“Sanırım Yerdeniz Büyücüsü'nün en çocuksu yanı, konusu: Büyümek. Büyümek, benim yıllarımı alan bir süreç oldu; bu süreci otuz bir yaşımda tamamladım – ne kadar tamamlanabilirse; o yüzden de çok önemsiyorum. Çoğu genç de önemser. Ne de olsa esas işleri budur: Büyümek." – Ursula K. Le Guin
...Güç sadece ihtiyaç olduğunda ortaya çıkmaz: Bilgi de olması gerekir...
...Büyücü olarak doğmuş birinin aklını karanlıkta bırakmak tehlikelidir...
...'Tılsımlar yapmak istiyorsun,'dedi Ogion, büyük adımlarla yürürken. 'O kuyudan çok su çektin. Bekle. Erkeklik, sabretmek demektir. Ustalık ise dokuz kez sabretmek demektir...'
..."Dörtyaprağı her mevsimde, yaprağıyla, çiçeğiyle, köküyle, kokusundan, görünüşünden ve tohumundan tanıyacak hale gelince, o zaman gerçek ismini öğrenebilirsin; varlığının ne olduğunu kavradığın için. Bu da kullanımını bilmekten daha önemlidir. Sonuç olarak, sen ne işe yarıyorsun? Ya da ben? Gont Dağı bir işe yarar mı? Ya da Açık Deniz?" Ogion yarım mil daha gittikten sonra nihayet "Duyabilmek için susmak gerekir," dedi.
...Büyücünün, uzun ve dinleyen sessizliği odayı ve Ged'in aklını doldurdu, öyle ki bazen kelimelerin nasıl söylendiklerini unuttuğunu zannederdi...
...Ged, şimdi beni iyi dinle. Tehlikenin gücü, gölgenin ışığı kuşattığı gibi kuşatacağını hiç düşünmedin mi? Sihir, zevk için veya övülmek için oynadığımız bir oyun değildir. Şunu düşün: Bizim Sanatımız'daki her söz, her hareket ya hayır için ya da şer için yapılır. Bir şey söylemeden veya bir şey yapmadan önce, ödemen gereken bedeli bilmen gerekir!"
..."Sakın deniz ve deniz rüzgarları üzerine bir numara yapmaya kalkma.”
...'Akıllıya soru gerekmez; aptal ise boşuna sorar...'
...'Müdürü her zaman bulduğun yerde bulamazsın; bazen de olmadığı yerde bulursun..'
... Büyünün etkisi geçer geçmez görüntüde kayboluyor...
...Gözbağı ile onu bir elmas ya da bir çiçek, bir sinek, bir göz ya da bir alev gibi gösterebilirsin ... " Usta anlattıkça, taş şekilden şekile giriyordu; sonunda tekrar taş oldu. "Ama bu sadece bir görüntü. Gözbağı, sadece onu gözleyenin duyularını kandırır; insanın onu gördüğünü, duyduğunu veya hissettiğini zannetmesini sağlar. Ama nesneyi değiştiremez...
...Bir mum yakan bir gölge yaratır...
...“Aldatamacalar bile, “dedi Jasper, “aptalların elinde tehlike yaratabilir...”
... Birçok güçlü büyücü," demişti Kumemkarmerruk, "tüm hayatlarını, bir tekşeyin ismini arayarak geçirirler; tek bir gizli veya kaybolmuş ismi arayarak. Yine de listeler tamamlanmış değildir. Ne de dünyanın sonuna kadar tamamlanabilecektir. Dinleyin, o zaman nedenini anlarsınız. Güneş altındaki bu dünyada ve güneşin varolmadığı diğer dünyada, insanla ve insanın lisanıyla hiç ilgisi olmayan, çok şey vardır.
...Bir büyücü, sadece yakınında olup ismini tam ve net olarak koyabildiği şeyleri denetimi altında tutabilir. Bu da iyi bir şeydir. Eğer böyle olmasaydı, güçlülerin kötülükleri ve de bilgelerin delilikleri, çoktan değiştirilemeyecek şeyleri değiştirme yollarını arar, Denge'yi bozardı. Dengesi bozulan deniz, üzerinde tehlikelere maruz kalarak yaşadığımız karaları basar ve eski sessizlikte tüm sesler ve isimler kaybolurdu."
...Dönüşümün tehlikelerinden, her şeyden önce de bir büyücünün kendisini dönüştürünce, kendi büyüsüne kendisinin nasıl kapılabileceğinden söz etti.
... Kendi başına örmeye başladığın bu çorabı sevdim. Benimle eşit olduğunu kanıtlamaya çalıştıkça, ne mal olduğun ortaya çıkıyor."
...Kıskançlık seni bir kurt gibi kemiriyor.
..."Yıllar ve uzaklıklar ölüler için bir şey ifade eder mi? Şarkılar yalan mı söylüyor?"
...Bir keresinde bu avluda, güneşin kendisine konuştuğunu hissetmişti. İşte artık, karanlık da konuşmuştu: geri alınması olanaksız bir söz.
...Kim bir adamın ismini biliyorsa, onun hayatını avuçlarının içende tutuyor demektir...
... Yorgun adam aptal olur...
..."Bilmiyorum. O şey hakkında bildiğim tek şey şu: sadece çok büyük bir güç onu çağırabilirdi; hatta belki tek bir güç ... tek bir ses ... senin sesin. Fakat bunun ne anlama geldiğini ben de bilmiyorum. Bunu sen bulacaksın. Bunu senin bulman gerek, yoksa ölürsün, hatta ölümden de kötü ...
