Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Günah, Istırap, Umut ve Doğru Yol Üstüne Özdeyişler...

1) Doğru yol bir ip üzerinden geçer; yükseğe değil de, hemen yer üzerine gerilmiştir ip. Sanki üzerinde yürünmek değil, insanı tökezletmek içindir.

2) İnsanların tüm kusurları sabırsızlık, uğraşılarında yönteme vaktinden önce sırt çeviriş, sözde bir sorunu sözde bir çit içine almak isteyiştir.

3) İnsanların iki ana günahı var: Sabırsızlık ve savsaklık; bütün öbür günahlar bunlardan kaynaklanıyor. Sabırsızlıklarından ötürü cennetten kovuldular, savsaklıklarından ötürü cennete dönemiyorlar. Ama belki bir tek ana günah var ortada: Sabırsızlık. Sabırsızlıklarından ötürü cennetten kovuldular, sabırsızlıklarından ötürü cennete dönemiyorlar.

4) Öbür dünyaya göçenlerden pek çoğunun gölgesi, ölüm ırmağı'nın sularını aralıksız yalayıp durur; çünkü bizim buradan akıp gider ırmak ve bizim denizlerin tuzlu lezzetini taşır. Derken ırmak başkaldırır tiksintiyle, dönüp gerisin geri akmaya koyulur, ölüleri sularında sürükleyip getirir ve yeniden yaşamın içine bırakır. Ama ölüler mutludur; şükran türküleri söyler, gazaba gelmiş ırmağı okşayıp severler.

5) Bir noktadan sonra geriye dönüş diye bir şey kalmaz. Bu noktaya ulaşılması gerekiyor.

6) İnsanlık evriminin kesin sonuca ulaşacağı an, bir sürekliliği içerir. Dolayısıyla, geçmişte kalan şeylerin hiçbir değer taşımadığını açıklayan devrimci-düşünsel akımlar haklıdır; çünkü henüz olup bitmiş bir şey yoktur.

7) Kötü'nün elinde bulunup insanı baştan çıkaran en etkili silahlardan biri savaşa çağrıdır.

8) Kadınlarla yapılıp yatakta sonlanan bir savaş gibidir adeta.

9) A'nın burnu pek havadadır, İyi'nin yolunda hayli ilerlediğini sanır; bu sanısının nedeni, kendine besbelli çekiciliğini hep koruyan bir nesne gözüyle bakması, kendini sayısı giderek artan ayartılar karşısında hissetmesi, ayartıların da şimdiye dek hiç bilmediği yönlerden geldiğini düşünmesidir.

10) Ama gerçek neden, ruhuna büyük bir iblisin girmiş olması, büyük iblise hizmet için de durmadan küçük iblislerin seğirtip gelmesidir.

11/12) Bir elmanın algılanışındaki çeşitlilik: Masanın üzerinde duran elmayı zar zor seçebilmek için boynunu uzatan küçük otlanın görüşü, bir de elmayı alıp rahatçacık yanı başındaki dostuna uzatan evin beyinin görüşü.

13) Bilgeliğin başladığının ilk belirtisi, ölme isteğidir. Bu yaşam katlanılamaz, bir başkası erişilmez görünür. Ölmek istendiği için utanılmaz artık: nefretle bakılan bir eski hücreden alınıp bir nefretle bakılacak bir yeni hücreye konulmak için yalvarıp yakarılır. Hani bir inanç kalıntısı da rol oynar bunda: Sözde bir hücreden ötekisine taşınılırken, Tanrı bakarsın tutukevinin koridorunda insanın karşısına çıkacak ve onu şöyle bir süzdükten sonra diyecektir ki: «Hiçbir yere kapamayın artık; o bana gelecek!»

14) Bir yerde yürüsen ve ilerlemek için iyi niyet sahibi olmana karşın adımların geri geri gitse, o zaman seni umutsuzluğa sürükleyecek bir neden olabilirdi bu. Ama sarp, senin de aşağıdan gördüğün gibi sarp bir yamacı tırmandığını düşünürsen, adımlarının geri geri gitmesi, salt arazinin durumundan kaynaklanabilir. Bu yüzden, umutsuzluğa kapılman doğru sayılmaz.

