İnsan ne kadar öğrense, yine de öğrenmediği çok şey kalıyor...
Bazen insanın içindekileri dökmesi iyidir. Katlanmak zorunda olduğu şeyleri tanıması, bilmesi gerekir nihayet... Ama bize acı verecek, üzecek şeyleri de boşuna eşelemekten sakınmalıyız...
Kitapdan Kesit...
Karımla aramda başımdan beri bazı sorunlar olduğunu biliyorsun kuşkusuz. Evlendikten sonra birkaç yıl iyi kötü bir arada yaşadık. Belki bu ilk zamanlar pek çok şey kurtarılabilirdi henüz. Gelgelelim, ben uğradığım düş kırıklığını gereği gibi saklayamadım. Adele’den bana veremeyeceği şeyleri istedim hep. Adele öyle şuh, cıvıl cıvıl biri olmadı hiç, hep ciddi, hep ağır bir kadındı. Bunu daha önceden bilebilirdim doğrusu. Karım hatalı bir davranışa bazen göz yumma, işi mizah yönünden alarak ya da üzerinde fazla durmayarak bir güçlülüğün üstesinden gelme becerisini asla gösteremedi. Benim istek ve kaprislerimi, benim hırçın özlemlerimi ve sonunda uğradığım düş kırıklığını suskunluk ve sabırla karşıladı hep. Dokunaklı, sessiz sedasız, kahramanca bir sabır, çokluk beni duygulandıran, ama ne bana, ne kendisine yararı dokunan bir sabırla. Bir şeye kızsam, bir şeyden hoşnutsuzluk duysam, susup sesini çıkarmadı, acı çekti; ben kendisiyle daha iyi anlaşma isteğiyle ne zaman yanına varıp özür dilesem ya da neşeli bir saatimde yaklaşıp kendisini de neşelendirmek istesem, başarısızlığa uğradım hep, Adele böyle zamanlarda da sustu, daha çok içine kapanıp bir türlü vazgeçmediği hantal davranışında ayak diredi. Ben yanındayken uysal ve çekingen davrandı, kızıp içerlemelerimi ve neşelenip coşmalarımı da aynı serinkanlıkla karşıladı, ben yanından ayrıldım mı, tek başına oturup kendisi için piyano çaldı, genç kızlık günlerinde dolaştı düşünceleriyle. Böylece giderek daha çok haksızlık batağına gömüldüm, sonunda ben de ona hiçbir şey veremez, kendisiyle hiçbir şeyi paylaşamaz duruma geldim. İşimle daha çok ilgilenmeye başladım, çalışmalarımı kale yapıp arkasına sığınmayı öğrendim yavaş yavaş...
Besbelli Veraguth serinkanlılığını korumak için çaba harcıyordu. Sızlanmak değil, olup bitenleri anlatmaktı niyeti, ama ağzından çıkan sözcüklerin ardında yine de bir yakınma havası açıkça seziliyordu, en azından hayatının yıkıma uğramasından, gençlik beklentilerinin düş kırıklığıyla sonuçlanmasından ve yaşam boyu yarı buçuk, her türlü kıvançtan yoksun, doğasının özüne aykırı bir yaşama mahkum edilmesinden duyulan bir sızlanıştı bu.
Daha o zamanlar boşanmayı düşündüm düşünmesine. Ama bu, sanıldığı kadar basit değildi. Sessizce oturup işim gücümle uğraşmaya alıştım bir kez; mahkemeler ve avukatlar aklıma geldikçe, günlük yaşamımın küçük alışkanlıklarında bir kopma olacağını düşündükçe, ürküp geriliyordum. O zamanlar gönlümü kaptıracağım biri karşıma çıksaydı, boşanmaya karar vermekte güçlük çekmezdim. Ama anlaşıldı ki, benim kendi doğam da sandığımdan daha hantaldı. Melankoliyle karışık belli bir kıskançlık duygusuyla sevimli genç kızlara gönlümü kaptırmıyor değildim, ama asla yeterince derinlere inemiyordu bu sevgi. Yavaş yavaş anlamıştım ki, bütün kalbimle seveceğim tek şey ressamlığımdı. Hayatın zevkini çıkarmak ve kendimi unutmak için duyduğum özlemler, içimde uyanan tüm istek ve gereksinimler o yöne yöneltiyordu beni. Gerçekten de bütün bu yıllar tek bir insana olsun açmadım yaşamımın kapısını, hiçbir kadına, hiçbir erkeğe. Anlıyorsun ya, bütün dostluklara yüzkaramı itiraf ederek başlamam gerekecekti çünkü.
Yüzkarası mı!.. dedi Burkhardt usulcacık paylar gibi...
