Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Resul...


Yoktu şimdilik, gitmişti, öyle sanıyordum. Ama biliyordum, beni asla tamamen terk etmez, asla benden tamamen vazgeçmezdi. Yine gelecekti, hazırlıklı olmalıydım. Bu yeni gelişinde, ihtimal eskisinden çok daha güçlü olacak, sonuç alana dek ısrar edecekti. Bu derlenmiş, bu defa kesin beni ele geçirme kararlılığındaki güç karşısında direnebilmek için kendimi gözden geçirmeli, çevremi kontrol altına almalı ve tetikte beklemeliydim.

O varlığın bana neler yapmak istediğini biliyorum, yapabileceklerini gördüm. Çok dikkatli olmalı, çevremi büyük bir titizlikle çalışarak örtmeliyim, bana ulaşamamalı. Kendimden başlayarak, çekirdek, etrafımı sonsuz sayıda odayla çevirmeliyim. Beni öfkeyle arzulayan, isteyen bu varlık karşısında kaybolmanın o sınırsız gücüyle donanmalıyım. Böylece o kadar çok yerde olabilir olurum ki, gerçekte nerede olduğum asla anlaşılmaz. Ve aslında beni bulmak için bakılması gereken o sınırsız sayıda yere bölünmüş olurum; sınırsız sayıda varlığım düşüncesi, sınırsız sayıda yokluğum demektir. İçlerinde ben varım diye açılır bütün oda kapıları, odacıklar, gözeler; içlerindeki o boşlukta benim düşüncem, düşünülmüş bir ben bulunur her seferinde. Yokluğuma her ulaşıldığında bir öteki odacıkta işbaşında olur düşünülmüş bir başka ben; o benden her seferinde daha çok olan varlığım. O odacık açılana dek orada yaşarım. Odacık açıldığı anda, havada şekerli bir titreşim bırakarak yok olurum, kimseler göremez beni.

Böylece yok varlık olarak, başkalarının aklının bir ürettiği ve peşine düştüğü olarak yaşamaya başlarım. Başkalarının aklında yaşamaya başlayanlar yara almaz olur, alsalar da zor ölürler. Ben bu yoklukta çoğalıyorum ve bundan fena korkuyorum. Çünkü ben biliyorum, gerçek ben'le varlık'ın içine dolmak üzere aradığı ben arasında ne büyük aşılamaz doldurulamaz kapatılamaz üstesinden gelinemez bir boşluk, sanki bir uçurum, geniş bir geçişsizlik var. Karşı taraf giderek görünmez oluyor. Kendi yokluğuma bakarak ürperiyorum. Kendim düşüncesini boş her yere bölerek kendimi çoğaltıyor ya da bana bunun yapılmasına rıza gösteriyor ve bu yoldan kendimi ele geçmez görünmez görülmez kılıyorum; öte yandan böyle çoğaldıkça benliğimden uzaklaşıyorum. Ben böyle böyle boşaldıkça bu boşluğa beni arayan, beni isteyen herkes kafasında istediklerinden ibaret bir ben, bir yapma şey koyuyor, benim yerime artık o kendi istediği şeyi ister oluyor. Sanki yokluğumla çoğaldıkça içim boşalıyor, yok oluyorum.

Çevremi boş odacıklar, gözelerle örme ve her birinde yok olma fikrini yeniden ele almalı, gözden geçirmeliyim. Burası daracık, içinde yok olmama yetecek kadar çok oda yapmam mümkün olmayabilir. Tekrar geldiğinde beni aramaktan bıkacağı, umudunu keseceği ve çekilerek artık belki de başka birinin peşine düşeceği denli çok odayla dolduramayabilirim burasını. Eğer alacağım tek tedbir çevremi bir ağın gözeleri gibi birbirinin eşi boşluklarla doldurmak, bu boşlukların her birine dağılarak varlığımın içini boşaltmak ve bu yoldan ele geçmez olmaksa, evet, bu tasarı tek bir hata bile kaldırmaz. Tek hata telafısi imkansız o sonuca yol açar.

... demek boşluğa sığınamıyorum. Öyleyse doluluk üzerine düşünmeliyim. Doluluk beni saklayamaz; ama saklanmak değil bilakis ortada bulunmak, ancak nüfuz edilemiyor olmak elbette çok daha iyi. Eğer böyleyse kendimi dolulukla sarar, doluluğa gömebilirim. Bulmaya geldiğinde beni apaçık görebilmeli, ama bakışlarından başka bir şeyle bana dokunamamalı.

Öncelikle içimi sağlama almakla başlamam gerek, bu kesin. En rahat ulaşabildiğim, hemen elimin altındaki hemen ben, beni taşıyan bu beden tamamen ele geçirilmeli öncelikle. Bilmediğim, sonsuz derinlikleri içinde olan biten her şey bana ayan olmalı. Kemik ve kan ve çeşitli dokulara sahibim, onların farkına varmamsa nadir. Bunu değiştirmeliyim hemen. Onun merak ve iştahla sokulmaya çalıştığı her yerimi biliyor hale gelmeliyim. İçimde karanlık tek bir kuytu, işaret edilmedik tek bir girinti, ışıklandırılmadık tek bir koyuluk kalmamalı. Böylelikle kendimi ona karşı çok daha esaslı biçimde savunabilirim. İnsan bedeni boşluksuz bir yaradılışa sahip değil. Onu bir tümlüğe ulaştırabilir miyim? Bu müşkül bir iş. Boşluktan arınmış, tam, yekpare, bir kaya bloğu gibi. Boşluğa ... yani kendi hükmünde olmayan bir yer oluşmasına asla izin vermeyen, bunu hoyratça engelleyen deniz gibi bir birliğe, tektüreliğe ulaşmalıyım. Böylece kendimi tamamlamış olacağım.

İçime sızmasına izin vermeyeceksem, bunu ancak içimi tahkim ederek gerçekleştirebilirim. İnsan içi boşluklarla dolu. Küçük odacıklar çekmeceler (kilitli-sakın!) bölmeler geniş serin teraslar güneş görmeyen çekme katlar gömme dolaplar uyuma odaları sonu gelmez uzunlukta, karşılıklı iki duvarı sayısız portreyle kaplı karanlık dehlizler tekinsiz galeriler ve içlerinde korkunç tarifi kabil olmayan sıvıların akıp durduğu bükülgen borularla dolu insanın içi. Yine de bunlar tek tek tamamlanabilir. Fakat en kötüsü; insan başı, içinde boşluk kelimesini taşıyor, bu asla doldurulamaz bir şey. Ne yapılabilir? En doğrusu bu kelimeyi unutmaktır. Ama bu nasıl olabilir? Unutması gerektiğini bildiği bir şeyi nasıl unutur insan? Öyleyse içini tamamlayamaz, onda hep bir şeyler eksik olacak, hep bir yerleri boş kalacaktır.

Sayfa 24-25



Çoğu kez salt düşünmekle doyar, söylemekle yetinir beynimiz; akımdan geçirmek eyleme geçirmenin tohumudur muhakkak, ancak bu tohumun kendisi yeterli olur. Aklın bu yetinme yetisine ne kadar şükretsek azdır. Ya isteklerimizi kaçınılmaz biçim de gerçekleştirmek zorunda olarak programlanmış olsaydı beynimiz ve bedenimiz. Dünya bizim için muhteşem bir yer olurdu muhtemelen, ama başkaları için kesinlikle felaketlerle dolacaktı.

