Neden böylesine güçtü bu?...
* Her insanın yaşamı, onu kendisine götüren bir yoldur. Bir yol denemesi, bir yol taslağıdır. Hiçbir insan yüzde yüz kendisi olamamıştır ama yine de herkes gücü yettiğince ilerler bu yolda. Kimi biraz daha gözü açık, kimi biraz daha gözü kapalı...
* Cesaret ve karakter sahibi kişiler, başkalarına her zaman pek korkutucu görünür çünkü; korkusuz ve korkutucu insanların soyundan gelen kişilerin ortalıkta dolaşması ise pek hoşa gidecek şey değildi.
* İnsan birinden korkuyorsa, o kimsenin kendi üzerinde söz sahibi olmasına izin vermiş demektir...
* İnsanın kendini, kendisine götüren yolu izlemesi kadar dünyada nefret ettiği başka bir şey daha yoktur...
* İtici güçler hep 'öteki dünya'dan kaynaklanıyor, yanında korkular, zorlamalar ve vicdan azapları getiriyor, hep devrimci bir nitelik taşıyor, sürekli yaşamak istediğim barış ortamı bakımından bir tehdit oluşuruyordu...
* Söz konusu güçlüğü yaşamayan hiç kimse yoktur. Sıradan bir insanın yaşamında bu öyle bir dönüm noktasıdır ki, özyaşamın istekleri çevreyle en amansız çatışma durumuna girer, ileriye giden yol en çetin savaşımlar sonunda ele geçirilir. Pek çok kişi, hepimizin yazgısı olan ölümü ve yeniden dünyaya gelişi yalnızca söz konusu olan dönemde yaşar. Tüm sevdiklerimizin bizi terk ettiğini görüp ansızın çevremizde evrenin yalnızlığını ve ölümcül soğukluğunu hissederiz, çocukluğumuz çürüyüp dökülür, çöker, yıkılır yavaş yavaş. Pek çok kişi bu sivri kayaya bindirir ve bir daha kurtaramaz kendini, bir daha geri gelmeyecek geçmişe, yitirilmiş cennetin düşüne, tüm düşlerin bu en haini ve acımasızına sarılıp kalarak acılar içinde kıvranır...
* - 'Her istediğin şeyi gerçekten bir başkasına düşündürte bilirmisin?' diye sordum bir ara...
* Demian bu konuda seve seve bana bilgi verdi. Her zaman ki büyük insan haliyle sakin ve nesnel açıklamalarla bulundu...
* - 'Hayır' dedi. 'Olanaksız böyle bir şey. Çünkü insan irade bakımından özgür sayılmaz, rahip istediği kadar öyleymiş gibi yapsın. İnsan iradesi özgür değildir. Ne bir başkası canı istediği şeyi düşünebir, ne ben ona kendi istediğim şeyi düşündürtebilirim. Ne var ki, bir insanı gereği gibi gözlemlediğimizde, onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini kesin olarak söyleyebiliriz. Ayrıca bir sonraki anda onun ne yapacağını da önceden kestirebiliriz. Oldukça basit bir şey ama insanlar bunu bilmez, o kadar. Elbette çalışıp egzersiz yapmak gerekir üzerinde. Örneğin kelebekler arasında bazı pervane türleri vardır. Dişileri erkeklerinden çok daha azdır. Pervaneler de bütün hayvanlar gibi ürerler, yani erkek dişiyi döller, dişi de yumurta yapar. Şimdi diyelim senin bu elinde bu pervanelerden bir dişi var; doğa bilginlerinin sık sık denediği gibi, geceleyin erkek pervaneler bulunduğu yerlerden uçup bu dişiye gelirler. Hem de saatlerce uzaktan!.. Düşün bir, saatlerce uzaktan!.. Kilometrelerce uzaktan bütün bu erkek pervaneler çevredeki biricik dişinin varlığını hissederler. Bu durumu açıklamak için çalışmalar yapılıyor ama kolay değil. Nasıl ki iyi bir av köpeği, farkına varılması güç bir izi ele geçirir ve izlerse onu, söz konusu erkek pervanelerde de bir çeşit koku alma duyusu ya da buna benzer bir organ aynı işi görüyor olmalı. Bilmem anlıyor musun beni?... Çok ilginç şeyler, böyle şeylerle dolup taşıyor doğa, kimse de bunları açıklayamıyor. Ama ben diyorum ki, pervanelerin dişileri de erkekleri gibi çok olsaydı, erkeklerinde öylesine hassas bir koku alma duyusuna rastlayamazdık!.. Böyle bir yeteneğe sahip olmalarının tek nedeni, kendilerini bu yolda çalışıp eğitmeleridir. Bir hayvan ya da bir insan bütün dikkatini ve iradesini belli bir şey üzerine yöneltirse, o şeyi ele geçirir sonunda. Hepsi bu kadar...