Elbette yüzkarası!.. O zamanlar işte böyle bir his vardı içimde, o gün bu günde bu durumda bir şey değişmedi. Mutsuz olmak bir yüzkarasıdır... Yaşamını kimsenin görmesine izin vermemek, bir şeyi saklayıp gizlemeye, örtbas etmeye çalışmak yüzkarasıdır. Kapatalım bu konuyu!.. İzin ver de anlatmaya devam edeyim.
Veraguth suratını asarak şarap kadehine dikti gözlerini; sönmüş puroyu elinden atıp konuşmasını sürdürdü.
Bu arada Albert büyümüştü biraz. Her ikimizde onu pek seviyorduk, ona ilişkin konuşmalar, onunla ilgili tasa ve kaygılar bizi bir arada tutuyordu. Ancak Albert yedi sekiz yaşına gelince, ben de bir kıskançlık başladı. Ona sahip olmak için savaşmaya koyuldum –şimdi Pierre uğruna karımla savaştığım gibi tıpkı!.. Onsuz yapamayacak kadar Albert’i sevdiğimi anlamıştım ansızın. Albert’in giderek benden soğuduğunu, her geçen gün annesine daha çok yaklaştığını görüyordum, yıllar yılı içimde hiç kaybolmayan bir korkuyla izledim durumu...
Derken Albert ciddi şekilde hastalandı. İyileşmesine çalıştığımız zaman içinde başka düşünceler silinip gitti kafamızdan. Bir süre birbirimizle öyle güzel anlaştık ki, sorma. Pierre de işte o sıralarda dünyaya geldi.
Pierre hayata gözlerini açtı açalı, sevgi, sevecenlik adına verebileceğim her şeyi verdim kendisine. Adele’nin tekrar elimden kayıp gitmesine seyirci kaldım, iyileştikten sonra Albert’in giderek daha çok annesinin yanında yer almasına, annesinin adeta bir sırdaşı olup bana düşman kesilmesine ses çıkarmadım, sonunda çaresiz kalıp evden uzaklaştırdım kendisini. Her şeyi gözden çıkardım, hiçbir iddiası, hayattan hiçbir beklentisi olmayan yoksul mu yoksul birine döndüm, evde her şeye kusur bulmak, evde söz sahibi olmak alışkanlığımdan vazgeçtim, kendi evimde lütfen barındırılan bir konuk gibi yaşamayı hiç karşı koymadan kabullendim. Benim olmasını istediğim tek şey vardı, o da Pierre’di. Albert’le bir çatı altında yaşamaya ve evdeki koşullara artık katlanamaz olunca, Adele’ye boşanmamızı önerdim.
Pierre’i ben alacaktım, buna karşılık istediği şeye sahip olacaktı karım; Albert’le birlikte kalabilir, Rosshalde’de eskisi gibi yaşayabilirdi, gelirimin yarısını, hatta yarısından fazlasını da kendisine bırakabilirdim. Ne var ki, öneriyi geri çevirdi karım. Boşanmaya rıza gösterecek, benden de en çok gerekenden fazla bir şey istemeyecekti, ama Pierre’den ayrılmaya niyeti yoktu. Aramızdaki son tartışma oldu bu da. Bana kalan son mutluluk kırıntısını ele geçirebilmek için bir kez daha her şeyi denedim, ricalarda, vaatlerde bulundum, boynumu büktüm, onurumu ayaklar altına aldım, gözdağı verdim, ağlayıp sızladım, sonunda azgınlığa vurdum işi, kıyametleri kopardım, ama hiçbiri para etmedi. Pierre’e sahip olsun yeter ki, Albert’in evden uzaklaştırılmasına bile karşı çıkmayacaktı karım. Bu sessiz sedasız ve sabırlı kadının en ufak bir ödün vermeyeceği anlaşılmıştı; gücünün çok iyi bilincindeydi, bu bakımdan üstündü benden. O sıra işte kendisinden düpedüz nefret etmeye başladım, bu nefretin birazı hala yaşıyor içimde.
Baktım olmayacak, bir usta çağırtıp atölyenin yanına bu küçük konutu yaptırdım, o gün bugün de burada kalıyorum. Ve işte her şey gördüğün gibi.
Burkhardt, dostu Veraguth’un düşünceli düşünceli dinlemiş, hiç sözünü kesmemiş, dostunun bunu beklediği, hatta arzuladığı anlarda bile böyle bir şeye kalkışmamıştı.
