Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Göçmüş Kediler Bahçesi/10...

Başkan beni kayırıyordu galiba. Beni en korkulu durumlardan kurtarıyor, başkalarını esirgemezken beni elinde tutuyor, vezirliğe doğru sürüyordu.

Alanda oyuncuların sayısı epey azalmıştı. Yarıya inmiş gibiydik.

Yeşiller direniyor, başarıyla sürdürüyorlardı oyunlarını. Usta oyunculardı onlar. Bakışıyorduk onunla. Kollarını açtı, bana doğru uzatır gibi yaptı, sonra gülerek yumruklarını sıktı, hızla uyluklarına indirerek çarptı.

Susamıştım. Hepimiz susamış olsak gerekti. Ama su için çalıştığımızı unutamazdık. Oyun bitesiye su yoktu hiçbirimize.

Oyun üzerine ne biliyorsam ondan öğrenmiştim. Ustam karşımda duruyordu. Ama oyunun oynanması üzerine bilgi vermemişti. Satranca çok benzeyen bu oyunda taşların, yani bizlerin adı, satrançtaki gibiydi, kurallar hemen hemen aynıydı. Bir iki noktada satrançtan ayrılınıyordu. O noktaları da Başkan anlatmıştı bu sabah. Ne ki, satranç oynamasını bilip bilmdeiğimi kimse sormamıştı. Morların bilmesi gereksizdi zaten. Bir zamanlar biraz oynamış olduğum için, oyunu bilmiyorum diyerek işten sıyrılmağa da kalkmamıştım. Oynamak istemiştim, başından beri, onu gördüğümden, oyuna katılıp
katılmayacağımı soruşundan beri.

Göçme oyunu sözünü o da açıklamamıştı ama. Göçme oyunun oynandığı bahçeye Göçmüşler Bahçesi adını bilerek verebilirdim ama o sözü, daha hiçbir şey bilmezken uydurmuştum. Sonra başka bir şey geldi usuma o ara. Burası,göçmüşlerin bahçesi değildi, göçecek kedilerin çekilip gözden ırak ölmeğe baktıkları yeriydi herhalde bu kentin; Göçmüş Kediler Bahçesiydi bu.

Göz göze geldik gene. Usumdan geçenleri bilirmiş gibi, biraz alaycı bir gülümsemeyle, başını "evet" dercesine sallıyordu. Başkan hâlâ düşünüyordu.
Kendi oyunumu oynamağa başladım.

Sen beni yaşatabilirsin, diye geçirdim içimden.
Başı, gene, evet, dedi.
Ama yaşatmak istemiyorsun çünkü sen
Başı, evet, ben?.. dedi.
Sevildiğini bilmek istersin.
Evet.
Ama sevildiğinin söylenmesini istemezsin. Beni söylenmemiş bir sevgide
boğabilirsin.
Evet.
Çünkü...
Çünkü?..
Bilemiyorum. Galiba... Korkuyorsun.
Evet.
Oyunu kestim. Tatsızlaşıyordu.
Kesmedi o.
Bekliyorum, dedi, evet...
Vazgeç, dedim başımla. Başka öksürdü. Kıpırdamıştım. Dondum.

Ağaçların arasında dönmeden önce bacaklarıma sürünen kediye bile bakmadım. Kedi geçti gitti. Açtı; yorgundu belki. Ölmüştür şimdi. Göçmüştür bu bahçede.

Başkan beni unutmuştu. Oysa ben, küçücük piyade aşağıları savunuyordu şimdi,oysa ben, küçücük piyade, vezirden başkasını düşünmüyordum. Ne yapıp edip onu

Ama... Oyun bitmişti. Bitmişti benden yana. Bir tek adım atmam yetiyordu işte. "Ne yapıp edip"in gereği yoktu artık. İyi oyuncu değildim ama atılacak adım açıkça ortadaydı. Üstelik, istediğimin gerçekleşmesi bundan kolay olamazdı.

Alanda bir kıpırtı oldu. Nerede, nasıl, bilmiyordum. Bildiğim, sıranın bana geldiğiydi.

Her şey durmuş beni bekliyordu. Ben Başkanın sözünü bekliyordum. Başkan başka bir şey söyleyemezdi, besbelli. Her yanım gerilmişti, atılmağa hazırdım. Bir adımla vezire çıkıyordum. Yeşillerin veziri ister istemez benim oluyordu ardından...

Başkan susku içinde düşünüyordu. Bana dikilmiş yeşil gözleriyle başını, ilk kez, "hayır" dercesine salladı o.

Neye hayır?
Düşündüğüne.
Gülünç olma, tam bu noktaya geldikten sonra...
Seni almamı istemezsin elbet, ondan öyle...
Hayır. Ama...

Konuşmak istiyordu şimdi. Üstünlük taslamaktan, tepeden bakıp alaycı davranarak sırt okşamaktan vazgeçiyor, konuşmak istiyordu. Usumdan geçeni o nasıl anlıyorsa, ben de öyle anlamalıydım onun usundan geçenleri. Mor değil,yeşildi anlaşmaya, uzlaşmaya varmak isteyen. Bütün gücümü kullanıp anlamalıydım onu.

Hayır, diyordu, düşündüğün yanlış.

Birden toparlandım. Beni oyalıyordu. Yapmak istediğimi sezmiş, önlemeğe çalışıyordu. Şu anda bir düşmanlık durumu içindeydik.

Dost olmamış mıydık bugüne dek? Hiç yan yana durmamış mıydık?
Görüştüğümüz anda büyülemişti beni. Ama ben mi ona yaklaş
Düşündüğümden vazgeçmek istemiyordum. Ona bakmağı bile bıraktım, yan
gözle Başkanın ağzını kollamağa başladım. Başkan kararını verdi, ağzını araladı.

Çıkacak sesi beklemedim. Bir tek uzun adım attım. Binlerce insanın göğsünden bir körük sesi çıktı.

Uğultu dindiğinde onun sesini işittim. "Mat" diyordu. Üstümdeki,elimdeki demirlerin göğü tutan gümbürtüsü içinde yığıldım durduğum yere.


Bilge Karasu/Göçmüş Kediler Bahçesi...

Share/Save/Bookmark