Amerikan manzarasının kusuru, romantik yanılsamanın öne sürdüğü gibi tarihsel anıların eksikliği değil, insan elinin hiçbir izi taşımamasıdır. Sadece ekilebilir toprağın yetersizliğiyle, çoğu zaman bodur çalılardan yüksek olmayan işlenmemiş ormanlarla da sınırlı değildir bu durum, asıl yollarda belli eder kendini. Manzaranın içine öylece yerleştirilmiş gibidir yollar; düzgünlük ve genişlikleri ne kadar etkiliyse, parıltılı izleri de o yabanıl ve zengin bitkisel çevre karşısında o kadar ilgisiz ve hunhar görünür. İfadesizdirler. Ayak ya da tekerlek izini bilmezler, otlaklıklara ya da ağaçlıklara geçişi sağlayacak patikalar yoktur kenarlarında; demek insan elinin ya da en yakın aletlerinin dokunuşunu hissetmemiş şeylerinin o yumuşamış, yatıştırıcı, batmayan dokusundan da yoksundurlar. Sanki hiç kimse okşamamıştır manzaranın saçlarını. Rahatlatılmamıştır, rahatlamaz. Algılanışı da böyledir. Hızla giden arabanın içinden gördüğü şeyi kaydetmez göz çünkü; silinen manzara da kendi taşıdığından daha fazla iz bırakmaz…
Cüce meyve : Proust nazikti: Kendini yazardan daha zeki sanma mahcubiyetinden kurtarıyordu okuru…
On dokuzuncu yüzyılda Almanlar düşlerinin resmini yaptılar; sonuç her zaman sebzeydi. Fransızlarınsa bir sebze resmi yapmaları bile yetiyordu, ortaya çıkanın bir düş olması için…
Amerikan manzarasının güzelliği : En küçük diliminde bile, ifade olarak, tüm ülkenin uçsuz bucaksızlığı belirir…
Mülteciliğin anılarında, av eti rostolarının belli bir tadı vardır: Hayvan sanki *Freischütz’ün tılsımlı kurşunlarıyla vurulmuş gibi bir tat…
Psikanalizde sadece abartılar doğrudur…
Mutlu olup olmadığımızı rüzgarın sesinden anlayabiliriz. Mutsuz insana evinin korunaksızlığını anımsatır bu ses, onu kuş uykularından, huzursuz düşlerinden uyandırarak. Mutlu adam içinse korunmuşluğunun şarkısıdır. Öfkeli uğultusunda, artık ona karşı etkisiz olduğunu itiraf eden fısıltıyı da işitir…
Düşlerimizden tanıdığımız o sessiz gürültü, uyanık saatlerimizde gazete başlıklarından saldırır bize…
Efsanenin kıyamet habercisi, radyoda yaşıyor bugün. Zorunlu olarak duyurulan önemli olaylar her zaman felaketlerdir. Solemn sözcüğü, İngilezce’de hem törensel, hem de tehlikeli anlamına gelir. Spikerin gerisindeki toplumun gücü, kendiliğinden dinleyicilere yönelmekte, onları hedef almaktadır.
