Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Üç Renk Mavi...


Trois Couleurs: Bleu
Tür : Dram
Yönetmen : Krzysztof Kieslowski
Senaryo : Agnieszka Holland , Slavomir Idziak , Krzysztof Kieslowski , Krzysztof Piesiewicz , Edward Zebrowski
Görüntü Yönetmeni : Slawomir Idziak
Müzik : Zbigniew Preisner
Yapım : 1993, Fransa / Polonya / İsviçre , 100 dk.
Oyuncular : Juliette Binoche (Julie) , Benoît Régent (Olivier) , Florence Pernel (Sandrine) , Charlotte Very (Lucille) , Helene Vincent (Gazeteci) , Philippe Volter (Emlakçı) , Claude Duneton (Doktor) , Hugues Quester (Patrice) , Julie Delpy (Dominique)

Ailesini trafik kazasında kaybeden bir kadın; geçmişin bütün hatırlarından ve kendinden kaçmaya çalışarak bir yoksunluk halinde, yaşamla ölüm arasında gelgitlerle serinkanlı bir şekilde nefes almaya çalışır...

Diğer yandan, her şeyi yapabilecek imkanı ve gücü varken hiçbir şeyi yapmak istememesi özgürlüğün tutsaklığı olsa gerek... Görmek istemediği, kabullenemediği, kabul etmediği şeyler... Geçmişine ve hatıralarına sünger çekememek... Belli edilmeyen bir öfke ve kızgınlık... Yaşamdan yoksunluk halinde intikam almaya çalışmak... Nereye kadar peki?.. Elbette ki geçmiş hatıraları ölene kadar... Doğrusu öldürülene kadar... Genellikle süreç bu. Yaşamak için genellikle bir şeylerin bir şekilde ölmesi veya öldürülmesi gerekiyor...

Bu yoksunluk konumuna geçiş, elbette hırsını , intikamını bir şekilde alacak bir şeylerin olmamasından kaynaklanıyordu.. Belki bu konuma geçmeden önce birileri ya da bir şeyler, bir eylem, bir duygu vs. olayı gibi olsaydı hırsını alacak belki çabuk öldürecekti her şeyi... Gireceği yoksunluk hali; belki bir müddet daha sevgisi kalacak, belki yapılan eylem ve duygunun pişmanlığını, ya da vicdani bir şey söz konusu olacak, ama bu yoksunluk hali yaşamaya geçmek istediği anda tek bir celse de sonlandıracaktı...

Her iki durumda da netice ne veya nasıl olursa olsun süreç, ancak ve ancak elde tutulan şey'lerin öldürülmesi ile sonlanıyor...

Üç renk Mavi, beyaz ve kırmızı da renklerin bütün tonu ekranlara yansımakla beraber, tema olarak ilişkilerin şekillenmesi, duygular ve toplumsal izlenimler üzerine ağırlık verilmiş... Üç filmde de sevgi, yoksunluk hali, ahlak ve erdemin izleri görülmekte...

Herüç tiplemede de geri kazanım için cam şişeleri cam kumbaralarına atmaya çalışan yaşlı insan seyir... Hepiniz er ya da geç yaşlanacaksınız... Hayatınızın keyfine mi bakın demek istedindi acaba?

Ayrıca diyebilirim ki; bana Albert Camus’un Düşüş adlı kitabını hatırlattı... Düşüş'te de bir avukat sorgulama yapıyordu. Kırmızıda bir yargıcın sorgulaması karşımıza çıkıyor...

Seyir Aşaması...

- Mari neden ağlıyorsun?
- Çünkü siz ağlamıyorsunuz...
- Her şeyi hatırlıyorum. Nasıl unutabilirim ki?..
-Her şeyi aldı. Sadece yatak kaldı...

-Benim için yaptıklarınıza teşekkür ederim. Ama görüyorsunuz ki, ben de diğer kadınlar gibiyim. Terliyorum, öksürüyorum, çürüklerim var. Beni özlemeyeceksiniz, bunu kesinlikle anlamalısınız... Giderken kapıyı çekmeyi unutmayın...

Bütün her şeyi terk etmeye hazırlanırken, bir arkadaşından avukatlık ile ilgili durumlarda yardım ister... Ne var ki, bu arkadaşı kendisine karşı boş değildir.. Bunun da farkında olduğu için onun duygularını öldürmek ister... Ve genellikle karşındakinin hassas olduğu noktada vurulmaya çalışılır...Ve sevişir onunla... Basit ve herkes gibi olduğunu anlatmaya çalışır...