...Gerçek şu ki, insanın gerçek gücü, büyüyüp bilgisi arttıkça izleyebileceği yol, iyice daralıyor. Ta ki, en sonunda sadece ve sadece mutlaka gerekenden başka yapacak şeyi kalmayıncaya kadar..."
..."Çok dar bir kapıya bekçilik yapıyorsunuz Usta," dedi sonunda Ged. "Sanırım burada, kırlarda, biraz oturup oruç tutmalıyım ki bu dar kapıdan sığabileyim."
...Gelgitlerin tüm tehlikelerine rağmen yürümesini öğrenen her çocuk, aynı zamanda kürek çekmesini de öğrenir...
...Yarayı tımar et ve hastalığı iyileştir, ama bırak ölmekte olan ruh gitsin...
...Gölgenin, ne insan gibi, ne de hayvan gibi bir şekli vardı. Gölge şekilsizdi, belli belirsiz görünüyordu ama Ged'e bir şeyler fısıldıyordu. Fısıltısında kelimeler yoktu. Ve gölge Ged'e doğru uzandı. Ve gölge, yaşayanların tarafında duruyordu; Ged ise ölülerin tarafında.
Ya tepeden aşağıya ölülerin ışıksız şehirlerine ve çorak topraklarına gidecek, ya da, şekilsiz şeytani şeyin kendisini beklediği duvardan atlayarak, tekrar yaşama geri dönecekti.
...Daha sonra, Ged o geceyi düşündüğünde, böyle ruhu kaybolmuş halde yatarken, kimse kendisine dokunmamış olsa, kimse onu şöyle veya böyle geri çağırmamış olsa, ruhunun sonsuza kadar kaybolabileceğini fark etti. Onu geri çağıran sadece, canı yanmış dostunu rahatlatmak için yalayan hayvanın, içgüdüsel dilsiz bilgeliğiydi. Yine de o bilgelikte, Ged kendi gücüne yakın bir şeyler buldu, büyücülük kadar derin olan bir şeyler. O andan itibaren, bilge kişinin, kendisini, konuşabilseler de konuşamasalar da, yaşayan diğer varlıklardan ayırmayan kişi olduğuna inandı..
...Bu rüzgar senin gemine karşı esmiyor, bana karşı esiyor...
... Günün ağarması dünyayı ve denizi vareder; gölgeden şekli çıkartır, düşü karanlıklar krallığına kovar...
...Büyücülükle ilgisi olan bir insan, kısa bir süre sonra, hayatındaki hiçbir şeyin iyi olsun kötü olsun, tesadüf eseri olmadığını öğrenirdi...
...Eğer karşılığında verebilecek bir şeyin yoksa, gemide de yerin yok demektir...
...Ged yanmış eline bakarak hemen, "Ne olduğumu bilmiyorum. Bir zamanlar gücüm vardı. Sanırım bu gücü kaybettim," dedi.
"Hayır, kaybetmedin; veya belki de, on mislini elde edebilmek için kaybettin. Seni buraya kovalayan şeye karşı burada emniyettesin, dostum. Bu kulenin duvarları çok sağlamdır; sadece taştan da yapılmamıştır üstelik. Burada dinlenip, gücünü yeniden toplayabilirsin. Burada başka bir güç bulabilirsin; bir de elinde yanıp kül olmayacak, başka türlü bir asa. Kötü bir yol, insanı iyi bir sona ulaştırabilir. Şimdi benimle birlikte gel, sana topraklarımızı göstereyim. "
... Eğer kaçmasaydım, gölge beni ele geçirecekti...
...İnsanlar bilmedikleri şeylerden korkarlar...
...Kötü niyet, kötü sonuç doğurur...
... Kendi gücünü fırlatıp atan kişi, bazen çok daha büyük bir güçle dolar...
...Gölgeler ancak gölgelerle savaşabilir. Sadece karanlıklar karanlığı yokedebilir...
...Karanlığı yok eden ışıktır...
... Bir gebbet, bir insandan daha iyi hizmetkar olurdu...
... Kötülerin teslim olmamış ruhları ele geçirmeleri çok zordur...
...İliklerine kızgın kurşun döktüm ölecekler...
...Ogion çocukken, tüm çocuklar gibi, insanın büyüyle, ister insan, ister hayvan, ister ağaç, ister bulut, istediği kılığa girmesinin ve böylece binbir çeşit varlığa katılmasının, çok eğlenceli olduğunu düşünürdü. Fakat büyücü olduğunda, bu oyunun bedelinin, oynarken gerçekten uzaklaşıp, benliğini kaybetme tehlikesi olduğunu öğrendi. Bir insan, kendine ait olmayan bir biçimde ne kadar uzun süre kalırsa, tehlike de o kadar büyük olurdu. Her sihirbaz çırağı, ayı kılığına girmekten çok hoşlanan Way'li büyücü Bordger'in öyküsünü öğrenir. Büyücü bu işi o kadar sık yapıyormuş ki, içindeki ayı büyümüş ve adam ölmüş; sonunda gerçekten bir ayı olmuş ve ormanda kendi küçük oğlunu öldürünce, halk tarafından yakalanıp öldürülmüş. Ayrıca kimse, İç Deniz'in sularında oynaşan yunuslardan kaçının bir zamanlar kıpır kıpır denizin eğlencesi içinde kendi isimlerini ve bilgeliklerini unutan akıllı insanlar olduklarını bilemez.