Hepimiz başkaları için başkalarıyız. Herkes herkes için bir başkası olduğuna göre, kimse için güvenli bir yaşam mümkün olmayacaktı; olduğu kadarıyla bile demek istiyorum.

Her insan bir diğeri için arzu oluşturur ve bir ağrı ve şiddet kaynağıdır. İnsan kendisi bir ağrı ve şiddet deposu değilse ne? Bununla baş etmenin mümkün tek yolu tehdit eden başkalarını tamamen benden ibaret kılmak, onları kendimize benzetmek, onlara kendini ben zannettirmek, mümkünse bizzat ben yapmaktır. Belki de her insanda fırsatını bulunca güçlüce yeşeren şu başkalarında kendini çoğaltma ve varlığını onların varlığını kovarak boşalan bu alana yerleştirme dürtüsünün anlamı budur. Dünyada bir Ben varsa, başkalarına yer yoktur. Başkaları, o uzay kadar karanlık ve ölçülemez, bilinemez ve ulaşılamaz varoluşlarıyla Ben'i tedirgin ediyordur. Ben korkuyordur. Başkalan tarafından içerilmemek, kendinden kovulmak ya da sindirilip ezilmemek, yok edilmemek için, başkalarının bütün bunları yapma kabiliyet ve potansiyeli olduğunu kendinden bildiği akıl ve ruhlarını kendi akıl ve ruhunun gölgesi altında çürütüp yok etmek istiyordur. Tüm dünya kurumuş, kabuk halini almış ve içlerine dolan yeni varlık adına yaşamaya kendini adamış insan boşlarından ibaret kalıncaya dek, canlı olan her şeyi, herkesi yutacak; geride sadece bir tek Ben kalacak ve bu, O'nun ben'i olacak. Herkes sadece onu besleyecek, O durmadan şişecek. Böylece herkesi kapsayıp kapattığında, O yaşayan tek ruh, isteyen ve alan tek Varlık olarak kalacak. Artık kimse onu tehdit edemeyecek. Mutlak güvenlik, mutlak karanlık şeklinde olsa bile gerçekleşecek. Kocaman, dünya ölçeğinde bir penis olarak bütün kadınları o dölleyecek, genişliği bilinen her yer kadar bir rahim olarak bütün insanları kendinden doğuracak ve böylece onları kendinden parçalar haline getirecek; böylece herkes bu Ben olacak ve sonsuz huzur gelecek. Sonsuz huzur bütün insanların tek bir insanda toplanmasıyla ve ancak o bir tek insan için gelebilir ancak. Bunu keşfeden birçok kişi arasında geçen bu korkunç mücadelede ayakta ve hayatta kalan son İnsan, insanların tözü olan o üstün varlık, herkesi örten ve yutan o sonsuz ben, güçlülerin en güçlüsü olarak, altın diş ve platin göz, bronzdan dökülmüş bir kartal kanadı, etçil aslanpençesi, beton bir yapı, çelik iskeletiyle görkem fışkıran bir heykel olarak, duvarlara asılan tek resim olarak, en büyük sevgili dünyanın atan biricik kalbi olarak, düşmansız ve tehditsiz kalarak, yerleştiği yerden sökülmemecesine bize bakacak, bakacak.

Shf.100



Ama bakışım başkalaştı. Renkler soldu, şeyler siyaha ve beyaza döndü. Bir tür gri bindi nesnelere. Nesneler kendileri gibi olmaktan hoşnutsuz görünüyorlardı. Meğer kaynaşırlarmış. Sonsuz bulamaç. Fokurdar gibi değil, sonsuz sayıda gözenek büyüyüp küçülüyor, doğup patlayan baloncuklar halinde hızla görünüyor ve yok oluyorlar ve hemen yerlerini yenileri alıyor, oluşum sürüyor ve bu iyice tedirgin edici. Birbirlerini dirsekleyerek öteye itmeye ve kendilerine yer açmaya çalışan, fakat bunu asla tamamen başaramadan ölüveren sayısız kabarcık. Bir bank kendinden bunalmış gibi, köpük içindeydi. Böyle olmak, böyle kalmak bu denli zorsa, neden buna bunca çaba? Ağaçlar, çırpınan kuşlar, hele köpekler, acılar içinde kendilerini bir arada tutmak için çabalıyor, kendi üzerlerine bükülüp kapanıyorlardı biteviye. Böyle bakınca işler hiç de iyi gidiyor gibi görünmüyordu. Demek nereden bakılsa iyi gidiyor gibi görünmüyordu işler .

Cansızlar daha az acı çekiyor gibi görünüyor. Hiç değilse bir beden olarak acı çekmiyorlar, sadece varlıklar ve bu bile pek kutlu bir şey değiL. Bedenlerse kendilerini sürdürmek için çırpınıyorlar. Her an parçalanıp huzura ermek isteyen o kımıl kımıl organizmalar, hepsi ölmek ve rahat etmek için can atıyor. Ama içlerinden gelen ve yükselen sapkın ve anlaşılmaz bir güçle sürdürüyorlar kendilerini. Varlığın bu kendini bir arada tutma çabası, bize kimin verdiğini bilmediğimiz bu çürütücü ceza, bu boyunda değirmen taşı, bu kutup buzu tadındaki yaşamaktan nedense vazgeçemeyiş ... Ayrışıp çözülmeliyiz. Öte yandan şu da ortada: Cansızlar dünyasına gerileyiş maddeyi, bu temel taşı, bu yapı elemanını yok edemeyecekse ki edemiyor, ölmek ne işe yarayacak? Belki daha ilkel düzeyde, daha az korkunç acılar bekliyor bizi, ama bekliyor. Var olmak, varlık kendisi ne beter bir talihsizlik. Fakat hiç değilse, bu az çığlıklı nesneler dünyası, bu iyidir, etrafa saçılan enerji paketçikleri, patlamalar ve oluşmalar. Toprağın beni emmek ister gibi kendine çekmesinin anlamı ne? Ve bu köpek, bu boğuk varlık benden ne istiyor?

Herkesin istediğini ... O da. O da. O da benden kendisinin aynısı olmamı, varlığının acısını yok saymak üzere örgütlenmiş boktan aklıyla şeyleri yemeyi ve sindirmeyi, birileri bizi yiyip sindirene dek bu saçma var oluşu ne, ama ne pahasına olursa olsun, ne kadar yanarsa yansız canımız, gerilemeden, kendini bir arada tutma işine adamayı ve yaşamayı ve yaşamayı istiyordu ve o yapıyorsa doğruydu; ben de yapmalıydım. Yaşayan her şey beni yaşama çekiyor; cansız her şey ise ölüme. Ama bu kategori, yani önce yaşamış olmak işi zor olsa gerek. Belki de esas çelişki budur; sadece canlı olmalı ve böyle sürmeliydi. Bir canlı ölü olmada zorlanıyor, açık. Ama bildik ve basit bir şey bu; yaşayan her şey ölüyor, sadece bir zaman sorunu bu. O halde yaşamak kadar gelip geçici, çürük, temelsiz bir şey için neden kendimizi paralayıp dururuz?

