bir çocuk, yapılması gerekeni yapma iradesi ve bunu yaparken coşku duyma yeteneğiyle büyüyecektir...
* Yeterince, hatta kıtı kıtına yetecek kadar yiyecek olduğu zaman paylaşmak kolaydı. Ya olmadığı zaman?.. O zaman güç devreye giriyordu, güçlü olan haklı oluyordu; güç, onun aygıtı şiddet ve en büyük müttefiki, görmezden gelen söz...
* Varlık kendini haklı çıkarır, gereksinme haklıdır...
* Yalnızca haklı olduğundan emin olmak, haklı olmayı gerektirmez...
* Ne kadar örgütlü olursa, organizma o kadar merkezi olur. Buradaki merkezcilik gerçek işlev alanını gösterir. Tomar’ın tanımları. Zaman fiziği insan aklının alabileceği her şeyi düzenlemekle uğraştığı için tanım olarak merkezi işlevi olan bir etkinlik...
* Birey devletle pazarlık edemezdi. Devlet güçten başka bir para tanımaz. Üstelik parayı da kendisi basar...
* İnsanın yaşamı boyunca beklediği bir şeyin gerçekleşmesi de gariptir, fazlasıyla garip...
* O an geçmişti; gittiğini gördü. Ona tutunmaya çalışmadı. Onu kendinin bir parçası değil, kendisinin o anın bir parçası olduğunu biliyordu. Onun elindeydi...
* Düşünen bir adamın işi, bir gerçekliği bir diğeri adına reddetmek değil, onu içermek ve birleştirmekti...
* Ülke tehlikede olduğunda buradaki insanların ruhunun çelik gibi olduğunu görürsün. Nio ve maden kentlerindeki birkaç düzen bozucu, iki savaş arasında biraz gürültü çıkarır, ama bayrak tehlikeye girince insanların safları nasıl sıklaştırdıklarını görmek gerçekten çok etkileyicidir...
* Alıştı mı kaçırmaz insan...
* Yöntemlerini beğeniyorsan onlara katıl. Adalet güç kullanarak elde edilemez...
* Bizi bir araya getiren şey acı çekmemiz... Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür... Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeyler de kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak, hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz... Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz... Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir...
* Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız... Devrim olabilirsiniz ancak... Devrim ya ruhunuzdadır, ya da hiçbir yerde değildir...
* Kapıları açık tutamıyorsunuz. Hiçbir zaman özgür olamayacaksınız...
* Bir kadın, bir erkek tarafından kafasının bu kadar karıştırılmasına razı olmaz, ama belki de blöf yapıyordur... Her neyse zevki de bu zaten. Bilmeceler, blöfler ve geriye kalanlar... Çeşitlilik... Çeşitlilik yalnızca dolaşmakla elde edilmez...
* İnsanı canlı tutan bir yerden, ötekine dolaşmak değil, zamanı kendi yanına çekmek. Zamanla birlikte çalışmak, zamana karşı değil...
* Bir insan kendini bütün diğerlerine karşı yapayalnız hissederse, kolaylıkla korkabilir...
* Bir bilim adamı eserinin kendisi olmadığını, yalnızca kişisellikten uzak gerçek olduğunu öne sürebilir. Bir sanatçı gerçeğin arkasına gizlenemez. Hiçbir yere gizlenemez...
* Duvarları yapanlar kendi tutsakları oluyorlar...
* Devlet mitosunun ortadan kalkmasıyla toplum ve bireyin gerçek karşılıklılığı ve alışverişi ortaya çıkmıştı. Bireyden fedakarlık istenebilirdi, ama hiçbir zaman uzlaşma istenemezdi. Çünkü, güvenlik ve dengeyi yalnızca toplum sağlayabildiği halde ahlaki seçimin gücüne yalnızca birey sahipti- değiştirme gücüne, yaşam işlevine... Odocu bir toplum kalıcı bir devrim olarak tasarlanmıştı, devrim ise düşünen bir akılda başlar...
* Süreç vardı, süreç her şeydi. Umut verici bir yönde yola çıkabilir ya da yanlış yöne gidebilirdiniz, ama herhangi bir yerde herhangi bir zaman durabileceğiniz beklentisiyle yola çıkmazdınız... Böyle bakılınca bütün sorumluluklar, bütün bağlanmalar varlık kazanıp kalıcı oluyordu...