...Şimdi ise gerisingeri dön, ve kaynağın kendisini, kaynağın da önündeki kaynağı ara.
Gölge, Ged'in yüzü kendisine dönük olunca, onun gücünü çekememişti. O halde gölgenin izi, bu engin deniz üstünde silinmiş bile olsa, hep onun karşısına çıkmalı, peşinden gitmeliydi.
...Denizden fırtınalar, canavarlar gelir ama kötülük gelmez...
... Ölüm, kuru bir yerdir...
....Yapması gereken, başladığı şeyi bitirmekti, ve bunu bilmek hiç de kolay değildi.
... Bir kasabada iki asa, kavga çıkar sonunda...
..."Korktuğum tek bir şey var Estarriol," dedi. "Eğer sen benimle gelirsen, bundan daha da çok korkacağım. Orada, El Adaları'ndaki o içeri doğru giren derin koyun çıkmaz sonunda geri döndüğümde, gölge elimin erdiği bir yerde duruyordu ve onu yakaladım ... Onu yakalamaya çalıştım. Ama tutabileceğim hiçbir şey yoktu. Onu yenemedim. O kaçtı, ben kovaladım. Ama bu yine böyle olabilir ve hep böyle devam edebilir. O şeyin üzerinde, hiçbir gücüm yok. Bu avın sonunda şarkısı söylenecek bir zafer veya ölüm olmayabilir; bir son olmayabilir. Hayatımın sonuna kadar, bir denizden diğerine, bir karadan diğerine, bir gölge peşinde, sonu olmayan, anlamsız bir tehlike peşinde, ömrümü harcayabilirim."
..Eğer bir daha zayıflar, ondan kaçmaya çalışır ve bağı koparırsam, bana sahip olabilir.
... İnsan önünü sözle değil, ışıkla görebilir ancak...
...“Bana sadece şunu söyle, tabii eğer bu bir sır değilse: ışıktan başka hangi büyük güçler var?"
"Sır diye bir şey yok. Varolan bütün güçler, kaynağında ve sonunda tektir, bence. Yıllar ve uzaklıklar, yıldızlar ve mumlar, su ve rüzgar ve büyücülük, insanoğlunun elindeki yetenek ve ağacın kökündeki bilgelik: Hepsi bir bütün olarak yükselir. Benim adım, seninki ve güneşin gerçek adı veya bir su kaynağının veya doğmamış bir çocuğunki; bunların hepsi yıldızlar tarafından, yavaş yavaş söylenen, muazzam bir sözcüğün heceleridir. Bundan başka güç yoktur. Başka bir isim de yoktur."
Karabatak'ın elindeki bıçak, oymakta olduğu tahta üzerinde dondu, "Ya ölüm?" dedi.
Kız parlak, siyah başını önüne eğmiş, konuşulanları dinliyordu.
"Bir sözün söylenebilmesi için," diye cevap verdi Ged yavaşça, "sessizlik olması gerekir. Önce ve sonra." Sonra aniden ayağa kalkarak, "Bunlarla ilgili konuşmaya hakkım yok benim. Ben, söylemem gereken sözü yanlış söylemiştim. Susmam daha hayırlı; bir daha konuşmayacağım. Belki de karanlıktan başka, gerçek güç yoktur." Böyle diyerek cübbesini aldı ve ocak başını, sıcacık mutfağı terk etti.
...Demir, mıknatısın nerede olduğundan emin midir?..
...Duyabilmek için, susmak gerekir...
...Çok yavaş izledi. Benden kaçmanın yolunu buldu; böylece beni kötü bir sona mahkum etti. Benden kaçmaması gerek. Ne kadar uzağa giderse gitsin, onu izlemem lazım. Eğer onu kaybedersem, ben de kaybolurum...
... Güçlerimiz yabancı denizlerde değişebilir veya azalabilir. Gölge yorulmuyor, acıkmıyor, boğulmuyor...
...Utancın etkisiyle Ged "siz bana hiçbir şey öğretmezken, bunları bilmemi nasıl beklersiniz? Sizinle yaşadığımdan beri, ne bir şey yaptım, ne de bir şey gördüm ... " dedi.
"Şimdi bir şey gördün işte," dedi büyücü. "İçeri girdiğimde, kapının yanında, karanlıkta."
Ged sustu.
Ogion diz çöküp ocaktaki ateşi yaktı; ev soğumuştu. Sonra, hala dizlerinin üzerindeyken sakin bir sesle, "Ged, benim genç şahinim, sen bana veya benim hizmetime bağımlı değilsin. Sen bana gelmedin, ben sana geldim. Sen bu seçimi yapmak için çok gençsin ama yine de ben senin yerine karar veremem. Eğer istersen seni, bütün yüksek sanatların öğretildiği Roke Adası'na yollarım. İstediğin her şeyi öğrenebilirsin, senin çok büyük bir gücün var. Hatta gururundan da büyük; umarım. Seni burada tutmak isterim çünkü sende olmayan şey bende var; ama seni isteğinin dışında burada tutamam. Şimdi, Re Albi ile Roke arasında bir seçim yap," dedi.