Sayfa 105-106


En çok kendime kızgın olduğumu fark ediyorum. Onlar, herkes, bana bir şey, bir yer, bir ışık, bir yön, bir hedef göstermişler; bir okşayış ya da bir betlik eşliğinde ve ben hiç duraksamadan, hiç anlamadan, hiç merak etmeden, beni kendimde imkansız kılan bu yerlere gitmiş, orada kendime rağmen yaşamışım. Oysa anlıyorum, bu mümkün; kendime, etime gömülü o biricik yere, o saf şiddete, o sonsuz hırsa ve hınca gömülerek yaşamak mümkün. Bunu fark edince kızgınlık içinde havladım. Hav! Hav! Kısa kesik sesler bunlar. Kahverengi köpeğim beni anlamış ve özlemiş olmalı, koklamam için arkasını döndü: Kokladım, içim ... İçimden kartallar kalktı, çiftleştim. Uzun uzun. İçimde ne çok tohum saklamışım. Bu tohumlardan her şey yapılabilirmiş. Bu, öldürmenin tohumu. Bu ise çalgılı düğünlerin. Toprağa oturup bir daha kalkmamanın tohumu ne çokmuş bende. Elimi yakmanın tohumunu buldum; bir kendine ceza için, vardır böyle bir şey, unutmuyorum. Bir daha asla kımıldamamanın tohumu varmış. O ışıklı eşikten geçmenin ve geri dönmemenin, acısız o yerin. Işıklar altında döne döne kendine gitmenin tohumu varmış. Bu, uzun uzun koşmanın tohumu işte, en sevdiğim. Böyle uzayıp gider, bu iyi. İlk kez bu kadar iyiyim. Boşalıyor ve yeniden boşalıyorum. Ben meğer küçük bir sürüymüşüm, oysa bir taneyim sanıyordum. Ve küçük sürüm bereketli hav!larıyla bu coşkulu fark edişi kutlamak ve bunu kutsamak ve buna katılmak için sıraya girdi. Oradaki her hayvan bu yeni hayvanla, bu bedeni olan'la, bu, bu kadar olan'la çiftleşti. Tohum dişilerde işe yarıyor, erkeklerde boşa gidiyordu, bunu anlamadım. Eğer benim tohumlarımla bir şey yapamayacaklarsa diğer erkeklerin neden yaşadığı sorusu yanıtsız kalıyor değil mi? Erkek cinsinin bu gereksizliğini şaşkınlıkla karşıladım. Yine de sürdürdüm. Bunun bir amacı ve anlamı var evet; fark etmiyorum. O etrafta şekilden şekle giren nesnelerin amansız ve anlamsız çabasından uzak, kendine dönük bir şey bu. Kendi olmanın şaşmaz terazili doğruluğu karşısında başım dönerek kalkıyorum.

Sayfa 109


Oysa neler düşünmüştüm. İşte bu yeni ben, bu havlayan varlık, bu öylece ben olan ben ortaya çıkınca her şeyin akışı değişecek, peşimde yılmaz bir kalabalık birikecekti. Şeylere yeniden ad verilecekti. Yönler yeniden bildirilecek, saatler kırılıp atılacak, bütün tarifler geçersiz kalacak, her şey keskinliğini yitirecek, her şeye yeniden başlanacaktı.

Ben delici bir görüyle donanmış olarak kazıklı savaş arabama binecek ve meydandaki kişilerle birlikte, sürecektim. Sonraki kuşakların Resulkent diye bilecekleri şehre yürüyecek ve her yeri zaptedecek, herkesi yenecek, hayatı dize getirecektim. Artık herkes koku alacak, ısırabilecek, basınç hemen giderilebilecek, yanlışlıkla çiğnenmiş yiyecekler daha midedeyken boşaltılabilecek, kusmak artık ayıp karşılanmayacak, kimsenin aklına bu tür bir şey gelmeyecek, çünkü kimsenin aklı olmayacaktı. Kimse dişi ya da erkek istediği için utanmayacak, kimse içinde başkalarının seslerini taşımayacaktı. Makineler kıstırıcı parçalarından arındırılıp ortada bırakılacaktı. Yollar büzülüp yok olacak, yerlerine düşmüş egemenler gelecekti. Binalar çatırdayarak yarılıp açılacak, artık aralara sığınılmayacaktı. Zaten kürklü bedenler üşümeyecek, yanmayacak, utanmayacak, sere serpe yaşayacaktı. İki ayaklı bu tüysüz varlıklan gerçek varlıklar yapacaktım. Kafa unutulacaktı. Bilmek olmayacaktı. Herkes, hepimiz muhteşem bahtiyarlar olarak toprağa yayılacak, gökyüzünün tadına varacaktık. Sadece yaşayacaktık.

Bir düzlüğe topladığım tebaamı çıktığım yüksekçe bir yerden uluyarak ululayacak, onların hiç dinmeyen, gittikçe şiddetlenen şeddeli ve şahane alkışlarıyla kendimden geçecektim. Ve ben, coşkulu Resul, bu kusma bir dursa ...

Başımı eğerek bir makineye soktular. Bir ıslaklık sardı her yanımı. Döndürülecektim. Bu benim sivri yanlarımdan, bütün uçlarımdan kurtulmam için gerekliydi. Merkez mi? Merkez hep olmuştu, oradaydı, vardı. Ben kim oluyordum? Ben Resul, bunu durdurun, kötü kusuyorum.

Sayfa 116-117

Hüseyin Kıran/Resul...
Okuma :
Not: Tablo Edvard Munch "Çığlık Tablosu"

Share/Save/Bookmark

Resul...



...Su. Hiçbir şeye benzemeyen, akabilen, bir yerde durabilen, paramparça olup sonra yine bir araya gelerek eski haline dönebilen, her şey olabilen ama kendisinin ne olduğu bir türlü anlaşılmayan garip varlık ... Ona istediğiniz şeyi yapabilirsiniz, direnmeyecektir. Tek bildiği, hep aşağıya doğru akmak. Yukarı tırmanmaya çalışan su görülmemiştir. Hep uyumlu davranıyor. Bir yere kapatılınca ses çıkarmadan bekliyor. Sonra fırsatını bulur bulmaz aşağı; sürünerek, kayarak, bulaşarak, sıçrayarak, öfkeli ya da sevinç içinde, fokurdayıp fışırdayarak sonsuzca aşağı, hep aşağı akıp gidiyor.



... Hiç yürümemiş insan olamaz. Hiç izi olmayan insan olamaz demektir bu; insan ayak izlerinden kurtulamaz. Ve Resul de yürümüştü, izle doluydu hayatı ve pek çok izler bırakmıştı. Ama böyle olmasın isterdi. Hiçbir kum zerresini oynatmamış, hiçbir suyu bulandırmamış olmak isterdi ... Olduğu yere oturdu. Oturdu da denemez, çökmüştü. Ama hissediyordu ki hala tam değildi yaptığı, eksik kalan bir şey vardı. Anladı; o durumunu korumak için bile, az da olsa sarf etmesi gereken bir enerji vardı. Ondan da kurtulmalıydı. Tam bir vazgeçiş. Buydu gereken. Tamamen dirençsiz, tam olması gerektiği gibi. Neredeyse kum kadar ölü. Neredeyse su kadar kendiyle eşit. Bir şey yapmadan, bir şey beklemeden, ne kum ne su, kumla su arası bir varlık. Bedenini ezen sonsuz su kütlesinin ürpertici derinliğinin sınırlarını araştırmaktan alamadı kendini; bakmaktan, görmekten, hiç değilse görmeye çalışmaktan. Görülecek hiçbir şey yoktu, uzun çözünük bir mavilikten başka. Sevindi buna. Görülecek bir şey yoksa akıl yürütmek gerekmeyecekti. Rahattı, sadece buradaydı işte. Tam olması gerektiği gibi, kurtulamazdı; kurtulması, onları unutması, bu izlerin dünyadan silinmelerini beklemesi ve kendi bedeninde bu izleri silmesi zaman alırdı. Belki eski izler bilmezden gelinebilirdi. Bilmezden gelmek kurtarır bizi. Ama yeni iz yaratmayacaktı; yapmayacaktı bunu.