15) Sonbaharda bir yol gibi: Süpürüp temizliyorsun, yeniden kurumuş yapraklar örtüyor üzerini.

16) Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.

17) Buraya gelmemiştim hiç: Burada bir başka türlü soluyor insan; güneşin yanı başında bir yıldız, güneşten daha göz kamaştırıcı ışıldıyor.

18) Sonradan üzerine tırmanıp çıkılmak istenmeseydi, Babil Kulesi'nin* yapımına belki ses çıkarılmayabilirdi.

19) Kötü'nün dediklerine kanıp ondan gizli sırların olabileceğine inanma sakın!

20) Leopartlar tapınaktan içeri dalıp, Tanrılara sunulmak üzere testilerde bekleyen içiti içiyor ve olay sık sık yineleniyor; sonunda âyinin bir parçasına dönüşüyor.

21) Elin taşı kavradığı gibi sımsıkı. Ama el, daha bir uzağa fırlatabilmek için sımsıkı kavrar taşı. Ancak, o kadar uzağa da götürür yol.

22) Sen ödevsin, uzakta yakında bir öğrenci yok.

23) Gerçek düşmandan sınırsız bir cesaret dolar içine.

24) Üzerinde dikildiğin yerin, iki ayağın kaplayabileceğinden daha geniş olamayacağını bilmenin mutluluğu.

25) Yasamın kollarına kendini atmadıktan sonra yaşamdan nasıl zevk alınabilir?

26) Gizlenecek yer sayısız, ancak kurtuluş tektir; ama kurtuluş olanağı gizlenecek yer kadar çoktur.

Bir hedef var, ama hedefe götürecek bir yol bulunmuyor; bizim yol dediğimiz, duraksamadan başka şey değil.

27) Olumsuz davranışlarda bulunma yükümlülüğü sonradan yüklendi omzumuza; olumlu davranışlarda bulunmakla daha başta yükümlü kılındık.

28) Bir kez Kötü'ye kapılar açılmaya görsün, kendisine inanılmasını gereksinmez artık.

29) Kötü'ye kapılarını açarken kafandaki niyet ve düşünceler senin değil, Kötü'nün niyet ve düşünceleridir.

Hayvan kırbacı çekip alıyor efendisinin elinden ve kendisi efendi olmak için kendi kendisini kırbaçlamaya koyuluyor; bilmiyor ki bu, efendisinin kırbacına atılmış yeni düğümün yol açtığı bir hayalden başka şey değildir.

30) İyi, bir bakıma iç karartıcıdır.

31) Nefsim üzerinde egemenlik kurmak için uğraşmıyorum. Nefse egemenlik, manevi varlığımdan saçılan sonsuz sayıda ışınların rasgele bir yerinde etkili olmayı dilemektir. Ama çevremde böylesi çemberler çizmem mi gerekiyor, en iyisi bunu bir eylemde bulunmayıp devcileyin bütün'ü hayretle
seyrederek yapar ve seyrin e contrario* sağlayacağı güçlenmeden yararlanırım, o kadar.

32) Kargalar, bir tek karganın göğü yok edebileceğini ileri sürer. Ona kuşku yok; ama göğün kulağı duymaz böyle bir savı, çünkü gök kargaların yokluğu demektir.

33) Din fedaileri bedeni küçümsemez, çarmıha gererek yüceltir onu. Bu konuda düşmanlarıyla aynı görüştedir.

34) Bitkinliği, arenadaki boğuşmadan sonra bir gladyatörün bitkinliğine benziyor; gördüğü iş, bir memur odasındaki bir duvar parçasının beyaza boyanmasıydı.

35) Sahip olma diye bir şey yoktur; ancak bir varoluş, son nefesini vermeyi, havasızlıktan boğulup gitmeyi özleyen bir varoluş bulunuyor.

36) Eskiden soruma niçin yanıt alamadığımı bilemiyordum. Bugün soru sorabileceğime eskiden nasıl inandığımı aklım almıyor. Ama inandığım da yoktu hiç; yalnızca soruyordum.

37) Belki sahip olabilirsin, ama var olamazsın savına verdiği yanıt, titreme ve yürek çarpıntısıydı yalnız.

38) Biri sonsuzluk yolunda ne kolay ilerlediğine şaştı; çünkü bayır aşağı dolu dizgin iniyordu.