Ged sesini çıkarmadan durdu, çok şaşırmıştı. Onu tek bir dokunuşuyla iyileştiren, içinde hiç kızgınlık olmayan bu adamı sevmeye başlamıştı. Onu sevdiğini bu ana kadar fark etmemişti. İçindeki parlaklıkla, karanlıktaki kötülüğü nasıl yaktığını hatırlayarak bacanın kenarına dayanmış olan meşe asaya bakınca, içinde Ogion'la kalıp, onunla ormanda uzun ve uzak yollara gitmek ve sessiz olmayı öğrenmek için bir istek duydu. Ama yine de, içinde, bastıramadığı başka arzular da vardı; zafere duyulan istek, bir şeyler başarma niyeti gibi. Deniz rüzgarlarının sayesinde, dosdoğru İç Deniz'e, havanın büyüyle pırıl pırıl parladığı ve Başbüyücü'nün akıl almaz mucizelerin arasında gezindiği Bilgeler Adası'na gitmek varken, Ogion'un yolu, ustalığa giden uzun bir yol gibi görünüyordu; yavaş ilerlenen, dolaylı bir yol.
"Usta," dedi, "ben Roke'a gideceğim."
...Fakat bir gün Ged, aklında Jasper'ı mahcup etme düşüncesiyle, Görüntü Avlusu'nda, El Usta'ya, "Hocam, tüm bu efsunlar hemen hemen aynı; insan birisini bildi mi öbürlerini de yapabilir. Sonra, büyünün etkisi geçer geçmez görüntü de kayboluyor. Mesela, bir taşı elmas haline dönüştürünce," dedi, elinin bir hareketi ve tek bir kelimeyle dediğini yaparak; "elmasın elmas olarak kalması için ne yapmalıyım? Dönüşüm büyüsü nasıl kilitlenir, nasıl sabitleştirilir?"
El Usta, Ged'in avucunda ışıldayan, ejderhaların bekçilik ettiği hazineler kadar parlak duran değerli taşa baktı. Yaşlı Usta "Tolk" diye mırıldanınca mücevherin yerini gri bir çakıltaşı aldı. El Usta bu taşı eline alıp uzun uzun tuttu. "Bu bir taş. Gerçek Lisan'da ise folk," dedi, Ged'in yüzüne tatlı tatlı bakarak. "Roke Adası'nı meydana getiren taşlardan biri, insanların üzerinde yaşadıkları kuru topraktan bir parça. O, kendisi. Dünyanın bir parçası. Gözbağı ile onu bir elmas ya da bir çiçek, bir sinek, bir göz ya da bir alev gibi gösterebilirsin ... " Usta anlattıkça, taş şekilden şekile giriyordu; sonunda tekrar taş oldu. "Ama bu sadece bir görüntü. Gözbağı, sadece onu gözleyenin duyularını kandırır; insanın onu gördüğünü, duyduğunu veya hissettiğini zannetmesini sağlar. Ama nesneyi değiştiremez. Bu taşı bir elmas yapabilmen için onun gerçek ismini değiştirmen gerekir. Ve bunu da yapmak demek oğlum, bu kadar ufak bir parçasını değiştirsen de, dünyayı değiştirmen demektir. Bu olmayacak bir şey değil. Gerçekten olmayacak bir şey değil. Bu Dönüşüm Ustası'nın sanatı; bunu öğrenmeye hazır olduğunda öğreneceksin zaten. Fakat sonucunun ne gibi bir hayır veya şer getireceğini bilmeden, tek bir şeyi bile, ne bir taşı ne bir kum tanesini dönüştürmemelisin. Dünya bir denge içindedir, Denge'dedir. Büyücülerin Dönüştürme ve çağırma güçleri dünyanın dengesini bozabilir. Bu güç, tehlikeli bir güçtür. Korkunç bir güçtür. Bilgiyi izlemeli, gereksinime hizmet etmelidir. Bir mum yakan bir gölge yaratır ... "
..."Ne yapmak istiyorsun?"
"Kalmak. Öğrenmek. Kötülüğü ... ortadan kaldırmak ... "
"Nemmerle bile bunu başaramadı... Hayır, senin Roke'tan ayrılmana izin vermeyeceğim. Seni, şu anda, buradaki ustaların güçleri ve kötülüğün yaratıklarını adadan uzak tutmak için oluşturulmuş savunma hattı koruyor sadece. Eğer şimdi gidersen, ortaya çıkmasına neden olduğun şey, seni hemen bulur, içine girer ve sana sahip olur. O zaman bir adam değil, bir gebbet olursun; gün ışığına çıkarmış olduğun kötü gölgenin isteklerini yerine getiren bir kukla. Kendini ondan koruyabilecek kuvvete ve bilgeliğe erişene kadar, burada kalmalısın - tabii eğer o seviyeye erişebilirsen ... Şu anda bile seni bekliyor. Emin ol, seni bekliyor. O geceden sonra onu bir daha gördün mü?"
"Rüyalarımda, efendim." Ged biraz durduktan sonra, acı ve utançla konuşmaya devam etti:
"Gensher Usta, büyüden çıkıp gelen ve bana yapışan şeyin ... ne olduğunu bilmiyorum."
"Ben de bilmiyorum. Onun adı yok. Senin içinde doğuştan çok büyük bir güç var ve sen o gücü, denetim altında tutamadığın, sonucunda aydınlık ile karanlığın, ölüm ile yaşamın, iyi ile kötünün dengesinin nasıl etkileneceğini bilmediğin bir büyüde uygulayarak, yanlış yerde kullandın. Ve bunu da nefret ve gurur yüzünden yaptın. Sonucun kötü olduğuna şaşmamak gerek. Sen ölüler arasından bir ruh çağırdın ama onunla beraber Yaşamsızlık Güçleri'nden biri de çıkıp geldi. İsimlerin bulunmadığı bir yerden, çağırılmadan geldi. Kötülük, senin aracılığınla kötülük yapmak istiyor. Onu çağırmakta kullandığın güç, onun yararına seni etkiliyor: artık birbirinize bağlandınız. O, senin kibirinin gölgesi, senin yarattığın bir gölge. Bir gölgenin adı olur mu?"
