Ben uykudayken, koyunun biri başımdaki sarmaşık çelengini kemirmiş… Kemirmiş de demiş: Zerdüşt artık bilgin değil…
Böyle demiş gururla uzaklaşmış… Bunu bana çocuğun biri anlattı…
Ben burada, çocukların oynadığı yerde, yıkık duvarın dibindeki devedikenleriyle kırmızı gelincikler arasında yatmayı severim…
Ben çocukların, devedikenleriyle kırmızı gelinciklerin gözünde bilginim daha… Hınzırlıklarında bile suçsuzdur onlar…
Ama koyunların gözünde artık bilgin değilim: Böyle ister yazgım… Övüşler olsun yazgıma!..
Çünkü gerçek şudur: Bilginler evinden ayrıldım ve kapıyı çarptım arkamdan…
Gönlüm pek aç kaldı onların sofrasında: Onlardakine benzer, ceviz kırar gibi bilgi araştırma ustalığı yok bende…
Özgürlüğü ve taze toprak üstündeki havayı severim ben… Onların saygı ve değer vermeleri üzerinde uyumaktansa, öküz derisi uyurum daha iyi…
Pek kızdırır, yakar beni düşüncem: Sık sık soluğumu keser neredeyse… Açık havaya çıkmam, bütün tozlu odalardan uzaklaşmam gerekir derken…
Oysa onlar serin gölgede, serin serin otururlar… Her şeyde salt seyirci olmak isterler ve güneşin basamaklar üzre yandığı yerlerde oturmaktan sakınırlar…
Sokakta durup gelip geçene bakanlar gibi, öyle bekler onlar da, başkalarının düşüncelerine bakarlar…
Onları elle tutayım desen, un çuvalları gibi toz bulutu kaldırırlar havaya istemeden… Ama kim der ki onların tozu, tahıldan ve yaz tarlalarının sarı sevincinden gelir?..
Bilgelik tasladılar mı, o küçük özdeyişleri, gerçekleri dondurur beni… Bilgeliklerinde öyle bir koku vardır ki, bataklıklardan geliyor sanırsınız… Gerçek bu bilgelikte kurbağa sesleri bile işitmişsinizdir!..
Beceriklidir onlar, usta parmakları vardır… Benim yalınlığım onların karmaşıklığı yanında neylesin?.. Her türlü iplik geçirmekten ve örmekten ve dokunmaktan anlar parmakları… Böyle çorap örerler ruhun başına!...
İyi birer saattir onlar: Yalnız doğru kurmaya bakmalı!... O zaman yanlışsız gösterirler vakti, bu arada da hafif bir ses çıkarırlar…
Değirmen taşı gibi çalışır onlar, ve havan eli gibi… Siz onlara tahıl taneleri atın, yeter!... Taneleri ince övütüp ak toza çevirmeyi iyi bilirler…
Birbirlerini pek yakından ve kuşkuyla gözetlerler… Küçük kurnazlıklarda buluşları vardır… Bilgileri aksak ayaklar üzre yürüyenleri beklerler, örümcekler gibi beklerler…
Onları hep özenle ağı hazırlarken gördüm… Bu işi yaparken hep camdan eldivenler takıyorlardı ellerine…
Hileli zarlarla da oynamayı bilirler… Öyle ateşli oynadıklarını gördüm ki, terliyorlardı…
Biz birbirimize yabancıyız… Onların erdemleri yapmacıklarından, hileli zarlarından daha iğrenç gelir bana…
Ve birlikte yaşarken, üstlerinde yaşadım onların… Bana hınç bağladılar bu yüzden…
Başları üstünde birinin dolaştığını işitmek istemezler… Onun için başlarıyla benim arama tahta ve toprak ve moloz doldurdular…
Böyle boğdular ayak seslerimi… Ondan sonra beni en az işiten, en bilginler oldu…
İnsanlığın bütün eksiklikleriyle zayıflıklarını kendileriyle benim arama koydular… Buna “uydurma tavan” diyorlar evlerinde…
Ben yine de, düşüncelerimle onların başları üstünde dolaşıyorum… Kendi yanlışlarım üzre dolaşsam bile, üstünde olurum onların ve başlarının…
Çünkü insanlar eşit değildirler… Böyle buyurur doğruluk… Ve benim istediğimi onlar isteyemezler!..