39a) Kötü'ye olan borçta taksit taksit ödeme yoktur; oysa hep böyle yapılmaya çalışılır.
Gençliğinde kazandığı savaşlara, kurduğu seçkin orduya, içinde hissedip dünyayı değiştirmeyi amaçlayan güçlere karşın, Büyük İskender'in Çanakkale önünde kalıp boğazın asla karşı kıyısına geçemeyeceği ve bunu korkudan ya da irade güçsüzlüğünden değil, yer çekiminden başaramayacağı düşünülebilirdi.

39b)Yol sonsuzdur, ne kısaltılacak, ne uzatılacak yanı vardır; ama yine de herkes kendi çocuksu karışını tutar üzerine, onu kısaltmaya bakar. «Elbet adı geçen bir karışlık yolu da yürümen istenecektir, bu bakımdan unutan olmayacaktır seni.

40) Ancak zaman kavramımızdır ki, Kıyamet Günü'ne* bu ismi vermeye zorlar bizi; oysa gerçekte bir divanı harp söz konusudur.

41) Dünyadaki uyumsuzluğun sayısal bir uyumsuzluğa benzemesi, insanın içini rahatlatıcı bir durumdur.

42) Tiksinti ve kin dolu başı önüne eğmek.

43) Henüz köpekler avluda oynaşıyor; ama av şimdi ormanlar içinde istediği kadar dolu dizgin kaçıyor olsun, yine ellerinden kurtulamaz.

44) Bu dünya için koşumları takınman gülünç doğrusu.

45) Ne kadar çok at koşarsan arabaya, iş o kadar çabuklasın Hani tüm yapının temelden sökülüp alınması değil, zaten bunun üstesinden gelinemez; anlatılmak istenen, koşumların parçalanması, dolayısıyla özgür ve şen bir yolculuk olanağının ele geçirilmesidir.

46) Sein sözcüğü Almanca'da iki anlama gelir: Varolmak ve onun olmak.

47) Kral ve kralın habercileri olmak gibi iki şıktan birini seçmeleri istenmişti. Çocuklar gibi hepsi haberci olmayı diledi. Bu yüzden de, ortalık haberciden geçilmiyor şimdi; sağa sola koşturuyor, yeryüzünde kral kalmadığından anlamını yitirmiş haberleri birbirlerine sesleniyorlar. Bu acınacak yaşamlarına bir son verebilseler, sevinecekler hani; ama görevde kalacaklarına bir kez ant içmişler, bunu göze alamıyorlar.

48) İlerleme denen şeye inanç, henüz bir ilerlemenin gerçekleşmediğine inanmaktır. Bunun tersi, inanç sayılmaz.

49)A. bir virtüözdür, Tanrı da onun tanığı.

50 İnsan, içinde yok edilmez bir nesnenin varlığından sürekli emin olmadan yaşayamaz; ancak, gerek söz konusu nesne, gerek böyle bir güven kendisinden saklı kalabilir. Bu saklı kalışın dışavurum olanaklarından biri de, kişisel bir Tanrı'ya inanmaktır.

51) Yılanın aracılığı gerekmişti: Kötü, insanı ayartabilir, ama insan olamaz.

52) Dünyayla arandaki savaşta dünyayı desteklemeye bak.

53) Kimseyi aldatmamak; dünyayı da aldatıp bir zafer olanağından yoksun bırakmamalı.

54) Hepsi manevî bir dünya vardır. Bizim maddî dünya dediğimiz, manevî dünyadaki kötüdür; kötü dediğimiz de, başı sonu olmayan gelişim sürecimizdeki bir anın zorunluğudur ancak.

Alabildiğine güçlü bir ışık dünyayı darmadağın edebilir; zayıf gözlerin önünde katılaşır dünya, daha zayıfların önünde ellerini yumruk yapar, daha da zayıfların önünde mahcup bir tavır takınır ve kendisine bakmaya yelteneni vurup devirir.