...Ustalarından ve eski kitaplardan, serbest bırakmış olduğu bu gölge ile ilgili öğrenebileceği her şeyi öğrendi Ged. Zaten öğrenecek çok az şey vardı. Bu tür bir yaratığın ne doğrudan tarifi yapılıyor, ne de sözü ediliyordu. En fazla eski kitapların orasında burasında, gölge-yaratığa benzeyebilecek şeyler hakkında ipuçları vardı. Gölge-yaratık bir insanın ruhu değildi; Dünyanın Kadim Güçleri'nin yaratıklarından da değildi; ama yine de bunlarla bir ilgisi olabilirdi. Ged'in büyük bir dikkatle okumuş olduğu Ejderhalar Hakkında adlı bir kitapta, kuzeydeki uzak ülkelerden birinde bulunan, Kadim Güçler'den biri olan, konuşan bir taşın etkisi altına giren eski bir Ejderhalar Efendisi'nin öyküsü vardı. "Taşın emriyle," diyordu kitap, "Ölüler aleminden ölü bir ruh çağırmak için konuşmuştu. Fakat taşın iradesiyle büyücülüğü yolundan çıktığından, ölü ruhla birlikte bir de onu içten içe kemiren, onun kılığına girerek hareket eden ve insanlara zarar veren bir şey çağrılmadan geldi." Fakat kitap ne o şeyin ne olduğunu, ne de öykünün sonunda ne olduğunu yazıyordu. Ayrıca Ustalar da böyle bir gölgenin nereden gelebileceğini bilmiyorlardı: Başbüyücü yaşamsızlıktan demişti; dünyanın yanlış tarafından demişti, Dönüşüm Ustası; çağrı Usta ise "Bilmiyorum," demişti. çağrı Usta Ged'in hastalığı sırasında sık sık onunla oturmaya gelmişti. Her zamanki gibi ağırbaşlı ve suratsızdı ama Ged artık onun içindeki sevecenliği anlamıştı ve onu çok seviyordu. "Bilmiyorum. O şey hakkında bildiğim tek şey şu: sadece çok büyük bir güç onu çağırabilirdi; hatta belki tek bir güç ... tek bir ses ... senin sesin. Fakat bunun ne anlama geldiğini ben de bilmiyorum. Bunu sen bulacaksın. Bunu senin bulman gerek, yoksa ölürsün, hatta ölümden de kötü ... " Sıkıntılı gözlerle Ged'e bakarken, yumuşak bir sesle konuşuyordu. "Çocukken, büyücülerin her şeyi yapabileceklerini sanıyordun. Ben de öyle sanırdım, bir zamanlar. Hepimiz öyle sanırdık. Fakat gerçek şu ki, insanın gerçek gücü, büyüyüp bilgisi arttıkça izleyebileceği yol, iyice daralıyor. Ta ki, en sonunda sadece ve sadece mutlaka gerekenden başka yapacak şeyi kalmayıncaya kadar..."
..."Sekiz oğlum vardı, küçük büyücü," dedi alaylı ve gür bir. sesle ejderha, "beşi öldü, biri de ölüyor: Yeter artık. Onları öldürerek benim hazineme sahip olamazsın."
"Ben senin hazineni istemiyorum."
Ejderhanın burun deliklerinden sarı bir duman süzüldü: Bu onun kahkahasıydı.
"Karaya çıkıp bir bakmak istemez miydin, küçük büyücü? Bir göz atmaya değer."
"Hayır, ejderha." Ejderhaların hısımlıkları rüzgar ve ateşledir, deniz üstünde dövüşrnek istemezler. Bu ana kadar bu, Ged için bir üstünlüktü; Ged bunu elinden kaçırmadı. Fakat Ged ile iri gri pençeler arasındaki tuzlu su şeridi, artık pek bir üstünlük sağlayabileceğe benzemiyordu.
Onu izleyen, yeşil gözlere bakmamak çok zordu.
"Çok gençsin," dedi ejderha, "insanların bu kadar küçükken güç sahibi olabileceklerini bilmiyordum." Ejderha, Ged gibi, Kadim Lisan'da konuşuyordu. Çünkü bu dil ejderhaların hala kullandıkları dildir. Kadim Lisan'ı kullanmak, bir insanı doğru söylemeye mecbur eder, ancak bu ejderhalar için geçerli bir kural değildir. Bu onların kendi dilleridir, bu dili konuşurken yalan söyleyebilirler; kelimelerin anlamlarını saptırıp yanıltabilirler; dikkatsiz bir dinleyiciyi, her biri gerçeği yansıtan ama hiçbiri bir yere varmayan ters sözcüklerle bir labirente çekebilirler. Ged, sık sık bu konuda uyarılmıştı; ejderha konuşmaya başlayınca, onu tüm güvensizliğiyle, şüpheci kulaklarla dinlemeye başladı. Fakat sözcükler basit ve yalın gibi görünüyorlardı: "Benden yardım istemeye mi geldin, küçük büyücü?"
"Hayır, ejderha."