...Acı: Acı çeken beden değil sanki bu arsız bu her şeye karışan her şeyi karıştıran sanki becerebilirmiş gibi her şeyi anlamaya çalışan bilinç. Gövdeden kurtulmak mümkün, bilinçten kurtulmak değil. Beden durdurulabiliyor. Kalp hariç, o hariç. Durmadan kan pompalayan o aşağılık tulumba. Burada böyle uzanmayı sürdürürsem ondan da kurtulurum elbet, ya da hiç düşünmeden yaşamalı. Hiç tartışmadan bilmeden ölçmeden yaşamalı. Bir beden olarak. O zaman acı da olmayacak. Sadece yaşamak olacak. Acıyı duyan gövdeyse bile acı çeken bilinç, ondan kurtulmalı. Bilinci işe karıştırmamalı, ya da eğer bilinci susturamıyorsak gövdenin yaşaması bastırılmalı; salt bilinç olarak kalmalı. Bilinç bedenden, beden bilinçten haberli olduğu sürece, birbirleri hakkında bildikleri düşündükleri eleştirebildikleri doğru buldukları yanlış buldukları değişmek ve değiştirmek istedikleri dışladıkları ve benimsedikleri olduğu sürece yaşamak zor.



...Gün güçlü bir akıntıdır. O anaforlu girdaplı dönenceli geri dönmemeli alt üst olup duran hızlı akıntıya açılan pek çok kapı vardır. O kapılar açılır kapanır açılır kapanır açılır kapanır aralanır ve bu böyle sürer gider. Bu her kapıdan ayrı bir kanala girilir.

Ve ki o her kanala girdiğiniz andan itibaren artık o gün için izleyeceğiniz, izlemek zorunda olduğunuz sızı içinde yolunuz belli olmuştur. Ne yapsanız nafiledir ve hiçbir şey yapmamak da sizi dibe batırır. O kanalda önünüze açılan hayatı yaşamak zorunda kalırsınız. O kanalda yerleşik insanlarla onların sizden beklediği duymalı düşünmeli yaşamalı yaşlanmalı hayatı eğreti sürdürmek zorunda kalırsınız. O bir gününüz belki başka günlere de açılacak önemli bir kapıdır. Eğer öyleyse bilemezsiniz, artık o kanala girmekle orada yaşayanlardan olacaksınız. Böylece her insan günde açılacak o kanalda kalarak yaşamakla yükümlüdür.

Kanalı terk etmek bazen ve henüz başlangıçtayken, duvarlar aşılmaz ölçüde yükselmemişken, ki bazı kanallar kanyon derinliğine ulaşabilir, mümkündür. Bunu başarmak güçtür ama imkansız değildir. Dizleriniz ve dirsekleriniz bu hızlı akıntının dışına çıkışta berelenir, örselenir, yaralanırsınız. Ki hayatın tercihi bir kez dahil olduğunuz kanalda kalmanız, sizden beklendiği biçimiyle sürüklenmeyi sürdürmenizdir. Ve öyle kanallar vardır ki, kişi artık istese de çıkamaz bunlardan; üstün çabalar göstermesi yetmez, yoktur oluru, kaygan oluğundan aşağı doğru bir borunun, düşmektir sanki. Kanal dar, akıntı yıldırıcı ölçüde güçlü, nefes almak bile müşküldür.



...Hızla yaklaşan sondan kurtulmak umuduyla işe giriştim. Bir kafes yapıyordum. Bu öyle bir kafes olacaktı ki, herhangi bir kapısı kapağı kilidi bulunmayacaktı, içine girilmeyecekti dışına çıkılmayacaktı. Bu tek parça kafes bedenimi tamamen kavrayacaktı. Bu kafesin içinde kımıldamam mümkün olmayacaktı. Hepsinden önemlisi bu kafesin içi dışarıdan görülecek, ama içerden dışarısı kesinlikle görülmeyecekti, kör olacaktım suskun kalacaktım. Bunu seveceklerini umuyordum coşku doluydum onlar gibi olmuştum onlardan biri olmuştum bu yüzdendi buna ikna olsunlar istiyordum.



...Kesin, güçlü, darmadağın etme yeteneğinde bir bomba, kendini dağıtan ve her. yana sertçe ve fütursuzca saçan bu şey ve onun bu iç öfkesi, infilakı, kendi varlığına yönelttiği bu kahredici hırs, kusturucu öfke doğal olarak çevresine de yansıyor, kaçınılmaz bu. Bir bombanın patlaması bir kimyasal bütünlüğe ve dengede oluşa şiddetli bir itirazdır. Bu kendini yok etmenin asıl amacı ve anlamı, çevresini de kendisiyle birlikte yok etme değil mi?



...Yeniden başlamak gerekiyor hiç durmuyor bu, devamlı yeniden başlamak gerekiyor çünkü hep azalıyor hiç bitmiyor bu azalmak, sonra bir kasa açılıp tezgaha dökülüyor ve artıyor iyice, böylece yeniden ...

Hiçbir şeyi netleştiremiyor, hiçbir şeyi sabitleyemiyor, durmadan çırpınıyorum. Durmadan her şeyde başa dönmek ve sonuna kadar bilmek istiyor, her seferinde anlamayı bitirdiğim şeylerin değiştiğini ve o ana dek yaptığım her şeyin boşa gittiğini görüyorum. Bundan yorulmak bir işe yaramıyor. Hayatta ve bilmede her an yeniden başa dönmek gerekiyor. Bundan vazgeçmek mümkün değil, o tuhaf sarsak aklım söz dinleyesi değil, yapıyor. Bana düşen onun sonu gelmez tartışmalarına ve durmadan değişen yeni duruma uyarlanma çabalarına kahramanca tahammül etmek tahammül etmek.

Elimde bir yığın insan yüzü vardı ama beni tanıyarak bakmıyordu hiçbirisi. Bir Mahir Bey bile bulamıyordum kendimi bilecek; sarsılarak anladım: Ben Resul, yeryüzünde sadece ben diyebileceğim bir şey yoktu, yoksa böylesine kaybolmazdım. Parçalanarak anladım, ben tamamen başkalarına bağlıyım. Beni öteki insanlara bağlayan bağlar yok olunca ben de yok oluyorum. Kendimi yaslayacak, dayanacak birisi yoksa ben de olamıyorum. Ve böyle Sadece-Ben yoksam eğer, ben diye bir şey de yok ve en korkuncu bu ve bu bet bilgi boğazıma sarıldı, ben bununla ne yapacağımı bilmiyorum.



... Denizin dibi... çölden bir ülke. Uç yok çizgi yok sınır yok. Yaşanan, sonsuz güzellikte bir birbaşınalık, sonsuz güzellikte bir azlık sadelik acıdan arınmışlık saydamlık.