Durumu senin bu kadar açık seçik görmene seviniyorum dedi kollayarak. Her şey aşağı yukarı benim kafamdan geçirdiğim gibi olmuş. Gel, biraz daha deşelim bu konuyu. Nasıl olsa başladın bir kez. Burada kaldığım süre içinde ben de senin gibi bu saati bekledim. Tut ki, vücudunda bir yara var da kıvrandırıyor seni ve sen de böyle bir yaranın varlığından utanç duyuyorsun. Bu yaranın ne olduğunu ben biliyorum şimdi, bunu artık saklayıp gizlemene gerek kalmadığı için sen de biraz rahatlamış durumdasın. Ama bu kadarla yetinmeyelim. Gel yarayı kesip açalım seninle ve onu iyileştirmeye çalışalım.
Veraguth, dostu Burkhardt’a bakarak uyuşuk uyuşuk başını salladı ve gülümsedi: İyileştirmek mi?.. Böyle bir yara hiçbir zaman iyileşmez. Ama istiyorsan buyur, kes aç!..
Burkhardt, peki der gibi başını salladı. Kesip açacaktı yarayı, kuşku yoktu buna, fırsat bu fırsattı çünkü.
Ancak bir şey var ki, anlattıklarından çıkaramadım diye sesini yükseltti düşünceli bir edayla. Pierre için karından ayrılmadığını söylüyorsun. Soru şu : Acaba Pierre’i sana vermeye zorlayamaz mıydın kendisini?.. Mahkemeye başvurup boşansaydınız, çocuklardan biri nasıl olsa sana verilecekti. Bunu düşünmedin mi?...
Hayır Otto, düşünmedim. Bir yargıcın sahip olduğu bilgeliğiyle, benim bir zaman hata ve ihmallerim sonucu uğradığım kayıpları giderebileceğini aklımdan geçirmedim hiç. Bu, benim işimi görmez. Kişisel gücümün karımı Pierre’den vezgeçirmeye yetmemesi karşısında, bana beklemekten, Pierre’in kendisinin ileride ikimizden birini seçeceğini görmekten başka yapacak şey kalmamıştı.
Bütün dava Pierre de düğümleniyor bakıyorum. Ortada Pierre olmasaydı, kuşkusuz çoktan karından boşanır, dünyada kendisiyle mutlu yaşayabileceğin birini bulurdun sanırdım ya da hiç değilse aydınlık, doğru dürüst, özgür bir hayatın olurdu. Şimdi ise uzlaşmaların, özverilerin ve küçük çapta geçici önlemlerin karmaşası içinde sıkışıp kaldın. Öyle bir karmaşa ki, senin gibi biri havasızlıktan boğulup gitmekten yakayı kurtaramaz.
Veraguth’un bakışlarında bir tedirginlik seziliyordu, kadehi şarabı acele dikti kafasına.
Hep boğulup gitmenin, yok olmanın sözünü ediyorsun!.. Görüyorsun ki, yaşıyorum henüz ve çalışıyorum. Dize gelirsem, adam değilim.
Bay Burkhardt, dostunun sinirlenmesine aldırmadı. Hafifçe üsteleyerek sürdürdü konuşmasını: Özür dilerim ama, bu pek de doğru değil. Sen olağanüstü güçlere sahip birisin, yoksa sözünü ettiğin durumlara o kadar zaman katlanabilir miydin hiç?.. Bu durumların sana ne çok zarar verdiğinin, seni ne çok ihtiyarlattığının kendinde farkındasın; bunu benden saklamaya çalışman, işe yaramaz bir kendini beğenmişlikten başka şey değil... Ben kendi gözlerime senden daha çok inanırım ve benim gördüğüm kadarıyla, durumun hiç de iç açıcı değil... Çalışmaların ayakta tutuyor seni doğru, ama bu çalışmalar sana haz vermeyip uyuşturuyor, serseme çeviriyor seni. O güzelim kuvvetinin yarısı yoksunluklarda ve her gün üstesinden gelmen gereken küçük çaptaki savunmalarda çarçur ediliyor. Bu uğraşlar sonunda ele geçen şey, olsa olsa mutluluk değil tevekküldür... Bunu da sevgili dostum, sana asla reva göremem...
Tevekkül mü?.. Olabilir. Başkalarında durum farklı mı sanki?.. Kim mutlu?..
Umudunu yitirmemiş kişi mutludur... diye sesini yükseltti Burkhardt, üzerine basa basa... Peki sen neyi umuyorsun?.. Başarı desen değil, şan şöhret desen değil, para desen o da değil; bütün bunlar fazlasıyla var sende. Ne adamsın, hayat nedir, haz, sevinç nedir bildiğin yok asla!.. İçinde hiçbir umut taşımıyorsun, öyleyken memnunsun!.. Anlamıyor değilim, haklı olabilirsin, ama berbat bir durum var ortada Johann. Şakaya gelmeyecek bir çıban; kimde böyle bir çıban var da yarıp açmaktan kaçıyorsa, o bir korkaktır....
Hermann Hesse...