55) Her şey bir aldatmacadır: En az aldatmaya bakmak, normal ölçüler içinde kalmak, işi en aşırı düzeye vardırmak. Birinci şıkta, elde edilmesinde kolaya kaçıldığı için İyi ve karşına düpedüz olumsuz savaş koşulları çıkarıldığı için Kötü aldatılır. İkinci şıkta, dünyevî'de bile ele geçirilmeye çalışılmadığı için İyi'dir aldatılan. Üçüncüsünde ise, kendisinden elden geldiği kadar uzağa kaçıldığı için İyi, en aşırılığa vardırılarak güçsüz kılınacağı umulduğu için de Kötü aldatılır. Yani ikinci şıkkın yeğ tutulması gerekir; çünkü burada hep İyi aldatılıp Kötü aldatılmaya çalışılmaz, hiç değilse öyle gözükür.

56) Yaradılışımız gereği esirgenmeseydik, ellerinden yakamızı kurtaramayacağımız sorular karşısında bulurduk kendimizi.

57) Maddî dünya dışındaki nesneler için dilden ancak ima yollu yararlanılabilir; yaklaşık da olsa dil kıyas amacıyla asla kullanılamaz, çünkü maddî dünyaya uygunluk içinde yalnız mülkiyetten ve mülkiyet ilişkilerinden söz eder.

58) Mümkün mertebe az fırsat ele geçince değil, ancak mümkün mertebe az yalan söylenince, mümkün mertebe az yalan söylenmiş olur.

59) Bir merdivenin üzerine basılmaktan iyice çukurlaşmamış basamağı, basamağın kendi açısından kuru ve yavan çatılmış bir tahta parçasıdır yalnız.

60) Dünyadan el çeken, bütün insanları sevmeden yapamaz; çünkü onların dünyasından da el çekmektedir; dolayısıyla, gerçek insan varlığının iç yüzünü sezmeye başlar; bu varlık da sevilmez ne yapılır. Ancak, bu sevmenin bir ön koşulu vardır: Sevilenin dengi olmak.

61) Dünyada hemcinsini seven, dünyada kendisini seven biri gibidir; tıpkı kendisini seven biri gibi haksız bir davranışta bulunur. İnsan hemcinsini sevebilir mi? bu da sorulabilir kuşkusuz.

62) Manevî dünyadan başka bir şeyin bulunmadığı gerçeği, umudumuzu elimizden alıp onun yerine bize bir kesinlik bağışlamaktadır.

63) Sanatımız, Gerçek'le gözümüzün kamaşmasıdır; geri geri kaçan maskara suratlara vurmuş ışıktır Gerçek, ondan başkası Gerçek diye nitelenemez.

64/65) Cennetten kovulma, ana parçası bakımından ebedidir. Yani kovulma kesin, yeryüzünde yaşama kaçınılmazdır; ama olayın ebediliği (ya da zaman açısından yinelenişi) yalnız bizim sürekli cennette kalabileceğimizi değil, yeryüzünde ister bunun farkında olalım, ister olmayalım, şimdi de sürekli cennette bulunduğumuzu gösterir.

66) O, yeryüzünün özgür ve güvenlik içinde bir vatandaşıdır; çünkü yeterince uzun bir zincire vurulmuştur; zincir öylesine uzundur ki, bütün dünyevî mekânların kapısını açık tutar ona; ama beri yandan uzunluğu, hiçbir şeyin kendisini yeryüzü sınırlarından çekip öteye almasına izin vermeyecek kadardır. Ne var ki, gökyüzünün de özgür ve güvenlik içinde bir vatandaşıdır; çünkü gene uzunluk bakımından ötekinin benzeri bir zincire vurulmuştur. Yeryüzüne inmeye kalktı mı gökyüzünün tasması, gökyüzüne çıkmaya kalktı mı yeryüzünün tasması ensesinden tutup geriye çeker. Öyleyken tüm olanaklar elindedir hep ve bunu hisseder; hatta bütün bu durumu, ilk zincire vuruluşundaki bir hataya bağlamaktan kaçınır.

67) Üstelik yasak bir alanda egzersiz yapan acemi bir paten kayıcısı gibi, gerçekler ardında koşuyor.

68) Bir ev tanrısına inanmaktan daha eğlenceli ne gösterilebilir.

69) Kuramsal bakımdan tam bir mutluluk olanağı vardır: İçte bir yokedilmez'in varlığına inanmak, ama ona ulaşacağım diye çaba harcamamak.