Peki duygu ölüyor mu?.. Filmin ilerleyen sahnelerinde ölmediğini gösteriyor...

Bilinçli olarak yapılan bir eylem, eğer karşında ki bunun farkındaysa duygunun ölmesi de zor gibi. Niçin ve neden yapıldığı biliniyor. Niyetin sadece ona yönelik olduğu da biliniyor... Sanırım burda ki rahatlama direkt olarak eylemde birebir kendisini seçmiş olması, yaptığının basit de olması karşısındakini incitmiyor... Ne var ki, onu incitmek için koz olarak başka eylemler seçmiş olsaydı, mesala onun karşısında başkasıyla ilişkisi olsaydı veya hakaret ya da yaralayıcı sözler söyleseydi belki onu incitirdi...

Ayrıca burada şöyle bir boşlukta var. Seven adam zaten evliyken onu seviyordu. Ve dahası eşiyle de arkadaştı. Onunla yatarken zaten duygusal olarak bir şey olmadığını da biliyordu ya da en azından her şey bu kadar sıcakken bir hissi olmadığını tahmin ediyordur... Yani demek istiyorum ki, eğer yaralayıcı sözler ya da hakaret söz konusu olmasaydı, bir başka birisiyle ilişkisi onu incitir miydi? Şu sevgiyi anlamak zor. Kaldı ki, bu soru ve cevabı üç renk beyazda karşımıza çıkacak... Ben yine de anlamıyom : )

Ve terk eder orayı...

Kimsenin bilmediği, ve çocuk olmayan bir binaya yerleşerek bütün hatıralardan ve geçmişten uzak bir şekilde yaşamaya başlar... Elbet görünüş itibari ile bu böyle, amaç her şeyi, bütün izleri unutmaktır...

Bir gece kapıda kalır, karşı komşusu ona battaniye verir... Ve bu arada karşı komşusuyla ilişkisi olduğunu öğrenir...

-Gürültü için özür dilerim.Neredeyse bitirdim.
-Hiçbir şey duymadım. Girebilir miyim?. Görünüşe göre geçen hafta dışarda kalmışsınız.
-Evet kocanız bana yorgan verdi. Geceyi merdivende geçirdim
-Bunu imzalamalısınızı istiyorum.
-Neymiş o.
-Herkes imzaladı. Eve erkek alan kadınları bu binada istemiyoruz. Alt kattanızda oturan genç kadın gibi.
-Üzgünüm karışmak istemiyorum
-Ama o bir fahişe
-Beni ilgilendirmiyor...

Senin kocanda bir fahişe demek lazımdı... Belki kocası bile atıp tutuyordur kim bilir :) Bunla ilgili bir ipucu yok... İnsanları yargılarken, genellikle bireyler kendilerine bakmadıkları gibi, karşısındakini de yargılayıp, hüküm giydirmeye çalışırlar... Ne de kolaydır... Yargılayıp, hükmü vermek.. Böylece içlerinde ki, kıskançlığı bitirecekler, tehlikeyi bir nebze yakınlarından uzaklaştıracaklar... Pehh ama sadece yakınlarından...

Ahmet Altan Öteki Kadınlar yazısında, her kadın öteki kadına düşmandır, ve her kadın öteki kadın olmayı çılgınca sever der... Kristal Denizaltı kitabından güzel bir metindir.. Ve Ahmet Altan bunu güzel dile getirmişti...

Diğer yandan barda babasını görünce kötü olan Lusi'ye neden bu işi yapıyorsun dediğinde; çünkü seviyorum herkesin de sevdiğini düşünüyorum...

Bir telefon görüşmesi.
-Bir süredir sizi bulmaya çalışan biri
-Sizinle görüşmem lazım. Bu önemli.
-Hiçbir şey önemli değil.
-Bu bir eşyayla ilgili. Ucunda haç olan küçük bir kolye.
-Bunu unutmuştum
rabanın yakınlarında buldum. Ama saklayamadım. Bu hırsızlık olacaktı. Bana sormak istediğiniz bir şey var mı hemen sonrasında arabaya koştum.
-Hayır
-Özür dilerim. Sizi kolye yüzünden aradım ama aynı zamanda sormak istediğim bir şeyde var.
-Evet
-Kapıyı açtığımda kocanız hala yaşıyordu şöyle dedi tam anlayamadım ama şöyle. Hadi hadi şimdi öksürmeyi deneyin.