Yakın geçmiş her zaman felaketlerden artakalmış bir yıkıntı olarak görünür bize…
Tarihin eşyada beliren ifadesi, geçmiş azabın dışavurumudur sadece…
Hegel’de öz bilinç, kendi belliğinden emin olmanın hakikatiydi: ‘Hakikatin doğal toprağı’, Fenomenoloji’nin sözcükleriyle. Bunu artık anlayamaz hale geldiklerinde de burjuvalarda hiç değilse servet sahipliğinin gururundan doğan bir öz bilinç vardı. Bugünse öz bilincin tek anlamı, ego üzerinde düşünmenin mahcubiyeti ve iktidarsızlığının fark edilmesidir. Kendinin bir hiç olduğunu bilmek…
‘Ben’ demek, bir çok insan için daha şimdiden bir küstahlık haline gelmiştir…
Gözünüzdeki kıymık en iyi büyüteçdir…
En bayağı insan, en yücesinin zaaflarını sezebilir; en aptalı da en zekisinin düşünüşünde ki hataları…
Cinsel ahlakın ilk ve tek ilkesi : Suçlayan her zaman suçludur…
Bütün, yanlıştır…**
Theodor W. Adorno
* Romantik alman besteci Carl Maria von Weber’in operası (1821)
** Tinin Fenomenolojisi’nin (Hegel) önsözündeki cümlenin ters yüz edilmiş biçimi… ‘Doğru bütündür (ya da bütün olandır) … Ama bütün de kendi gelişimi içinde kendini kusursuzlaştıran özden başka bir şey değildir…’
Cüce meyve : Proust nazikti: Kendini yazardan daha zeki sanma mahcubiyetinden kurtarıyordu okuru…
On dokuzuncu yüzyılda Almanlar düşlerinin resmini yaptılar; sonuç her zaman sebzeydi. Fransızlarınsa bir sebze resmi yapmaları bile yetiyordu, ortaya çıkanın bir düş olması için…
Amerikan manzarasının güzelliği : En küçük diliminde bile, ifade olarak, tüm ülkenin uçsuz bucaksızlığı belirir…
Mülteciliğin anılarında, av eti rostolarının belli bir tadı vardır: Hayvan sanki *Freischütz’ün tılsımlı kurşunlarıyla vurulmuş gibi bir tat…
Psikanalizde sadece abartılar doğrudur…
Mutlu olup olmadığımızı rüzgarın sesinden anlayabiliriz. Mutsuz insana evinin korunaksızlığını anımsatır bu ses, onu kuş uykularından, huzursuz düşlerinden uyandırarak. Mutlu adam içinse korunmuşluğunun şarkısıdır. Öfkeli uğultusunda, artık ona karşı etkisiz olduğunu itiraf eden fısıltıyı da işitir…
Düşlerimizden tanıdığımız o sessiz gürültü, uyanık saatlerimizde gazete başlıklarından saldırır bize…
Efsanenin kıyamet habercisi, radyoda yaşıyor bugün. Zorunlu olarak duyurulan önemli olaylar her zaman felaketlerdir. Solemn sözcüğü, İngilezce’de hem törensel, hem de tehlikeli anlamına gelir. Spikerin gerisindeki toplumun gücü, kendiliğinden dinleyicilere yönelmekte, onları hedef almaktadır.
Yakın geçmiş her zaman felaketlerden artakalmış bir yıkıntı olarak görünür bize…
Tarihin eşyada beliren ifadesi, geçmiş azabın dışavurumudur sadece…
Hegel’de öz bilinç, kendi belliğinden emin olmanın hakikatiydi: ‘Hakikatin doğal toprağı’, Fenomenoloji’nin sözcükleriyle. Bunu artık anlayamaz hale geldiklerinde de burjuvalarda hiç değilse servet sahipliğinin gururundan doğan bir öz bilinç vardı. Bugünse öz bilincin tek anlamı, ego üzerinde düşünmenin mahcubiyeti ve iktidarsızlığının fark edilmesidir. Kendinin bir hiç olduğunu bilmek…
‘Ben’ demek, bir çok insan için daha şimdiden bir küstahlık haline gelmiştir…
Gözünüzdeki kıymık en iyi büyüteçdir…
En bayağı insan, en yücesinin zaaflarını sezebilir; en aptalı da en zekisinin düşünüşünde ki hataları…
Cinsel ahlakın ilk ve tek ilkesi : Suçlayan her zaman suçludur…
Bütün, yanlıştır…**
Theodor W. Adorno
* Romantik alman besteci Carl Maria von Weber’in operası (1821)
** Tinin Fenomenolojisi’nin (Hegel) önsözündeki cümlenin ters yüz edilmiş biçimi… ‘Doğru bütündür (ya da bütün olandır) … Ama bütün de kendi gelişimi içinde kendini kusursuzlaştıran özden başka bir şey değildir…’