70/71) Yokedilmez bir tek şeydir; her insan tek başına bu yokedilmezdir; beri yandan, bütün insanlarda ortak özelliktir yokedilmez; dolayısıyla, insanları birbirine bağlayan eşsiz bir bağ bulunmaktadır.

72) Aynı insanda öyle bilgiler vardır ki, birbirinden düpedüz değişikliğine karşın aynı nesneyi konu alır; dolayısıyla, buradan, insanın ister istemez pek çok özneyi de kendisinde barındırdığı sonucunu çıkarmak gerekiyor.

73) Kendi sofrasından dökülen artıkları yiyip kısa süre için herkesten tok bulunmakta, ama sofradan yemek yemesini de unutmaktadır; beri yandan, artıklar da tükenmektedir böylece.

74) Cennette yok edilen şey yokedilebilir idiyse, kesin bir önem taşımıyor demekti; ama yokedilemez idiyse, o zaman yanlış bir inanç içinde yaşıyoruz demektir.

75) İnsanlığı kendine mihenk taşı yap; şüphe edeni şüpheye, inananı inanca götürür bu taş.

76) «Demirleyeceğim yer burası değil» duygusu ve bu duygusuyla birlikte hemen kabarıp coşan ve insanı taşıyan dalgaların çevrede hissedilişi.

Ansızın değişim. Usulcacık sorunun çevresinde dolanıyor cevap, tetikte, ürkek, umutlu; arayan bakışlarını sorunun yanına varılmaz çehresinde karamsar gezdiriyor; en saçma (yani cevaptan alabildiğine uzaklaşan) yollarda soruyu izlemeye çalışıyor.

77) İnsanlarla düşüp kalkmak, insanı ayartıp kendini gözlemlemeye götürür.

78) Us, ancak bir destek olmaktan çıkınca özgürlüğe kavuşur.

79) Şehevî sevgi, insanı yanıltıp ilâhi sevgiden uzak tutuyor; hani tek başına becereceği bir şey değil bu; ama ilâhi sevgi öğesini bilmeyerek içinde taşıdığından, üstesinden gelebiliyor bunun.

80) Doğru bölünmez, bu yüzden kendini bilip tanıyamaz; Doğruyu tanımak isteyenin Yalan olması gerekir.

81) Hiç kimse sonunda kendisine zararı dokunacak bir şeyi isteyemez. Yine de durum kimi insanda böyleymiş gibi görünüyorsa - belki herkeste var bu görünüm - nedeni, o insanın içindeki iki ayrı kişiden birinin bir istekte bulunması ve söz konusu isteğin o kişiye yararı dokunmasına karşın, istek konusunda karara varılırken yan buçuk düşüncesine başvurulan ötekisine zarar vermesidir. İnsan ancak karar sırasında değil, daha işin başında içindeki ikinci kişinin tarafını tuttu mu, ilk kişi ve onunla beraber söz konusu istek silinip giderdi ortadan.

82) Niçin ilk Günah'tan* ötürü yakınıp dururuz? ilk Günah yüzünden değil, yaşam ağacından ötürü, bu ağacın meyvesinden yemeyelim diye cennetten kovulduk.

83) Yalnız bilme ağacının* meyvesinden yediğimiz için değil, aynı zamanda yaşam ağacının meyvesinden henüz yemediğimiz için günahkâr duruma düştük. Günahkârlığımız, içinde bulunduğumuz durumdan kaynaklanıyor, İlk Günah'tan değil.

84) Cennette yaşamak için yaradılmıştık, cennet hizmetimize verilmişti. Sonra yazgımız değiştirildi; cennetin yazgısında da değişikliğe gidildi mi, orası belli değil.

85) Kötü, belli geçiş durumlarında insan bilincinin saçtığı ışındır. Aslında gerçek olmayıp görünürde varolan maddi dünya değil, ondaki Kötü'dür; ne var ki, bu Kötü, gözlerimiz için maddi dünyayı oluşturur.