...İnsan başı, içinde boşluk kelimesini taşıyor, bu asla doldurulamaz bir şey. Ne yapılabilir? En doğrusu bu kelimeyi unutmaktır. Ama bu nasıl olabilir? Unutması gerektiğini bildiği bir şeyi nasıl unutur insan? Öyleyse içini tamamlayamaz, onda hep bir şeyler eksik olacak, hep bir yerleri boş kalacaktır.

... Yaslandığım ağaç anlamıştı zorluğumu. O soylu sadeliğini iletiyordu, gücünü ve sadece ağaç olma bilgisini. Ben de tıpkı onun gibi sadece ben olmalıydım. Sadece Resul, sadece canlı, sadece kendim, kendimle eşit ve kendinden ibaret olmak ve bunu asla bilmemek. Bilmek çürütüyor çünkü canlıyı..

...Bu kan denen şeyden kurtulamıyorum. Sızmasından ve fışkırmasından ve onsuz edilememesinden ve o balçık kıvamından ve o halde bile akabilmesinden sıcak, tıpkı virüsler gibi beden dışında yaşayamamasından hemen donup ölmesinden, ölünce içinde yuvalandığı bedeni de öldürmesinden kurtulamıyorum. Yaşayan biz miyiz, yoksa kan mı, bilemiyorum.

.. Başkalarını yaralarız, çünkü o yarayı açanın artık hep hatırlanacağını biliriz. İster bedende, ister ruhta diye eklemeye gerek bile görmüyorum şimdi. Şimdi eyleme geçme ve kaçma zamanı...

... Varlık ancak, bize gömülmüş başkalarının seslerinden, bizde yaşayan diğerlerinden ibaret olan vicdanın kötüleyen tüketici sesinden kurtulmakla mümkün.

... Kırılan her taş parçası tamiri mümkün olmayan bir durum yaratıyordu...

...Hayatta kalmak için bir oyun bahçesine gereksinim vardır.

...En kötüsü. Meğer hayatın o iğrenç sesi içimdeymiş. Susturmak için onca çaba sarf ettiğim yaşam, meğer bizzat benimle birlikte, kalbimde gömülü yaşıyormuş. Her zamanki gibi budalaca kendinden emin, her zaman haklı olduğuna inanarak ve kaslarla gönenerek, tıpkı bir hayvan, içgüdüleriyle hazır. Bir salyangoz gibi tıpkı, kendinden asla şüphe duymuyor. Gürültüsüz bir ceviz içi gibi kendine, çatlatılamaz sandığı kendine inanıyor. Şimdi ben artık yeni bir bilme halindeyim. İnsanlara söyleyeceği...

...İnsansak, sadece yalın biçimde varlığı yaşamak imkansız. Ya daha baştan hayvan olmalı ve saydam ve geçirgen bir doğa parçası olarak yaşamalıydık, ya da bu dünya içinde, bu dünyanın insanları ve ilişkileriyle hayata bağlıyız. Zincirlerle ve bir yığın insan şeyiyle...

... Ölmek demek, kurtulmak ve dünyanın tamamen dışına çıkmak değildir.

Share/Save/Bookmark

Ulak...

Yol uzun, yol bitmez ama suyu biter elbet...



Tür : Dram / Fantastik
Gösterim Tarihi : 25 Ocak 2008
Yönetmen : Çağan Irmak
Senaryo : Çağan Irmak
Müzik : Evanthia Reboutsika
Yapım : 2007, Türkiye

Oyuncular

Çetin Tekindor , Yetkin Dikinciler , Hümeyra , Feride Çetin , Şerif Sezer , Zuhal Gencer , Selda Özer





Yaradan'ın adıyla başlarım. Gün bugündür,
ey ahali! Uyan! Kıyam başladı.
Korkmayın zalimin zulmünden.
Siz ki, senelerdir bilip de sustunuz.
Siz ki, seneler var inandık deyip
aslında inanmadınız.
Kalpten bilmediniz,
düşünüp de sorgu sual etmediniz Rabb'inizi.
Siz ki, senelerdir umumhaneye gidip,
harama uçkur çözüp...
...kendi kızınızı töre diye, namus diye
çekip öldürdünüz!
Kıyam başladı! Uyanın!
Siz ki, dışarıdan helal görünen,...
...içerden çürüyen, kirlenen kalbinizi
kantara koyup tartmadınız!
Bilip susan da, yapan kadar günahkâr.
Gözlere lüzum yok... Görmediniz!
Dillere lüzum yok...
Bilip de demediniz!
Duymadınız, bakmadınız, görmediniz!
"Gelin canlar, bir olalım."
diyeni dinlemediniz.
- İnandığınızı kendinize yontup,
değiştirip bellediniz.
Dininizi bile kendinize göre bildiniz,
dillediniz!
Sevmeyi günah, haramı helal ettiniz.
Sizin olmayanı, erişilemeyeni karalayıp
öldürdünüz! Söz ettiniz, laf ettiniz.
O, şah damarınızdan daha yakındı.
siz O'nu yedi gökte bildiniz.
Kıyam başladı,
ey ahali! Gün bugündür! Uyan!
Kıyam dedikleri, kıyamet oldu o gece.



Doğru derler...
Ulak’ı ben de gördüm.
Bir yiğit adamdı...
Ama dedi ki,
"Bu köy, son köydür."
"Artık buradayım,
beklemekteyim, yoruldum."
"Gidilecek bir yer, çıkılacak bir yol
kalmadı bize."
Bilsek ki o burada, bilsek ki
beklemekte, gitmesen...
...kalsan bizle...
...beklesek seninle,
yolunu gözlesek...
Aynı masala inansak beraber.
Olmaz mı hiç?
Olur elbet.
Bir masala sırf anlatan inanırsa,
o masal, masal olur mu hiç?
Olmaz elbet.
Kalasın.
Kalasın ki onu sahi edelim.


Yapan kadar bilip de susan da günahkâr...
Görmediniz, duymadınız, konuşmadınız.
Dili olmazsa insan neyler?
Tam orada, tam orada yatmaktayız.
Mezarımız bir kör kuyu.
Bir dua edenimiz yoktur başımızda.


...Dudaklar sussa da kalbin yüz dili vardır.

...Korkarsan, bilemezsin sonunu. Sonunu bilmediğin şeyden de ömrün billâh korkarsın.

Fısıltı Yazıtları : Bana Bir Masal Anlat Çağan...

Yazarport : Ulak

Share/Save/Bookmark

Resul...

3

Renkler kokular sesler tatlar dokunuşlar durmaksızın beynimin içinde patlayacak küçük paketçikler halinde bedenime sızacaklar. Sanıyorum tüm bedenim açık kapılarla dolu. Bunu tuhaf ve korkunç buluyorum. Birçok renkler görüntüler kımıltılar biçimler davranmalar akma ve durma büyük ve küçük köşeli ve yuvarlak girgin ve sivri ve ölgün ve bulanık şeyler her şeyler sadece gözlerim açık olduğu için beynime akıyor. Görmek istemiyorum, diyemiyorum. Gözlerimi kapatıp beklersem hayallere kapılıyorum. Yaşamaktan yorulunca dolu uykulara dalıyor ve yine görmeye devam ediyorum. Görmekten kurtulamıyorum.