* - Peki bu irade nasıl bir şeydir?.. Hem insanın iradesinin özgür sayılamayacağından söz ediyorsun, hem insan yeter ki iradesini belli bir amaca yöneltsin, o zaman bu amaca kavuşabilirsin diyorsun. Hiç olur mu böyle bir şey!.. Ben kendi irademe söz geçiremiyorsam, onu dilediğim gibi şu ya da bu nesne üzerine yöneltebilmem düşünülebilir mi?...
- İyi ki sordun!.. dedi gülerek. Hep soracaksın, hep kuşku duyacaksın. Şimdi sorduğun şey çok basit. Diyelim ki, bir pervane iradesini bir yıldıza ya da bir başka şeye yöneltmek istedi, asla başaramaz bunu. Hatta böyle bir şeye de kalkışmaz hiç, yalnızca kendisi için bir anlam ve önem taşıyan, kendisinin gereksinme duyup mutlaka ele geçirmek zorunda olduğu şeye bakar. Ve bu konuda inanılmayacak işlerin bile üstesinden gelir. Öyle tılsımlı bir altıncı duyu geliştirir ki, bir başka hayvanda böyle bir duyuya rastlanmaz!.. Kuşkusuz bir insanın etkinlik alanı bir hayvanınkinden daha geniştir,ilgi duyduğumuz nesneler daha çoktur. Ama biz de hayli dar bir çemberin içinde hapsolmuş yaşarız. Bu çemberin dışına çıkmak elimizden gelmez. Elbette falan ya da filan şeyin hayalini kurabilirim. Örneğin Kuzey Kutbuna gitmem gerektiğini geçirebilirim kafamdan ya da bunun gibi bir şey ama istek benim kendi içimden kaynaklanıyor ve varlığım gerçekten böyle bir istekle dolup taşıyorsa, ancak o zaman belli bir şeyi yeterince güçlü şekilde arzulayıp gerçekleştirebilirim. Böyle bir durumu yaşar da, sana kendi içinden yapman buyrulan bir şeyi yapmaya kalkarsan başarıya ulaşabilir, o zaman iradeni bir arabanın önüne koyulan beygir gibi söz konusu işe koşabilirsin...
* Büyünün bozulması, alışılmış duyguları ve kıvançları çarpıtıp çirkinleştiriyor, sararıp solmalarına yol açıyordu; parkın burcu burcu kokusunun yerinde yeller esmekteydi artık; orman eski çekiciliğini yitirmiş, çevremdeki dünya tasfiye edilen bir mağazada satışa çıkarılan modası geçmiş malları anımsatıyordu,işte öylesine yavan ve zevksizdi. Kitaplar bir kağıt yığını, müzik ise bir gürültüydü yalnızca. Sanki güz ortasında bir ağacın dört bir yanından yapraklar dökülüyordu da, ağaç bunun farkına varmıyordu. Ağacın üzerinden yağmur aşağılara süzülüyor, güneş ya da ayaz üzerinden gelip geçiyor, yaşam yavaş yavaş gerileyerek ağacın en iç kısmında alabildiğine dar bir bölgeye sıkışıyordu. Ama ağaç ölmüyor, ağaç bekliyordu.
* Sağda solda dolaşıp dünyayı horlayan ben!.. Mağrur bir ruhla ve kafasında Demian’ın düşünceleriyle ben!.. Böyleydim işte, insanlığın yüz karasıydım, bir domuzdan kalır yanım yoktu, sarhoştum ve pislik içindeydim, iğrenç ve aşağılık bir yaratıktım, vahşi bir hayvandım, kepaze içgüdüler üzerime çullanmıştı!.. Böyleydim işte, her şeyin saf, parlak ve narin inceliklerle örüldüğü o bahçelerden gelen ben, Bach’ın müziğine ve güzel şiirlerine gönül veren ben!.. Kendi gülüşüm, bu sarhoş, engellenemeyen kesik kesik ve salaçca içerlerden kopup gelen gülüş hala kulaklarımda çınlıyordu. İşte buydum ben!..