86) İlk günah'tan bu yana İyi ve Kötü'yü ayırt etme yeteneğimiz birbirimizinkine denk durumdadır; yine de önemli üstünlüğümüzü özellikle burada ararız hep. Ama ancak İyi ve Kötü'nün ötesinde insanlar arasında gerçek farklılık başlar. Bunun karşıtı görünüm, şu nedenden kaynaklanıyor: Kimse tek başına bilmekle yetinemez, aynı zamanda bilgisine uygun davranmak zorundadır. Gelgeldim, bunun için gereken güç, yaradılıştan ona verilmiş değildir; dolayısıyla, kendisini yoketmek zorundadır, söz konusu gücü ele geçiremeyeceği tehlikesine karşın kendini uzak tutamaz bundan, bu son girişimden başka yapacağı şey de kalmamıştır. (Bilme ağacının meyvesinden yeme yasağının çiğnenmesine karşı ölümle tehditte saklı yatan anlam işte budur; belki eceliyle ölümün başlangıçtaki anlamı da bundan başkası değildi.) Ne var ki, kendini yoketme girişiminden de insanoğlu korkmakta, böyle bir şeye kalkışmaktansa, İyi ve Kötü'yü ayırt etme yeteneğinden başlangıçtaki gibi yoksun kalmayı yeğlemektedir. (İlk Günah deyimi de, ilgili korkuya dayanıyor); ama olmuş bir şey olmamış duruma getirilemez, yalnız bir belirsizlik içerisine itilebilir. Bu amaç için birtakım nedenler uydurulup öne sürülür. Tüm dünya böylesi nedenlerle doludur, hatta gözle görülen bütün bu dünya, belki bir an için dinlenmek isteyen insanın başvurduğu nedenden başka bir şey değildir. Bilme olgusunu bozma, bilmeyi amaca dönüştürme yolunda bir girişim.

87) Giyotin gibi bir inanç; o kadar ağır, o kadar hafif.

88) Örneğin sınıfın duvarında asılı İskender Savaşı tablosu* gibi karşımızda duruyor ölüm. Yapılması gereken, daha bu yaşamda eylemlerimizle tabloyu karanlığa gömmek, hatta ortadan silip atmaktır.

89) İnsan özgür irade sahibidir, hem de üç bakımdan. Birincisi: Bu yaşamı istediği zaman özgürdü; kuşkusuz bu isteğini geri alamaz artık, çünkü onu duyduğu zamanki insan olmaktan çıkmıştır; aynı insan olduğunu gösteren tek şey, bir zamanki isteğini yaşayarak gerçekleştirmekte oluşudur. İkincisi: Bu yaşamdaki yürüyüş biçimini ve izleyeceği yolu seçebilme bakımından özgürdür.
Üçüncüsü : Günün birinde yine varolacak kişi kimliğiyle her ne pahasına olursa olsun bu yaşamı yaşamak, böylece kendisini kendi kendine kavuşturmak istemesi bakımından özgürdür; kendisini kendi kendine kavuşturması, bir seçme sonucu belirlenecek olmasına karşın yaşamın hiçbir noktasına dokunmadan geçemeyecek kadar labirent biçiminde bir yoldan gerçekleşecektir.
İşte bu üç bakımdan özgürdür irade. Ama üçü de aynı zamanda var olduğundan, hepsi birdir bunların; doğrusu öylesine birdir ki, ne özgür, ne özgür olmayan bir iradeye yer vardır.

90) İki olanak: Kendini sonsuz küçültmek ya da sonsuz küçük olmak, ikincisi mükemmellik, yani eylemsizliktir; birincisi başlangıç, yani eylemdir.

91) Sözcüklerin yol açtığı bir yanılgıdan kurtuluş: Eylem yoluyla yok edilebilecek şeyin, daha önce elde sımsıkı tutulmuş olması gerekir: Ufalanıp dökülen şey ufalanıp dökülür, ama yok edilemez.

92) Puta ilk tapınmanın nedeni, kuşkusuz nesnelere karşı duyulan korku, dolayısıyla nesnelerin gerekliliğinden korku, dolayısıyla nesnelere karşı sorumluluktan korkuydu. Öylesine muazzam bir sorumluluktu ki, onu insan dışında bir tek varlığın omzuna yüklemek göze alınamadı; çünkü insan dışında bir tek varlığın aracılığı bile insanın sorumluluğunda yeterince hafiflik sağlamayacak, yalnız tek bir varlıkla ilişkisi, gereğinden fazla sorumluluğu insanın bir yük gibi sırtında taşımasına yol açacaktı. Dolayısıyla, her nesne kendinden sorumlu kılındı, hatta daha da ileri gidilerek nesneler insanlardan az çok sorumlu tutuldu.