Seslerden kaçınamıyorum. Sesler bir ok gibi gelip kulağıma saplanıyorlar. Söylenenler doğruysa başımın içinde iki zarı titreştiriyor, bazı sinirler tarafından algılanabilecek elektrik hareketlerine neden oluyorlar, bunlar beynime iletiliyor. Bütün bunlar ne demek?

Duymak ne kadar yorucu, sürekli ve bütün sürekli tekrarlanan şeylere yapışmış o bıktırıcılıkla insanı canından bezdiriyor. Ancak insan sesler karşısında çaresiz. Ne yapacağımı bilemiyorum.

Her şey kokuyor. Tanrım her şey kokuyor ve bu artık o kadar yaygın ve genel ve kanıksanmış bir durum ki, biz artık sadece en keskin olanlarını fark ediyoruz. Köpek leşi, yanmış kadın saçı, sindirilmiş hayvan ve bitki...

Yaşamak denen şey görüntü okları ses mızrakları patlayan koku paketleri tat yumrukları ve sertçe ve yumuşak ve kesecek gibi ve sıvı ve ılık ve başka bedenlerin uzuvlarına maruz kalmak; en çok el. Hep dokunulabilir, temas edilebilir halde bulunmak. Yaşadığım sürece tüm bunlar olacak. Her şey gelip bedenime saplanacak. Ben bu her şey üstüne her an düşünmek durumundayım. Durmadan değişen bir dünya içinde bu değişime uyum sağlamaya çalışacağım. Her uyum sağladığımı sandığım anda yaşam yeniden değişmiş olacak. Her şey yeniden kurulmuş bulunacak. Ve kurulan her şey muhakkak yıkılacak. Ve bu bitmeyecek. Böylece ben yaşama asla yetişemeyeceğim. Varlığım sonsuz bir çabalamayla boğuşmaktan ibaret olacak. Durmadan acıyacak. Bütün bunlardan kaçınmam mümkün olmayacak.

Bunları o sabaha dek açık seçik fark etmiş değildim. Ama artık yorgunluğum öyle yoğunlaştı ki, üstesinden gelemeyeceğim sanıyorum. Böylece durdum, bir nefes alış bir mola bir dinleniş gibi. Ve bu dinleniş uzun, çok uzun sürsün; artık hayatım hep dinleniş olsun. Çünkü yeter!

Bunu kimse anlamayacaktır. Israr edebilecek miyim? Elbette! Direneceğim. Bir ağaç... Bir ağacın yerini tuttuğu gibi burayı tutacağım. Bu evi bu odayı kimselere bırakmayacağım. Buraya kimseyi sokmayacağım. Buraya sağlama almalıyım. Bir ağaç gibi bulunduğum yeri doldurmalıyım.

Evet, bir ağaç! Onlar... hiçbir yere gitmeleri gerekmez. Gün boyu didinmeden hırpalanmadan örselenmeden, hep oldukları gibi olarak nasıl da sağlam, yerinden edilemez bir hayat sürerler. Gövdeleri gelişir gürbüzleşir. Dalları serpilir güçlenir kırılır, yeniden sürer ve sürer. O harika gövde kuşlara böceklere mantarlara yosunlara ve akla gelmez mahlukata ev olur. O vakur varlık, kendini bilen, nüfuz edilemez görünümü, eşsiz dinginliği, ölçülüğü, kımıldatılamazlığıyla görülmemiş bir kuntluktur. Her ağaç bir yerini bulmuşluktur. Bir ağacın yerini terk ettiği, bırakıp gittiği görülmemiştir. Ondaki o kendinden emin olmak duygusuna gıpta ediyorum.

Evimden çıkmaya karar verdiğim şu saatte muhtemel sorunların üstüne düşünerek henüz yeni alınmış ve yerleşmemiş kararımı tartışılır hale getirmeyeceğim. Sadece hayatımı yeniden düzenleyecek bu karara uyacak ve uyuyacak ve uyuyacağım.

Hüseyin Kıran/Resul
Sh. 11-12-13

Share/Save/Bookmark

Brahmanlar ve Aslan...

Bir kasabada birbirleriyle arkadaş dört Brahman yaşıyordu. Onların üçü insanların bilebileceklerinin sınırına erişmişlerse de günlük yaşam bilgeliğinden yoksundular. Dördüncü ise bilgiye boşvermişti; sahip olduğu tek şey günlük yaşam bilgeliğiydi. Bir gün bir araya geldiler ve birbirlerine sordular: "Şayet seyahat etmeyecek, kralların iltifatlarına mazhar olmayacak, para kazanamayacaksak, bu doğal yetenek ve becerilerimiz ne işe yarayacak?" Sonunda, öncelikle yapmaları gerekenin yola çıkmak olduğuna karar verdiler.

Ancak biraz ilerlemişlerdi ki aralarında en yaşlı olan konuşmaya başladı.

" İçimizden biri, dördüncümüz, yalnızca günlük yaşam bilgeliğine sahip bir alıktır. Bilgi olmadan, sırf günlük yaşam bilgeliğiyle, kralların lütufları kazanılamaz. bu yüzden ben derim ki, kazandıklarımızı onunla paylaşmayalım. Bırakalım onu eve dönsün."

İkinci sözü aldı:

"Benim zeki kardeşim, ne yazıkki, gerçek bilgelikten nasibini almamışsın. Eve geri dön."

Üçüncü sözü aldı:

"Bu kabul edilecek bir şey değil. Çocukluktan beri birlikte oynuyoruz. Gel, soylu dostum. Sen de kazandıklarımızdan bir pay alacaksın."

Yola devam ettiler ve bir ormanda, aslan kemiklerine rastladılar. İçlerinden biri konuştu:

"Bilgimizi sınamak için güzel bir fırsat. Haydi şu ölü hayvanı yaşama döndürelim."

Birinci sözü aldı:

"Ben kemikleri toplayıp iskelet oluşturmayı biliyorum"

İkinci sözü aldı:

"Ben deri, et ve kan sağlayabilirim."

Üçüncü sözü aldı:

"Ben ona nasıl can verileceğini biliyorum."

Birinci iskeleti topladı; ikinci deri, et ve kan sağladı. Üçüncü tam yaratığa can verecekken, günlük yaşam bilgesi konuştu;

"Bu bir aslan. Eğer onu canlandırırsanız, ilk yapacağı şey bizi öldürmek
olacaktır."


"Çok bönsün," dedi diğeri, "bilginin yaratabileceği yapıtları asla engellemem"

"Öyleyse" dedi günlük yaşam bilgesi, "ben şu ağaca tırmanana dek bekle."

O ağaca çıktığında ötekiler aslanı canlandırdılar. Aslan ağaya kalkıp üçünü de öldürdü. Günlük yaşam bilgesi aslan gidene dek bekledikten sonra ağaçtan inip eve döndü.

Pancharatantra(M.S. İkinci Yüzyıl)

Jorge Luis Borges & Adolfo Bioy Casares
Olağanüstü Masallar

Share/Save/Bookmark

Stalker 1979...

Renksiz ve kısır bir hayat yaşamaktansa, acılı bir mutluluk daha iyidir...



