Kleopatra'nın Burnu...
Anlayacak mı? Kim neyi? Sen kendini anlıyor musun?... Aç uzviyetinin sesini yükseltmek istedikçe gırtlağına sarıldın. Kalbinin konuşacak hali mi var?..
Kopmaktan korkuyorsun. Yapıştığı kayadan sökülmek istemeyen midyenin korkusu, mahallesinden uzaklaşınca kuyruğunu bacakları arasına alan köpeğin korkusu… Ama yaşamak kopmak demek, doğum da bir kopuş, bir parçalanış… Sanatı da, tarihi de yürüyenler halketti…
Gurbete çıkan adam… Gurbet bazen odası insanın, bazen vücudu, bazen… Nereye?... Kendini bir ırmağın sularına bırakan kayık hangi okyanusa açılacağını bilir mi?... Kayığı suya salan kendi iradesi mi zaten?.. Oyun yazılmış. İte kaka çıkarıldığımız sahnede görülmeyen bir suflörün fısıldadığı kelimeleri tekrarlamaya, manalandırmaya çalışıyoruz. Vazife ahlakı!... Senin kendine karşı hiç vazifen yok mu?.. Bhagavad doğru söylüyor belki. Belki hikmet-i vücudumuz, ezelden beri devam eden bir oyunda bizden bekleneni, kızmadan, sevinmeden yapıp göçmek. Ama bizden beklenen ne?...
Değer levhasının her gün yeniden yazılıp bozulduğu bir çağda hareketlerimizi, yöneltecek kıstas nerede?... Aile?.. Aile var mı?.. Nasıl aile?.. Tesadüfen bir araya gelmiş insanlar topluluğu, bir tren kompartımanında karşılaşmışlar…
Emerson, fikir adamı kendini egoizmle zırhlamalı, diyor. Evet, cemiyet bir sümüklüböcek gibi ezer seni, zırhlı değilsen. Annen ezer, kardeşin ezer, çocuğun ezer… Neden başkalarından farklısın?.. Hem farklı, hem zayıf. İki büyük cinayet… Peki Emerson, bize ‘fikir adamı’ hilati giydirecek hangi makam?.. Raskolnikof faciası, alnını, bir şeyler var içinde diye yumruklayan bir hayalpereste soğuk terler döktürecek kadar korkunç… Elbette yaşamak öldürmek demek her adımımızda bir takım canlara kıyıyoruz… Ölmek ve öldürmek…
Bir öfkenin, bir acının kızgın demiri kalbimize dokunmadıkça ses gelmiyor oradan. Halbuki bizden edebiyete kalacak bu çığlık… Sevinç çığlığı, azap çığlığı, merhamet çığlığı…
Zavallı midye!.. Seni kayandan söken iraden mi sanıyorsun?.. İsyan vahim, tevekkül güç… Ama isyansız tarih olmaz, bütün dinler, bütün felsefeler bunu haykırıyor. İblis’in isyanı, Promete’nin isyanı… Neden tevekkül güç?... Ve Allah insanı yarattıktan sonra istirahate çekildi, insana yükledi vazifelerini, hilkatin son şaheseri insana… Yaratmak daima bütünün parçalanması… Tanrı kainatla sınırlandırdı kendini ve her varlıkta bir kere parçalandı. İnsan da öyle…
Nietzsche haklı. Kanla yazılan yazılar yaşıyor. Ne kanı?.. Çocuk kan içinde doğuyor, milletlerin beşiği kan, Kapitol’ün harcında kan. Kalbin kanayacak ki yaratabilesin… Ne Luther bir kavga adamı idi, ne Gandi… Meçhul bir dalga umulmadık kıyılara sürüklüyor kayığımızı…
Sen istiyorsun ki, kucağında yaşadığın dünya hep aynı kalsın, havan aynı, suyun aynı, dekorun aynı… Bu mümkün mü?... Mümkün değil, çünkü hayatın kanunu değişmek. Zaten zindanın da yeni pencereler açılmazsa boğulmaz mısın?... Beni bulmamış olsaydın aramazdın diyor Tanrı… Kendini erkeğe teslim eden bir bakirenin korkusu. Meçhul karşısında duyulan ürperti. Ama her meselenin muayyen hal yolları var?... Ve sfenks sorularını cevapsız bırakanları parçalar…
Cemil Meriç Jurnal 12.01.1963