93) Son kez psikoloji!

94) Yaşamanın başlangıcında iki ödev: Çevreyi gittikçe daraltmak ve kendini bu çevre dışında bir yerde saklı tutup tutmadığını aralıksız denetlemek.

95) Kötü, elde bazen bir araç gibidir; Kötü olduğu bilinsin ya da bilinmesin, istenildiği an kaldırılıp bir kenara konulmasına ses çıkarmaz.

96) Bu yaşamdaki hazlar, yaşamın kendi hazları değil, bizim daha yüce bir yaşam aşamasına yükselmekten duyduğumuz korkudur; bu yaşamdaki eza ve cefalar, yaşamın kendi eza ve cefaları değil, söz konusu korkudan ötürü bizim kendi kendimize reva gördüğümüz eza ve cefalardır.

97) Yalnız burada ıstırap ıstıraptır. Hani bu demek değildir ki, burada ıstırap çekenler bir başka yerde çektikleri ıstıraptan ötürü yüceltilecektir; bunun anlamı, bu dünyada ıstırap denen şeyin bir başka dünyada değişmeyip yalnız karşıtından bağımsız kılınacağı ve mutluluğa dönüşeceğidir.

98) Evrenin sonsuz genişlik ve zenginlikte tasarlanması, zahmetli bir yaratışla özgür bir içe bakışın alabildiğine aşırılığa vardırılmış alaşımının sonucudur.

99) Ebedî yaşamın bir vakit sürdürüldüğüne ilişkin olup zamana bağımlılığımızı haklı gösteren en güçsüz inanış bile, günahkârlık içinde yaşadığımıza ilişkin şimdiki en amansız inançtan ne kadar daha iç karartıcıdır. Ancak, saflığı içinde ikincisini tümüyle içeren birinci inanışa katlanma gücüdür ki, inancın ölçüsünü oluşturur. Bazıları ilk büyük Aldatış'ın dışında her durumda kendileri için küçük çapta özel bir aldatışın düzenlendiği, örneğin sahnede bir sevi oyunu canlandırılıyorsa, oyuncu kadının, oyundaki sevgilisine yapmacık gülümsemesinin yanı sıra, üst galerideki belli bir seyirciye gayet sinsi gülümsediği kanısındadır.

100) Şeytansal'ı konu alan bir bilim olabilir, ama şeytansal inancı, hayır; çünkü ortada görünenden çok şeytansal yoktur.

101) Günah her vakit açıktan açığa gelir ve duyularla algılanabilir hemen. Kökleri üzerinde yürür, tanınmak için yerden İp çıkarılması gerekmez.

102) Çevremizdeki acıları bizim de çekmemiz gerekmektedir. Hepimizin ortak bir vücudu yoktur, ama ortak bir büyümesi vardır; bu ise, şu ya da bu biçimde acılar içinden çekip götürür bizi. Nasıl ki çocuk belli bir gelişim sonucu yaşamın tüm evrelerinden geçer (her evre de, istek ve korku bakımından bir önceki için erişilmez görünür aslında), yaşlanır ve sonunda ölürse, biz de bunun gibi (insanlıkla aramızdaki bağ, kendimizle aramızdaki bağdan güçsüz değildir) yaşadığımız dünyanın tüm acılarından geçerek gelişiriz. Bu konuda adalete yer yoktur, acılardan ürkmeye ya da acıları üstünlük diye yorumlamaya yer yoktur.

103) Dünyanın acılarından geride tutabilirsin kendini, bu özgürlük sana verilmiştir ve senin doğan'a aykırı yanı yoktur; ama kaçınabileceğin tek acı varsa, o da işte belki kendini bu geride tutuştur.

105) Bu dünyanın ayartmada yararlandığı araç ve salt bir geçiş dönemi oluşturduğuna ilişkin güvence aynı şeydir. Böyle olması da gerekiyor, çünkü dünya ancak böyle bir yoldan yaratabilir bizi ve bu da gerçeğe uygun düşer. Ama işin berbat yanı, ayartı başarıya ulaşınca güvenceyi unutmamız, dolayısıyla İyi'nin bizi kandırıp Kötü'nün kucağına itmesi, kadının bakışıyla bizi cezbederek yatağına çekip almasıdır.