* Yaptığım her şey, kendimi zorlayışın bir sonucuydu. Yaptıklarım, yapmam gereken şeylerdi. Çünkü başka türlü nasıl davranacağımı bilemiyordum… Uzun süreli yalnızlıklardan, beni sürekli bir gerilim içinde tutan o bir sürü ince, utanç dolu, içtenlikli duygulardan, ikide bir kafama üşüşen o narin sevgi düşüncelerinden korkuyordum…
* Tanrı’nın bizi yalnız bıraktığı ve içlerinden birini izleyerek kendi kendimizi bulmamıza olanak sağladığı pek çok yol vardır…
* Düşler vardır hani, prensese götüren yolda batağa, pislikten geçilmeyen leş kokulu sokakların çamuruna, çirkefliğine gömülüp kalır insan, benim de işte böyleydi durumum. Bana pek de hoş olduğu söylenemeyecek böyle bir yol izleyip yalnızlık çekmek, kendimle çocukluğumun arasına kapalı bir cennet kapısını yerleştirmek düşmüştü, kapının önünde acımasız bir görkem içinde bekçiler dikiliyordu. Bir başlangıçtı bu, kendime kavuşma özleminin gözlerini içimde açmasıydı.
* Dünya benim gibilerine gereksinim duymuyor, kendilerine daha iyi bir yer buyur edip vermiyor, önlerine daha yüce ödevler çıkarmıyorsa, benim gibi helak olup giderdi işte. Bundan doğacak zararı dünya çeksindi artık…
* Yazgı ve gönül aynı kavramın değişik adlarıdır…
* Sen buna bağlısın ama sen değil, resmin yalnızca; sen, benim yazgımdan bir parçasın…
* İçimizde her şeyi bilen, her şeyi isteyen, her şeyi bizim kendimizden daha iyi yapan birinin bulunduğunu bilmek ne iyi!..
* Kuş yumurtadan çıkmak için savaş veriyor. Yumurta dünyadır. Doğmak isteyen, bir dünyayı yok etmek zorundadır. Kuş Tanrı’ya doğru uçuyor. Tanrı’nın adı Abraxas’tır..
* İnsan bir şeyi yeterince güçlü biçimde isterse, istediği şey gerçekleşiyordu…
* İlkçağdaki tarikatların ve gizemci toplulukların savundukları düşünceler, akılcı bir bakış açısından görüldüğü kadar naif değildir. İlkçağ bizimkisi gibi, bir bilim anlayışından uzaktı. Buna karşılık felsefi-gizemci doğruları kendine uğraş alanı seçmişti ve uğraş ta çok gelişmiş düzeydeydi. Kısmen söz konusu uğraştan büyü ve sihir doğdu, bu da kuşkusuz sık sık aldatmalara ve suç oluşturan bir takım eylemlere itti insanları. Ne var ki, büyü de soylu bir kaynaktan çıkıp gelmişti ve derin düşünceleri içeriyordu. Yunanca kökenli büyü sözleriyle ilişkili olarak geçer rastlanan bir büyü şeytanının adı diye bilinir. Ama öyle anlaşılıyor ki, Abraxas’ın daha da zengin bir anlamı var. Örneğin bunu, görevi Tanrısal ile Şeytansal arasında simgesel bir bağlantı kurmak olan bir Tanrı’nın adı gibi düşünebiliriz.
* Aynı bedende hem melek hem iblis, hem erkek, hem dişi, hem insan hem hayvan, hem alabildiğine iyi, hem son derece kötü. Bunu yaşamaya yükümlü kılınmış, bunu tatmak yazgım olarak belirlenmişti. Söz konusu yazgıya karşı özlem duyuyor, aynı zamanda da ondan korkuyordum. Ama ortada duruyordu yazgı, başımın üstünde dolanıyordu…
* Üstesinden gelemeyeceğim tek şey vardı: Karanlıklarda saklı yatan amacı içimden çekip çıkararak başkaları gibi karşımda bir yere oturtmak…
* İçimde dışarı çıkmak isteyen bir şey vardı, ben onu yaşamaya çalışıyordum yalnızca... Neden böylesine güçtü bu?...