"Yine de ben sana yardım edebilirim. Yakında yardıma ihtiyacın olacak; karanlıklarda seni avlamaya çalışan şeye karşı."
Ged'in dili tutulmuştu.
"Peşinde olan şey nedir? Bana ismini söyle onun."
"Eğer ismini söyleyebilseydim ... " Ged hemen sustu. İki ateş çukurunu andıran burun deliklerinden çıkan sarı duman, ejderhanın başından yukarı doğru, kıvrıla kıvrıla yükseldi.
"Eğer ismini söyleyebilseydin, ona hakim olurdun belki, küçük büyücü. Belki onu yakından görürsem, ben ismini söyleyebilirim. Ve eğer, benim adamın etrafında beklersen, o gelecektir. Senin gittiğin her yere gelecektir. Eğer sana çok yaklaşmasını istemiyorsan kaçman, kaçman ve durmadan kaçman gerekecektir ondan. Ama yine de seni takip edecektir. Onun ismini öğrenmek ister misin?"
Ged bir kez daha sessiz kaldı. Onun serbest bıraktığı o gölgeyi, ejderha nereden bilebilirdi? Veya gölgenin adını nereden tahmin edebilirdi? Ged bir türlü anlayamıyordu. Başbüyücü gölgenin bir ismi olmadığını söylemişti. Yine de ejderhaların kendilerine özgü bilgelikleri vardır; sonra kökleri insanlıktan daha eskilere dayanır. Çok az insan, ejderhaların neler bildiğini ve bu bilgileri nasıl edindiklerini bilebilir, bu insanlara da Ejderhaların Efendisi denir. Ged tek bir şeyden emindi: Ejderha doğruyu söylüyorsa bile -Ged'e gerçekten o gölge şeyin doğasını ve adını söyleyebilir ve Ged'in ona karşı üstünlük elde etmesini sağlayabilirdi de- öyle olsa bile, bunu kendi çıkarları için yapacaktı.
"Ejderhaların," dedi sonunda genç adam, "insanlar için bir iyilik yapmak istemelerine pek ender rastlanır."
"Ama öldürmeden önce," dedi ejderha, "kedilerin farelerle oynaması çok yaygındır."
"Ama ben buraya oynamak veya oynanmak için gelmedim.
Seninle bir pazarlık yapmaya geldim."
Ejderhanın bir kılıç kadar keskin ama bir kılıçtan beş kez daha uzun olan kuyruğunun ucu, akrep misali, zırhla kaplı sırtının üzerinden ve kulenin tepesinden aşarak havaya kalktı. İnceden inceye alay ederek konuştu: "Ben pazarlığa oturmam. Alacağımı alırım. İstediğim zaman senden alamayacağım, neyin var ki?"
"Güvenlik. Senin güvenliğin. Bana Pendor'un doğusuna doğru uçmayacağına yemin et, ben de sana bir zarar vermeden gideceğime yemin edeyim."
Ejderhanın boğazından, bir çığ veya dağların arasında yuvarlanan taşların sesini andıran bir gıcırtı sesi yükseldi. Üç çatallı dilinde alevler oynaştı. Harabelerin üzerinde biraz daha yükselerek tüm haşmetiyle durdu. "Bana güvenlik öneriyorsun! Beni tehdit ediyorsun! Ne ile?"
"İsmin ile, Yevaud."
...Ogion çocukken, tüm çocuklar gibi, insanın büyüyle, ister insan, ister hayvan, ister ağaç, ister bulut, istediği kılığa girmesinin ve böylece binbir çeşit varlığa katılmasının, çok eğlenceli olduğunu düşünürdü. Fakat büyücü olduğunda, bu oyunun bedelinin, oynarken gerçekten uzaklaşıp, benliğini kaybetme tehlikesi olduğunu öğrendi. Bir insan, kendine ait olmayan bir biçimde ne kadar uzun süre kalırsa, tehlike de o kadar büyük olurdu. Her sihirbaz çırağı, ayı kılığına girmekten çok hoşlanan Way'li büyücü Bordger'in öyküsünü öğrenir. Büyücü bu işi o kadar sık yapıyormuş ki, içindeki ayı büyümüş ve adam ölmüş; sonunda gerçekten bir ayı olmuş ve ormanda kendi küçük oğlunu öldürünce, halk tarafından yakalanıp öldürülmüş. Ayrıca kimse, İç Deniz'in sularında oynaşan yunuslardan kaçının bir zamanlar kıpır kıpır denizin eğlencesi içinde kendi isimlerini ve bilgeliklerini unutan akıllı insanlar olduklarını bilemez.
Ged, şiddetli bir çaresizlik ve öfke anında şahin kılığına girmişti. Osskil'den uçtuğunda aklında sadece ve sadece tek bir düşünce vardı: Evine dönebilmek için Taş'dan ve gölgeden hızlı uçmak ve bu hain topraklardan kaçmak. Şahinin vahşeti ve öfkesi sanki kendi vahşeti ve öfkesiydi; içindeki uçma isteği de şahinin isteğine dönüşmüştü. Böylece, tenha bir orman gölcüğünde su içmek için alçalıp sonra hemen, arkasından gelmekte olan gölgenin korkusuyla kanat açarak, Enlad'ın üzerinden uçmuştu. Enlad Ağzı denen büyük deniz yolunu geçip, güney yönünden doğuya doğru gitmişti; sağına Oranea'nın belli belirsiz dağlarını, soluna daha da belirsiz Anclrad dağlarını, önüne ise sadece denizi alıp, uçmuştu; ta ki sonunda, tam önüne, dalgalar arasında, hep daha yükseğe, hep daha yükseğe kabaran ama hiç değişmeyen bir dalga çıkıncaya kadar: Gont'un beyaz zirvesi. Bu büyü, uçuş süresince, gündüz ve gece, şahinin kanatlarını kullanmış, şahinin gözleriyle bakmış ve sonunda kendi düşüncelerinin ne olduğunu unutarak, sadece şahinin bildiği şeyleri bilmeye başlamıştı: Açlık, rüzgar ve uçtuğu yön.