106) Umutsuzluk içinde kıvranan yalnız kimse de içinde olmak üzere, alçak gönüllülük, insanla hemcinsi arasında en güçlü ilişkiyi sağlar, hem de o saat; yeter ki katıksız bir nitelik taşısın ve süreklilik göstersin. Böyle bir şeyi başarabilmesi de gerçek tapınma dili, beri yandan tapınmanın kendisi olması ve alabildiğine sıkı bir bağ oluşturmasıdır. Tapınmayla ilişki, insanın kendi kendisiyle ilişkisi, çabayla ilişkisi, insanın hemcinsiyle ilişkisidir; tapınmadan çaba gösterme gücü sağlanır.

* Zaten aldatmacadan başka ne görebilirsin çevrende. Aldatmaca bir kez yok edilsin, hiçbir bakışına artık izin verilmez, yoksa bir tuz sütununa dönüşürsün.

107) Herkes A'ya karşı pek nazik; nasıl ki şahane bir bilardo masası iyi oyunculardan bile titizlikle saklanır, derken o büyük oyuncu çıkagelir, masayı enine boyuna inceler, gözden geçirir, oyunda vaktinden önce işlenecek bir hataya göz yummaz, ama birden kendisi oynamaya başlar, alabildiğine küstahlığa saparak yapmadığını koymaz, işte böyle birine davranılır gibi tıpkı.

108) «Ama sonra hiçbir şey olmamış gibi işine döndü.» Belki hiçbirinde geçmezken bir sürü eski anlatıdan aşinası bulunduğumuz sözlerdir bunlar.

109) «Yeteri kadar inançtan yoksunluğumuz söylenemez. Salt yaşıyor olmamız, inanç değeri bakımından asla tüketilecek gibi değildir.» Neresindeymiş bunun inanç değeri? Yaşamamak elde değil ki! - «İşte inancın insanı çıldırtacak kadar zengin gücü, bu elde değil ki'de saklı yatar, bu olumsuzlamada açığa vurur kendini.»

Evden çıkıp gitmen gereksiz. Masa başında otur. Kulak kabart, kulak kabartmasan da olur, bekle yalnız. Hatta onu da yapmayıp hiç ses etme, yalnızlık içinde kal. Maskesini düşüresin diye dünya kendini sunacaktır sana; çünkü başka türlüsü elinden gelmeyecek, cezbeye kapılmış bir halde önünde kıvranıp duracaktır.

Franz Kafka/Taşrada Düğün Hazırlıkları...

Yıldızlar :

18) Tevrat'ın Yaradılış (Tekvin) bölümünde anlatıldığına göre, çok eskiden henüz birlik ve beraberlik içinde yasayan insanlar, ucu gökyüzüne erişecek bir kule yapmaya karar verir, ama Tanrı onların gurur ve kibir taşan tasarılarının gerçekleşmesini önler. (Ç.N.)

31) Bütünle karşıtlık içinde. (Ç.N.)

40) Almanca karşılığı olan Das Jüngste Gericht sözcük sözcük çevrildiğinde En Yakın Mahkeme anlamına gelir. Hz. İsa zamanındaki ilk Hıristiyanlar bunu kendileri yaşarken göreceklerine inanırlardı. (Ç.N.)

82) Hıristiyan öğretisine göre, Adem ile Havva'nın, Tanrı tarafından yemeleri yasaklanmış ağacın meyvesinden yiyerek işledikleri günah. (Ç.N.)

83) Meyvelerinden yemeleri Adem ile Havva'ya yasaklanan, ama Tevrat'taki anlatıma göre yı lanın ayartısına kapılarak önce Havva'nın, sonra Adem'in meyvelerinden yiyerek cennetten kovuldukları ağaç. (Ç.N.)

88) Eritrealı Philoxenos tarafından yapılıp, Büyük İskender'in Pers kralı Dara'ya.uy kazandığı zaferi anlatan tablo. (Ç.N.)

Share/Save/Bookmark