* Özlem, dünyaya alabildiğine içtenlikle kucak açış ve yine dünyadan alabildiğine çılgınca bir ayrılış, insanın kendi karanlık ruhuna yakıp kavurucu bir tutkuyla kulak verişi, teslimiyetteki esriklik ve harikuladeliğe karşı derin bir ilgi…
* Ahlakçı tutum, şimdiye kadar acı çekmekten başka işime yaramadı. Söylemek istediğimi doğru dürüst dile getiremiyorum. Hem Tanrı hem Şeytan denecek bir tanrının var olması gerektiğini düşünebiliyor musunuz?.. Zamanında böyle bir tanrı varmış işittiğime göre…
* Pek çok insanın tükürüp geçtiği bir duvarı seyretmenin ne iyi, ne uyarıcı bir şey sayıldığından söz ediliyordu…
* Bizler kişiliğimizin sınırlarını her zaman fazlasıyla dar çizeriz. Yalnızca bireysel bakımdan gördüğümüz şeyi, kişiliğimizin kapsamı içine alırız…
* İnsanın dünyayı içinde taşıması ayrı bir şey, bunu içinde taşıdığını bilmek ayrı!..
* Sizin uçmanızı sağlayan itici güç, hepimizin içinde saklı yatan o büyük insanlık hazinesidir. Tüm güçlerin kökleriyle bir birlik ve beraberlik duygusudur ama çok geçmeden uçmak korkutur insanı. Tehlikesi işte öylesine büyüktür!.. Bu yüzden insanların çoğunluğu uçmaktan seve seve el çeker, yasal düzenlemelerin yol göstericiliğinde kaldırımlarda yürümeyi yeğ tutarlar…
* Sizin söylediğinize göre dedi bir defasında, müziği ahlaksal nitelik taşımadığı için seviyorsunuz. Kabul. Ama kendinizin de ahlak savunucusu biri olmamanız gerekmiyor mu bu arada!.. Kendinizi başkalarıyla kıyaslamanız doğru mu?.. Doğa sizi yarasa olarak yaratmışsa, kendinizi nasıl devekuşu yapabilirsiniz?..
* - Ürkmüş atıldım : Ama insan aklına esen her şeyi yapamaz ki!.. Örneğin kendisinden hazmetmediği için bir insanı tutup öldüremez kimse…
- Yerine göre bunu da yapabilir. Ama genellikle yanılgıya düşülür yeri konusunda. Hem ben size aklınızdan geçen her şeyi yapın demiyorum. Hayır!.. Ama aklınıza gelen ve hepsi kendine göre bir anlam içeren düşünceleri, kafanızdan kovarak ya da ahlak açısından ele alarak sakıncalı duruma sokmayın…
* Biz bir insandan nefret ettiğimizde, kendi içimizde yuvalanıp bu insanın görüntüsüyle karşımıza çıkan birinden nefret ederiz… Bizim kendi içimizde olmayan şey, bizi kızdırmaz…
* - Dışımızda gördüğümüz şeyler dedi Pistorius alçak sesle, içimizdekilerin aynısıdır. İçimizdekinin dışında başka bir gerçek yoktur. İnsanların çoğunun gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmesinin nedeni, kendileri dışındaki görüntüleri gerçek saymaları, içlerindeki dünyaya ise asla söz hakkı tanımamalarıdır…
* Çoğunluğun izlediği yol kolaydır. Bizimkisi ise zor…
* Kendi deneyiminden kaynaklanmayan, izleyecek gücü henüz kendimde görmediğim bir öğüdü, bir başkasına veremezdim…
* Dostu ya da öğretmeni yadsıyan her düşünce zehirli dikenini kalbimize batırır, kendimizi savunmak için başvurduğumuz her darbe kendi suratımıza iner…
* Herkesin yapabileceği bir iş vardı ama kendi seçebileceği, tanımlayabileceği ve gönlünce yönetebileceği bir iş kimseye verilmemişti. Yeni Tanrı’lar istemek yanlıştı, dünyaya herhangi bir şey vermeye kalkmaksa tümüyle yanlıştı!.. Uyanık insanları bekleyen tek ama tek görev vardı: Kendini aramak, kendi içinde bir sağlamlığa kavuşmak, el yordamıyla kendine özgü yolda ilerlemek, yolun nereye çıkacağını aldırmamak…
* Bir kağıda şu notu çiziktirdim: Kılavuzum beni terk etti. Zifiri karanlıkta kaldım. Tek başıma adım atacak gibi değilim. Bana yardım et!..