Doğru sığınağa uçmuştu. Onu tekrar insan haline sokabilecek, Roke'ta ancak birkaç kişi, Gont'ta ise tek bir kişi vardı.
Uyandığında yabanıl ve sessizdi. Ogion onunla hiç konuşmadı, sadece et ve su verdi ve bıraktı ateşin yanında, büyük, yorgun ve küskün bir şahin gibi suratsızca, kamburunu çıkartıp otursun. Gece olunca uyuyordu. Üçüncü gün, büyücünün ateşi seyretmekte olduğu ocak başına geldi ve "Usta ... " dedi.
"Hoşgeldin, oğul," dedi Ogion.
"Sana, ayrıldığım zamanki gibi geri geldim: Bir aptal olarak," dedi genç adam; sesi sertleşmiş, kalınlaşmıştı. Büyücü hafifçe gülümseyerek, Ged'e ateşin yanında, karşısına oturmasını işaret etti ve çay demlemeye başladı.
Kar yağıyordu; burada, Gont'un aşağı yamaçlarındaki ilk kar.
Ogion'un pencereleri sıkı sıkı kapanmıştı fakat çatıya yumuşak yumuşak düşen ıslak karın sesini ve evin her tarafına yayılmış olan derin dinginliğini duyabiliyorlardı. Uzun bir süre orada, ateşin yanında oturdular; Ged eski ustasına, Gont'tan Gölge adlı gemiyle ayrıldığı günden beri olanların öyküsünü anlattı. Ogion hiç soru sormadı; Ged sözünü bitirince de, uzun bir süre, sakin ve düşünceler içinde, sessiz kaldı. Sonra ayağa kalkıp masaya ekmek, peynir ve şarap koydu; birlikte yediler. Yemeklerini bitirip odayı topladıktan sonra Ogion konuştu.
"Şu taşıdığın yaralar, acı yaralar oğul," dedi.
"O şeye karşı hiçbir gücüm yok," diye cevap verdi Ged. Ogion başını salladı ama bir süre daha konuşmadı. Sonunda,
"Garip," dedi, "Bir büyücünün büyüsünü kendi topraklarında bozabilecek kadar gücün varmış; orada, Osskil'de. Tuzaklara karşı koyabilecek ve Dünya'nın Kadim Güçleri'nin birinin hizmetkarlarını uzaklaştırabilecek kadar gücün varmış. Sonra Pendor'da, ejderhaya kafa tutacak kadar da gücün varmış."
"Osskil'de talih bana yardım etti, yoksa benim gücüm yoktu," diye cevap verdi Ged; Terrenon Sarayı'nın o düş gibi ölümcül soğuğunu hatırlayınca bir kez daha titredi. "Ejderhaya gelince, onun da adını biliyordum. O kötü şeyin, benim peşimde olan gölgenin bir adı yok."
"Her şeyin bir adı vardır," dedi Ogion. Bunu kendinden o kadar emin olarak söyledi ki Ged, Başbüyücü Gensher'in, onun serbest bırakmış olduğu şey gibi kötü güçlerin adı olmadığı yolundaki sözlerini, Ogion'a tekrarlama cesaretini bulamadı. Gerçekten de Pendor Ejderhası, gölgenin ismini söylemeyi önermişti, ama Ged o öneriye pek güvenmemişti; ne de Serret'in, Taş'ın ona öğrenmek istediği şeyi söyleyeceğine dair verdiği söze inanmıştı.
"Eğer gölgenin bir adı varsa," dedi sonunda, "durup da bana söyleyeceğini sanmıyorum ... "
"Hayır," dedi Ogion. "Ama sen de, durup ona ismini söylememiştin. Oysa o, yine de biliyordu. Osskil'deki bataklıkta seni isminle çağırdı, benim sana vermiş olduğum isimle. Bu garip, çok garip ... "
Tekrar düşüncelere daldı. En sonunda Ged, "Buraya danışmak için geldim, Usta, sığınmak için değil," dedi. " Bu gölgenin senin üzerine gelmesine izin vermeyeceğim ve eğer burada kalmaya devam edersem, kısa bir süre sonra burada olacaktır. Bir keresinde onu bu odadan kovmuştun ... "
"Hayır; o, bunun habercisiydi, gölgenin gölgesi. Şimdi onu kovamam. Bunu yalnız sen yapabilirsin."
"Ama onun karşısında hiçbir gücüm yok. Acaba emin bir ... " Daha sorusunu tamamlamadan sustu.
"Emniyetli bir yer yok," dedi Ogion kibarca. "Bir daha kendini dönüştürme Ged. Gölge senin gerçek benliğini yok etmek için uğraşıyor. Seni bir şahinin benliğine sokarak bunu neredeyse başarmıştı da. Hayır, nereye gitmen gerektiğini bilemiyorum. Ama yine de ne yapabileceğin hakkında bir fikrim var. Sana bunu söylemek zor."