Onların, bütün planlarının gerçekleşmesini sağla.
Onların, inanmasını sağla.
Ve onların, kendi tutkularına gülmelerini sağla.
Onların tutku diye adlandırdıkları şey,
gerçek bir duygusal enerji değil.
Dış dünyayla ruhları arasındaki çatışma.
En önemlisi, kendilerine inanmalarını sağla.
Onların, çocuklar gibi çaresiz kalmasına izin ver.
Çünkü zayıflık harika bir şeydir.
ve güç hiçbir şey değildir.
Bir insan yeni doğduğunda, zayıf ve esnektir.
Öldüğü zamansa,kaskatı ve duygusuzdur.
Bir ağaç büyürken, körpe ve yumuşaktır.
Ama kuru ve sert hale geldiğinde, ölüp gider.
Sertlik ve güç, ölümün arkadaşlarıdır.
Esneklik ve zayıflık, varoluşun tazeliğinin ifadeleridir.
Kendini sertleştiren hiçbir şey kazanmayı başaramaz.


...Sevgilim, dünyamız çok sıkıcı. Bu nedenle, telepati ya da hayaletler, ya da uçan daireler gibi şeyler yok. Dünya kesin kanunlarla yönetiliyor, ve dayanılmaz derecede sıkıcı. Yazık ki, o kanunlar hiç çiğnenmiyor. Kanunları nasıl çiğneyeceklerini bilmiyorlar.

...Ortaçağda yaşamak ilginçti. Her evin kendi ruhu, her kilisenin de kendi Tanrısı vardı.

Bu çok sıkıcı olmalı. Gerçeği aramak. O gizleniyor ve siz de onu aramaya devam ediyorsunuz. Bir yeri kazarsınız - eureka. Çekirdek, protonlardan meydana gelir. Diğerini kazarsınız- harika! ABC üçgeni A, B ve C kenarının toplamına eşittir.

...Benim için durum biraz farklı. Gerçeği ararken, gerçeği keşfedeceğime, onun değiştiğini görüyorum.

...Sürekli, başarıyı ve yenilgiyi düşünerek yazmak imkansız.



...Ne istediğimi ifade etmek için doğru sözcüğü nasıl bilebilirim? İstediğim şeyi, aslında istemediğimi nasıl bilebilirim? Ya da istemediğim şeyi istemediğimi? Bunlar anlaşılması zor şeyler. Onları adlandırdığımız an, güneşte kalan bir deniz anası gibi erir, çözülür, ve anlamları kaybolur. Bilincim,dünyayı kendi tarafına çekmek için vejeteryan olmak istiyor. Ve bilinçaltım bir parça et için çıldırıyor. Peki ben ne istiyorum? Dünya egemenliği mi?

...Biliyorsun, avcı olmak güçlü bir istek gerektirir.

...En uzun yoldan gitmek,en az tehlikeyi göze almaktır.

...Dümdüz gitmek korkutucu, geri dönmek utanç verici. Kendi kendinize bir emir verdiniz. Korku aklınızı başınıza toplamanızı sağlamış.

...Bölge, bir sürü tuzaktan oluşan karmaşık bir sistemdir. Ve hepsi de ölümcüldür.
Burada insanlar olmayınca neler olduğunu bilmiyorum. Ama insanlar burada görünür görünmez her şey hareket etmeye başlıyor. Eski tuzaklar yok olup yerine yenileri geliyor. Güvenli alanlar geçit vermez yerlere dönüşüyor. Artık sizin yolunuz kolay, şimdi umutsuzca bu işe bulaştık. Bölge, budur. Her an yeniden değişebilir. Ama bu da bizim, kendi şartlanmalarımızla yarattığımız bir şeydir.

...Mucizelerin deneyle ilgisi yoktur.

...İnsanlık zerre kadar umurumda değil. Bütün insanlığın içinde,ilgilendiğim tek bir kişi var: Kendim. Gerçekten bir değerim var mı, yoksa diğer insanlar gibi boktan biri miyim?

...Hakikat, tartışmalarla ortaya çıkar.

...İnsanlar içlerindeki duygulardan bahsetmekten hoşlanmaz.

...Bir adam ancak acı çektiği için, şüpheleri olduğu için yazar. Sürekli olarak, kendine ve başkalarına, aslında bir değeri olduğunu kanıtlamak zorundadır.
Peki ya bir dahi olduğumu kesin olarak biliyorsam? O zaman neden yazayım ki?
Neyi kanıtlamak için? Şunu söyleyebilirim ki varoluş sebebimiz..Her neyse, sahip olduğunuz bütün bu teknoloji, hepsi, bütün o maden ocakları, değirmenler, ve onlar, ve bunlar, ve şunlar..sadece daha az çalışıp daha çok yemek için tasarlanmış. Protez kol ve bacaklar. Ve insanlık sanat eserleri üretmek için yaratılmıştır. Diğer insan davranışlarının aksine, bunun içinde bencillik mevcut değildir. Muhteşem illüzyonlar! Mutlak gerçeğin görüntüleri!



.....Ve bir zamanlar,
müthiş büyük bir deprem olmuştu.
Ve güneş, saçlardan örülmüş
tövbe giysisi kadar siyah olmuştu.
Ve ay, tamamen kan kırmızı olmuştu.
Ve gökteki yıldızlar,
tek tek yer yüzüne düştü.
Müthiş bir rüzgarla
sarsılıp sallanan incir ağacı
bütün ham incirlerini dökmüştü.
Ve gökyüzü,
sarılmış bir parşömen gibi ikiye ayrılmıştı.
Ve her ada, ve her dağ,
bulundukları yerden hareket etmişlerdi.
Ve dünyada bulunan krallar
ve büyük adamlar...
ve zenginler, ve varlıklı olanlar...
ve güçlü ve özgür olan her kişi...
kendilerini mağaralara ve dağların
arasındaki kayalık yerlere saklamışlardı.
Ve dönüp dağlara ve kayalara
dediler ki, "Üzerimize düşüp...
bizi şu an tahtta oturan
hükümdarın varlığından kurtarın."
Ve masumların gazabından.
Onun hıncını alma günü
geldiği zaman...
ayakta durmayı başaran
kim olacak?

Ve iki gün sonra, aralarından iki kişi
yaklaşık 60 mil uzaklıktaki bir köye doğru yola çıktılar.
İsmi...
Ve aralarında her konu üzerine gevezelik ediyorlardı.
Ve onlar aralarında tartışıp söyleşirlerken.
O, kendisi suretini gösterdi.
Ve onlarla yürümeye başladı.
Fakat gözleri onu tanımamaları için engellenmişti.
Ve O dedi ki:
"Birbirinize sarf edip durduğunuz bu sözler de ne,
ve neden bu kadar üzgünsünüz?"
Ve aralarından biri, ismi...

... Hayatlarımızın anlamı üzerine konuştuğunuzu duydum. Ve sanatın bencil olmayışı. Örneğin, müziğe bakalım. O gerçekliğe,her şeyden daha az bağlıdır. Ya da bağlıysa bile, fikirlerle değildir, mekaniktir. Basit bir ses. Çağrışımlardan uzak. Ama yine de müzik, bazı mucizeler gibi, yüreğimize ulaşmayı başarır. Bizim içimizdeki, düzenlenmiş seslere tepki veren kısım neresidir? Bunu büyük bir zevk kaynağı haline getiren... Bizi duraksatan ve bir araya gelmemizi sağlayan? Buna neden ihtiyacımız var? Daha önemlisi, kimin için? "Kimse için değil ve sebebi yok" diyebilirsiniz. Bencillik etmeden. Ama, hayır. Ben böyle düşünmüyorum. Sonuç olarak, bence her şeyin bir anlamı var. Anlamı ve sebebi.