Kocam bize bir fıkra anlatıyordu. Sürekli öksüren ve durmaksızın öksüren ve sonunda doktora giden bir kadının fıkrası. Doktor kadını muayene etmiş ve bir hap vermiş. Kadın hapı yutmuş. Kadın peki bu neydi diye sormuş. Doktor bu en güçlü musildir demiş. Kadın öksürüğe karşı musil mi demiş. Evet demiş doktor. Hadi şimdi öksürmeği deneyin... Bizi güldürmüştü. Sonra araba kaymaya başladı. Kocam fıkraların sonunu iki kere tekrarlamaktan hoşlanırdı.
( Gerçekten de, şart kipindeki fiillerde duraksamak kültürünüzü iki kez
kanıtlıyor, çünkü önce bunları tanıyorsunuz, sonra da bunlar sinirlendiriyor sizi.. Alber Camus Fiil çekimleri beyaz da kendini belli edecek. )
-Onu bana geri mi getirdiniz. O artık sizin.

* Daima tutunacak bir şeyler bulmak gerekir...

Oliiver ile diyalog...

Julie.
Sizi her yerde aradım
Ve
İşte buldum
Kimse nerde oturduğumu bilmiyor
Hiç kimse
Birkaç ay uğraştım
Ondan sonrası her şey kolay oldu
Temizlikçim sizi sokakta görmüş
Üç gündür buraya geliyorum
Beni izliyordunuz
Hayır
Sizi özledim
Kaçıyor muydunuz
Benden mi kaçıyorsunuz
Sizi gördüm belki bu bana kısa bir süre için yeter deniyecem

Öldürmenin bin bir çeşit yolu varken, neden sevişti?.. Körükleyen bu muydu acaba adamı?.. Belki de ben her ne kadar anlamasam da sevgidir...

Annesi ile diyalog...

-Bana eşini evini ya da çocuklarını anlatmak ister misin? Belki de kendini.
-Anne kocam ve kızım öldüler. Artık bir evimde yok.
- Evet bana söylemişlerdi
-Eskiden mutluydum ben onları seviyordum onlarda beni. Anne beni dinliyor musun?
-Dinliyorum mari franz
-Artık yapmam gereken tek bir şey olduğunu anladım. Hiçbir şey... Ne mal mülk ne hatıralar ne arkadaş ne aşk.Bunların hepsi bir tuzak...
-Peki yaşamak için paran var mı
-Yeterince var anne.
-Bu önemli her şeyden de vazgeçmemek gerekir
-Küçükken farelerden korkar mıydım?
-Sen hiç korkmazdın korkan juliydi
-Artık ben korkuyorum.

Bu yoksunluk durumu çok fazla sürmeyecek, kocasının sevgilisi olduğunu öğrendiği an da bitecekti. Kocasının vefatıyla yarım kalan besteyi Olivye'nin tamamlamak üzere olduğunu öğrenir. Pek tabi Olivye'nin bunları deşifre etmesi boşa değildi...

-Buna yapmaya hakkınız yok aynı şey olmayacak
-Sadece denemek istedim. Bunun sizi ağlatanın sizi koşturmanın tek yolu olduğunu düşündüm
Sizin istiyorum ya da istemiyorum demenin tek yolu olduğunu
-Hayır bu doğru değil
-Ama bana seçme şansı vermediniz.

Kocasının sevgilisiyle de karşılınca aynı haç kolyeden onda da olduğunu gördü...

-Beni sevip sevmediğini mi öğrenmek istiyorsunuz?
-Evet bunu soracaktım.
-Ama artık önemi kalmadı sizi seviyormuş.

Şu ilişkileri anlamak zor. Olivye istediğini elde etmeye çalıştı. Bunun için Julie'ye yardımcı olarak, istediğine de kavuşacaktı. Peki Julie yoksunluk durumundan çıkarken, ya da Olivye'ye yönlenirken gerçekten onu sevmiş miydi ya da mantık mıydı?

Kocası aynı kişiye iki hediyeyi nasıl aldı peki? Mutlaka bir tarafın ağır gelmesi daha özellikli, ya da eş değer başka bir hediye de bulabilirdi? Ama erkeklerin genel özelliği sanırım bu. Birilerine aşıksa, karşıdaki kişilerin de onun gibi olduğunu sanması. Birbirinden ayırt edememesi.
Filmin müziklerini de es geçmemek lazım...


Closing credits - Zbigniew Preisner (Silesia Phil. Choir)


Share/Save/Bookmark