Böyle Buyurdu Zerdüşt…
F.Nietzsche
Böyle demiş gururla uzaklaşmış… Bunu bana çocuğun biri anlattı…
Ben burada, çocukların oynadığı yerde, yıkık duvarın dibindeki devedikenleriyle kırmızı gelincikler arasında yatmayı severim…
Ben çocukların, devedikenleriyle kırmızı gelinciklerin gözünde bilginim daha… Hınzırlıklarında bile suçsuzdur onlar…
Ama koyunların gözünde artık bilgin değilim: Böyle ister yazgım… Övüşler olsun yazgıma!..
Çünkü gerçek şudur: Bilginler evinden ayrıldım ve kapıyı çarptım arkamdan…
Gönlüm pek aç kaldı onların sofrasında: Onlardakine benzer, ceviz kırar gibi bilgi araştırma ustalığı yok bende…
Özgürlüğü ve taze toprak üstündeki havayı severim ben… Onların saygı ve değer vermeleri üzerinde uyumaktansa, öküz derisi uyurum daha iyi…
Pek kızdırır, yakar beni düşüncem: Sık sık soluğumu keser neredeyse… Açık havaya çıkmam, bütün tozlu odalardan uzaklaşmam gerekir derken…
Oysa onlar serin gölgede, serin serin otururlar… Her şeyde salt seyirci olmak isterler ve güneşin basamaklar üzre yandığı yerlerde oturmaktan sakınırlar…
Sokakta durup gelip geçene bakanlar gibi, öyle bekler onlar da, başkalarının düşüncelerine bakarlar…
Onları elle tutayım desen, un çuvalları gibi toz bulutu kaldırırlar havaya istemeden… Ama kim der ki onların tozu, tahıldan ve yaz tarlalarının sarı sevincinden gelir?..
Bilgelik tasladılar mı, o küçük özdeyişleri, gerçekleri dondurur beni… Bilgeliklerinde öyle bir koku vardır ki, bataklıklardan geliyor sanırsınız… Gerçek bu bilgelikte kurbağa sesleri bile işitmişsinizdir!..
Beceriklidir onlar, usta parmakları vardır… Benim yalınlığım onların karmaşıklığı yanında neylesin?.. Her türlü iplik geçirmekten ve örmekten ve dokunmaktan anlar parmakları… Böyle çorap örerler ruhun başına!...
İyi birer saattir onlar: Yalnız doğru kurmaya bakmalı!... O zaman yanlışsız gösterirler vakti, bu arada da hafif bir ses çıkarırlar…
Değirmen taşı gibi çalışır onlar, ve havan eli gibi… Siz onlara tahıl taneleri atın, yeter!... Taneleri ince övütüp ak toza çevirmeyi iyi bilirler…
Birbirlerini pek yakından ve kuşkuyla gözetlerler… Küçük kurnazlıklarda buluşları vardır… Bilgileri aksak ayaklar üzre yürüyenleri beklerler, örümcekler gibi beklerler…
Onları hep özenle ağı hazırlarken gördüm… Bu işi yaparken hep camdan eldivenler takıyorlardı ellerine…
Hileli zarlarla da oynamayı bilirler… Öyle ateşli oynadıklarını gördüm ki, terliyorlardı…
Biz birbirimize yabancıyız… Onların erdemleri yapmacıklarından, hileli zarlarından daha iğrenç gelir bana…
Ve birlikte yaşarken, üstlerinde yaşadım onların… Bana hınç bağladılar bu yüzden…
Başları üstünde birinin dolaştığını işitmek istemezler… Onun için başlarıyla benim arama tahta ve toprak ve moloz doldurdular…
Böyle boğdular ayak seslerimi… Ondan sonra beni en az işiten, en bilginler oldu…
İnsanlığın bütün eksiklikleriyle zayıflıklarını kendileriyle benim arama koydular… Buna “uydurma tavan” diyorlar evlerinde…
Ben yine de, düşüncelerimle onların başları üstünde dolaşıyorum… Kendi yanlışlarım üzre dolaşsam bile, üstünde olurum onların ve başlarının…
Çünkü insanlar eşit değildirler… Böyle buyurur doğruluk… Ve benim istediğimi onlar isteyemezler!..
Böyle Buyurdu Zerdüşt…
F.Nietzsche