Ged'in suskunluğu gerçeği duymak istediğini vurgulayınca, Ogion, "Geriye dönmelisin," dedi sonunda.
"Geriye mi dönmeliyim?"
"İleri doğru gittiğinde, nereye kaçarsan kaç, seni tehlike ve kötülük bekleyecek; çünkü seni yönlendiren o, senin ne yöne doğru gitmen gerektiğini o seçiyor. Bu yolu sen seçmelisin. Seni izleyeni izlemelisin. Avcıyı avlamalısın."
Ged hiçbir şey söylemedi.
"Seni Ar Nehri'nin kaynağında adlandırdım," dedi büyücü, "dağdan gelip denize akan nehrin kaynağında. Bir adam varmakta olduğu sonu bilir ama bir daha dönüp dönmeyeceğini, ilk başladığı yere geri dönüp o başlangıcı benliğinde tutup tutamayacağını bilemez. Eğer nehrin akıntısında döne döne sürüklenen bir çomak değilse, o zaman nehrin kendisi olmak zorundadır; kaynadığı noktadan, denize döküldüğü yere varasıya, tüm bir nehir. Sen Gont'a döndün, bana döndün, Ged. Şimdi ise gerisingeri dön, ve kaynağın kendisini, kaynağın da önündeki kaynağı ara. Elde etmek istediğin güç umudunu orada bulabilirsin."
"Orada mı Usta?" dedi Ged. Sesinde bir dehşet gizliydi. "Nerede?"
Ogion cevap vermedi.
"Eğer dönersem," dedi Ged, bir süre sonra, "eğer sizin söylediğiniz gibi avcıyı avlarsam, sanırım av fazla uzun sürmez. Onun bütün istediği benimle yüz yüze gelmek. İki kere bunu başardı ve her ikisinde de beni yendi."
"Üçte keramet vardır," dedi Ogion.
Ged, odada bir aşağı bir yukarı, ocaktan kapıya, kapıdan ocağa yürüdü. "Ve eğer beni tamamen yenilgiye uğratırsa," dedi, kendisiyle mi Ogion'la mı tartıştığı belirsiz, "benim gücümü ve benim bilgimi eline geçirerek kullanacak. Şu anda sadece beni tehdit ediyor. Ama eğer içime girip de benliğime sahip olursa, benim aracılığımla çok büyük kötülükler yapacak."
"Bu doğru. Eğer seni yenebilirse."
"Buna rağmen, eğer yine kaçarsam, beni yine bulacaktır ... Bütün gücümü kaçmaya harcıyorum." Ged biraz daha dolandıktan sonra birdenbire döndü ve büyücünün önünde diz çökerek, "Büyük büyücülerle beraber yürüdüm, Bilgeler adasında bulundum ama siz benim gerçek ustamsınız Ogion," dedi. Sevgiyle ve ağırbaşlı bir neşeyle konuşuyordu.
"Güzel," dedi Ogion. "Şimdi bunu anladın. Hiç yoktan iyidir.
Fakat sonunda, sen benim ustam olacaksın." Ayağa kalkarak ateşi besledi ve çaydanlığı kaynaması için üzerine astı. Koyun postundan yapılmış kabanını giyerek "Gidip keçilerime bakmam gerek; çaydanlığa göz kulak oluver oğul," dedi.
Tekrar, üstü başı kar içinde içeri dönüp de keçi derisinden yapılmış botlarındaki karı, ayaklarım yere vurarak silktiğinde, elinde porsuk ağacından yapılma, uzun ve kaba bir asa taşıyordu. Kısa akşamüstü boyunca ve yemekten sonra, lamba ışığında, zımpara taşı ve büyücülük hünerleriyle, asa üzerinde çalıştı durdu. Birçok kez, elini asanın üzerinde gezdirdi; sanki herhangi bir pürüzü var mı yok mu anlamak istermiş gibi. Çalıştığı sürece, yavaşça şarkılar söyledi sık sık. Hala yorgun olan Ged dinliyordu; uykusu geldikçe kendisini, Onakçaağaç köyündeki cadının, havası şifalı otların ve tütsünün kokusuyla ağırlaşmış kulübesinde, ateşin aydınlattığı karlı bir gecede, uzun ve yumuşak büyü şarkılarım ve karanlık güçlerle savaşıp onları yenmiş veya yıllarca önce uzak adalarda kaybolmuş olan kahramanların destanlarını dinlerken aklı hayal aleminde gezinen bir çocuk gibi hissediyordu.
"İşte," dedi Ogion, ve bitmiş asayı Ged'e uzattı. "Başbüyücü sana porsuk ağacı vermiş; iyi bir seçim, ben de bu seçime sadık kaldım. Ben asayı uzun bir yaya benzetmeyi düşünmüştüm ama böylesi daha iyi. İyi geceler, oğlum."
Teşekkür etmek için kelime bulamayan Ged kendi bölümüne giderken, Ogion onu seyretti ve Ged'in duyamayacağı kadar alçak bir sesle, "Ey benim genç şahinim, iyi uçuşlar!" dedi.
Ogion seher vakti, soğukta uyandığında, Ged gitmişti. Sadece, büyücülük usulünce, ocağın taşları üzerine, Ogion okudukça silinen yaldızlı harflerle bir mesaj bırakmıştı: "Usta, ben avlanmaya gidiyorum. "
Ursula K.Leguin/Yerdeniz Büyücüsü I...