* Acıdan kaçarsanız, coşku şansınızı da yitirirsiniz... Zevk alabilirsiniz, hatta
zevkin her türlü çeşidini alabilirsiniz, ama doyamazsınız... Eve dönmenin ne olduğunu bilemezsiniz...
* Doyum diye düşündü Shevek, zamanın bir işlevidir. Zevk arayışı döngüseldir, yinelenir, zaman dışıdır... İzleyicinin, heyecan arayanın, rasgele cinsel ilişkide bulunanın çeşitlilik arayışı hep aynı yerde son bulur... Bir sonu vardır. Sona erer ve yeniden başlamak zorunda kalır. Bir yolculuk ve dönüş değildir, kapalı bir çevrimdir, kilitli bir odadır bir hapishanedir. Kilitli odanın dışında zamanın manzarası vardır, şansın ve cesaretin yardımıyla ruh, bu manzara içine sadakatın kırılgan, geçici, umulmayan yollarını ve kentlerini kurabilir. İnsanların mekan tutabileceği bir manzaradır bu....
Bir eylem ancak geçmişin ve geleceğin manzarasında gerçekleştirildiği zaman insan eylemi olur... Geçmiş ve geleceğin sürekliliğini öneren, zamanı bir bütün haline getiren bağlılık, insan gücünün köküdür, onsuz yapılacak hiçbir şey iyi olamaz...
* İnsanlar büyük uzaklıkları aşamazlar, ama fikirleri aşabilirler...
* Gerçek eninde sonunda, çoğunlukla yalnızca ortak iyiliğe hizmet etmekte ısrar eder dedi Keng.
* Biliyorsunuz ölü anarşistler şehit olur, yüzyıllar boyu yaşarlar. Ama ortadan kaybolanlar unutulur...
* Düşman sizi coşkuyla bağrına basar, kendi yurttaşlarınız da sizi acıyla reddederse gerçekten de hain olup olmadığınızı merak etmemek elde değildi...
* Hiç kimse cezayı kazanmaz, ödülü de. Aklınızı hak etmek, kazanmak gibi fikirlerden arındırın, ancak o zaman düşünebileceksiniz...
* Eğer hepimiz aynı fikirde olursak, hepimiz birlikte çalışırsak bir makineden farkımız yok demektir. Eğer bir birey arkadaşlarıyla dayanışma içerisinde çalışamıyorsa onun görevi yalnız çalışmaktır. Görevi ve hakkıdır bu. İnsanları bu haktan mahrum ediyoruz. Başkalarıyla çalışmak gerektiğini, çoğunluğun yönetimini kabul etmek gerektiğini gitgide daha sık söylemeye başladık. Ama bir yönetim, nasıl olursa olsun tiranlık anlamına gelir... Bireyin yönetimi hiçbir yönetimi kabul etmemek, kendi eylemlerinin başlatıcısı olmak, sorumlu olmaktır. Ancak böyle yaparsa toplum yaşar, değişir, uyum gösterir ve sağ kalabilir. Yasalar üstüne kurulmuş bir devletin tebası değiliz, devrimlerle oluşturulmuş bir toplumun üyeleriyiz. Devrim zorunluluğumuzdur. Devrim bizim evrim umudumuzdur. Devrim ya bireyin ruhundadır, ya da hiçbir yerde değildir. Ya herkes için ya da hiçbir şey içindir. Eğer herhangi bir şekilde sonu var gibi görünüyorsa, gerçek anlamda hiç başlamayacaktır. Burada duramayız. Devam etmeliyiz. Tehlikelere katlanmalıyız...
* Yok edemezsen, evcilleştir...
* Duvarların arkasında başka duvarlar var...
* Zayıflatmak için böl...
* Eğer yola çıkarsan, her zaman gittiğin yere ulaşıyorsun. Her zaman da geri dönüyorsun...
* Herhangi bir güneşin altında yeni bir şey olmadığını söylerler... Ama her yaşam, başlı başına her yaşam yeni değilse, neden doğuyoruz?..
* Farklı güneşlerin ışıkları farklıdır ama tek bir karanlık vardır...
* Gerçek yolculuk geri dönüştür...