* Demian, dört bir yandan insanların bir araya gelip sürüler oluşturduğunu, oysa özgürlük ve sevgi denen şeye hiçbir yerde rastlanmadığına belirtti. Öğrenci dernekleri, şarkı ve türkü topluluklarından uluslara varıncaya kadar bütün bu bir araya gelmelerin zorlama bir nitelik taşıyıp, sıkıntıdan korkudan ve ne yapacağını bilememekten kaynaklandığını, içte ise söz konusu beraberliklerin çürüyüp kokuştuğunu, eskiyip yıkılmaya yüz tuttuğunu açıkladı…
Beraberlik güzeldir. Ama dört bir yanda yeşerip boy attığını gördüğümüz durum için bir beraberlik denemez asla. Gerçek bir beraberlik yeni doğacak, bireylerin birbirini daha iyi tanımasından kaynaklanacak ve bir süre için dünyaya bir başka biçim verecektir. Şu an beraberlik adı altında gözlemlenen şey, bir sürü oluşumudur yalnızca…
İnsanlar birbirlerine kaçıp sığınıyorlarsa, birbirlerinden korktukları içindir. Beyler kendi aralarında birbirlerine sığınıyor, işçiler kendi aralarında, bilginler yine kendi aralarında birbirlerine kaçıp sığınıyorlar. Peki niçin korkuyorlar birbirlerinden?... Kendi kendisiyle uzlaşamayan insan korkar yalnız. Şimdikiler korkuyorsa, kendi kendilerini tanımak istemediklerindendir…
* İdeal niteliğini yitirmiş ideallere sarılırlar hep, ortaya yeni bir ideal koymak isteyeni de taşa tutarlar…
* Her tarafta insanlar özgürlük ve mutluluk denen şeyi gerilerde bıraktıkları bir yerde arıyor, bunu da sorumluluklarının kendilerine hatırlatacağı ve özellikle kendileri için belirlenip izlemleri gereken yola dikkatlerinin çekileceği korkusuyla yapıyorlardı…
* Kavuşma diye bir şey yoktur. Ama dost yolların birbirine kavuştuğu yerde, bütün dünya insanın gözüne vatan gibi görünür…
* - İzleyeceği yol, herkes içinde bu kadar güç müdür?..
- Doğmak, dünyaya gözlerini açmak güçtür her zaman. Biliyorsunuz, yumurtadan çıkarken zorlanır bir kuş. Gözlerinizi geriye çevirip sorunuz: Yol o kadar güç müydü gerçekten?.. Yalnızca güç müydü?.. Bir güzelliği de yok muydu?... Bundan güzel, bundan kolay bir yol biliyor muydunuz?...
- Sanki uykuda konuşur gibi güçtü dedim. Düş çıkıp gelene kadar güçtü…
- Doğru; insan kendi düşünü bulmak zorundadır. O zaman kolaylaşır yol. Ama hep sürüp gidecek bir düşte gösterilemez… Her düşün yerini bir yenisi alır, hiçbir düşü sımsıkı kavrayıp bırakmamaya kalkmamalıdır insan…
* Düş yazgınızı oluşturduğu süre ona sadakatten ayrılmamalısınız…
* Yine de dünyadan asla kopmuş sayılmazdık. Düşünce ve konuşmalarımızda genellikle dünyanın orta yerinde buluyorduk kendimizi. Ancak değişik bir alandaydık, insanların çoğunluğundan belli sınırlarla değil, yalnızca görmenin bir başka biçimiyle ayrılıyorduk…
* Bizim görev diye benimseyip yazgı diye baktığımız tek şey vardı: İnsanın tamamen kendi kendisi olması, doğanın kendi içindeki etkin özüne uygun davranması ve onun isteminden dışarı çıkmaması, belirsiz gelecek topluca ya da tek tek önüne ne çıkarsa öpüp başına koyması…
* Kendinizi inanmadığınız isteklerin eline bırakmamalısınız…
* Seven biri ne sevdiğine yalvarıp yakarır ne de ondan bir istekte bulunur. Sevgi kendi içinde bir kesinliğe, bir olgunluğa ulaşacak gücü barındırmalıdır…
* Günün birinde beni kendine çekecek gücü gösterdiğinde, gelirim o zaman. Armağanlar vermek istemem ben, ele geçirilmek isterim…
* Çokları sever ama kendilerini yitirir…
* Ölüm olmadan yeni bir şey gerçekleşemez…
Herman Hesse