...O kadar çok korktu ki yanlış yoldan gitti.

...İşte bir deney daha. Deneyler, olgular,gerçeğin en yüce örnekleri. Olgular gibi saçmalıklar aslında yok. Özellikle de burada. Buradaki her şey bir idiyotun icatları. Her şey çok saçma. Bunu fark etmiyor musunuz? Ama elbette siz bunun,
kimin icadı olduğunu bulmalısınız. Ve neden olduğunu. Bu bilgi ne işinize yarayacak ki? Bunun için hangimiz suçlu hissedeceğiz? Ben mi? Benim bir vicdanım yok. Sadece sinir sistemim var. Bir pislik beni eleştirirse incinirim. Başka biri bana bağırırsa, yine incinirim. Ben bu işe kalbimi ve ruhumu koydum. Kalbimi ve ruhumu almak isteyecekler. Ben ruhumu pisliklerden temizleyeceğim, ve bunu da kapışmak isteyecekler. Hepsi o kadar iyi bir eğitim almış ki. *Hepsinin sorunu da duyusal yetersizlik. Ortalıkta onlardan çok var, gazeteciler,editörler, eleştirmenler, sonsuz bir koşturma içindeler. Ve tek istedikleri: Daha çok! Daha çok! Artık yazmaktan nefret ediyorsam, nasıl bir yazar olabilirim ki? Bu artık bana acı ve utanç verici bir işkence gibi eziyet ediyorsa..Sanki bir hemoroidi sıkıyormuşum gibi. Eskiden kitaplarım sayesinde birilerinin daha iyi olacağını düşünürdüm. Hayır, kimsenin bana ihtiyacı yok! Benim ölümümden iki gün sonra başka birinin peşinden koşmaya başlayacaklar. Onları değiştirmek istemiştim, ama beni değiştiren onlar oldu. Sonunda beni de kendilerine benzetiler. Eskiden gelecek, sadece şu anın bir devamıydı. Ufuk çizgisinde görünen bütün değişimleriyle.Artık, şimdi ve gelecek birbirinin içine geçti. Bunun için hazırlar mı peki? Hiçbir şey bilmek istemiyorlar. Bildikleri tek şey tüketmek!


İşte yaz geçip gitti.
Hiçbir iz bırakmadan.
Güneş hala ısıtıyor.
Ama artık yetmiyor.
Avucumun içine yerleşen
yumuşacık beş parmak gibi
her şey gerçek olabilir.
Ama artık yetmiyor.
Geriye güzellikler kaldı.
Kötülük zayıfladı.
Dünya şenlikle aydınlandı.
Ama artık yetmiyor.
Hayat her zaman katmanlı.
Endişeli, ve eğlenceli.
Ve ben gerçekten şanslıydım.
Ama artık yetmiyor.
Yapraklar daha sararmadı.
Dallar fırtınayla kırılmadı.
Gün, cam gibi, her şeyi yıkadı.
Ama artık yetmiyor.



...Ama dünyayı yönetmek istemek! Adil bir toplum kurmak! Tanrı'nın yeryüzündeki krallığı! Ama bunlar sadece basit dilekler değiller. Bu ideolojidir, eylemdir, konseptlerdir. Bilinçdışı merhamet, henüz hayata geçmeye hazır değil. Normal, içgüdüsel bir tepki olarak. Başka birisinin insana vermesiyle insan mutlu olamaz ki. Artık açıkça görüyorum ki,sizin planınız insanlığı iyi eylemlerle nefessiz bırakmak. Bana sorarsanız, ben kendim ve sizin için zerre kadar endişeli değilim. İnsanlığın geri kalan kısmı için de. Çünkü bence sen, hiçbir şeyi başaramayacaksın.

...Eğer hayatımı gözden geçirmeye başlarsam, daha kibar olacağımı hiç sanmam. Ayrıca, bunun ne kadar utanç verici bir durum olduğunu görmüyor musunuz?

...Bence insanın şöyle bir prensibi olmalı. Asla geri döndüremeyeceğin hiçbir şey yapma.

...En derin dilek, tamamiyle senin yaradılışınla ilgili bir şey. Özünde olan ve senin
hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şey.

...Vicdan, üzüntü gibi şeyler sadece bizim uydurmamızdı.

...Ben senin Oda'na girmeyeceğim. Kendi içimdeki pisliğin başka birinin başına dert olmasını istemiyorum.Seninkine bile. Ben Kirpi gibi boynumu ilmeğe geçirmeyeceğim.Bunun yerine evimde, huzurla, ölene kadar içmeyi tercih ederim. Bölge'ye hep benim gibi insanları getiriyorsan, insanoğlu hakkında hiçbir şey
bilmiyorsun demektir, izci. Ve bir şey daha.Bu mucizenin gerçekten de olduğunu
sen nereden biliyorsun? Burada gerçekten de tüm dileklerin gerçekleştiğini sana kim söyledi? Hayatında, buranın mutlu ettiği tek bir insan bile gördün mü?

-Kirpi mi söylemişti?

Aslına bakarsan, sana Bölge hakkında, Kirpi hakkında, Oda hakkında bunları söyleyen kimdi?

-Kirpi söyledi.

O zaman benim için hiçbir anlamı yok. Buraya gelmenin anlamı nerede?



...Renksiz ve kısır bir hayat yaşamaktansa, acılı bir mutluluk daha iyidir.Belki, daha sonra bütün bunları düşündüm. Ve eğer mutsuzluklarımız olmasaydı, daha iyi durumda olmayacaktık. Daha kötü durumda olacaktık. Çünkü eğer öyle olsaydı, hiç mutlu olmamış olacaktık. Ve hiç umut olmayacaktı.



Senin gözlerini seviyorum, sevgili arkadaşım.
Öyle tutkulu ve ışıl ışıllar ki.
Yukarı bir anda bir bakış fırlattığında...
Cennetten çıkmış gibi ışıklı,
Bunu baştan başa karşılamak için oradayım.
Ama daha da hayran olduğum şey,
Aşağı indirdiğin zaman, gözlerini,
Aşkın yakıcı alevi yakıyor beni.
Ve hızla yere indirirken kirpiklerini,
Kasvetli bir ihtiras çağrısı beliriyor
yüzünde.

Okuma 1 : İsteksiz İstekliler

Okuma 2 : Derin Düşünce

Okuma 3 : Ters Ninja


Share/Save/Bookmark

Khadak : Yanlış Giden Bir Şey Var...





Bedenimi karanlık bir köşede bıraktım
Yanlış giden bir şey var
Bir kız, annesinin ölümünü bekliyor
Bir baba, oğlunun ölümünü bekliyor
Bir kardeş, kardeşinin ölümünü bekliyor
Yanlış giden bir şey var.
Bir şair atının ölümünü bekliyor
Bir kadın ruhunun ölümünü bekliyor
Bir çocuk yarının ölümünü bekliyor
Yanlış giden bir şey var
Yanlış
Yanlış giden bir şey var
Bir ırmak sularının ölümünü bekliyor
Bir gök şafağın ölümünü bekliyor
Yanlış giden bir şey var

Müzik : Altan Urag
(Mother Mongolia)

Share/Save/Bookmark