Doğdun. İki yıl sekiz ay geçti. Düşünmedin, konuşmadın. İki yıl sekiz ay sonra bir patlamayla uyandın. Kafatasının içi o kadar sıcaktı ki aklın alev aldı. Mükemmel bir alev. Muhteşem bir yangın. Düşündün ama konuşmadın. İlk düşüncen geldi. Sonra ikincisi. Sonra da devamı. İlk kuralla tanıştın:
Aynı zihinde yer alan karşıt düşünceler birbirini yok eder ve ışığa dönüşürler:
Herhangi bir düşünce karşıtıyla karşılaşırsa özgün halinden eser kalmaz. Karşıtından mutlaka etkilenir ve değişir. Bu da yok olduğu anlamına gelir. Aynı zihindeki karşıt düşünce baskısına çelişki denir. Zihin, çelişki karşısında birbirini parçalayan düşüncelerini ölümlerine terk etmek zorundadır ve üçüncü düşünceyi üretmelidir. Zihin, yok olanların bıraktığı yeri üçüncülerle doldurmalıdır. Aksi takdirde karşıt düşüncelerin aynı anda yok olmasıyla boşalacak olan zihinde davranışa dönüşecek hiçbir şey kalmayacaktır. Ve davranışın gözlemlenmediği beden her anlamda felçli sayılacaktır. İnsanların en büyük hatası, bu kuralı görmezden gelmeleri ve karşıt düşüncelerin birbirlerini öldürmesine izleyici kalmalarıdır. Hayatın karşılarına çıkardığı seçim kavşaklarında donarak ölmelerinin nedeni, karşıt düşüncelerin çarpışmalarından kaynaklanan ışıktan gözlerini alamadıkları için körleşmeleridir. Kör ve felçli. Kim böyle olmak ister?...
Tabii ki sözünü ettiğim düşünceler, savunulan ve uğruna kelime çiğnenenlerdir. Tabii ki her düşüncenin karşıtı vardır ve zihin, her şeyi düşünmek üzere tasarlanmıştır. Ancak bir çarpışmanın gerçekleşmesi için düşünce ve karşıtının davranışa dönüşme aşamasına gelmiş olması gerekir. Örnek mi istiyorsun?.. Dikkatli oku...
Bugüne kadar her şeyin söylendiğini ve her şeyin yapıldığını düşünen, ancak üretmekten vazgeçemeyen bir yaratıcıyı düşün. Bir şairi, bir yazarı ya da herhangi bir sanatçıyı. Davranışa dönüşmesine ramak kalmış iki karşıt düşünce: Üretmek ve üretmemek. Ve ikisi için de yeterli geçerlilik nedeni bulabilen bir zihin... Sence böyle bir oyun nasıl biter?... Eğer birinci kural tanınmıyor ve ona uygun hareket edilmiyorsa sanatçı durur. Zihninde ki çarpışmanın ışığı o kadar güçlü olur ki kamaşmış gözleri perdelenir. Ne üretmemenin huzuru içinde günlerini geçirebilir ne de üretirken sahip olduğu yeteneği zorlayacak özgürlüğü kullanabilir. Ne yaratmaktan vazgeçebilir ne de yaratırken tatmin olabilir. Durur. İçinde ki karşıt düşünceler bataklığında yeteneği gömülene kadar durur. Ve yeteneğinin gömüldüğü mezarın başında ağlamaktan başka çaresi kalmaz. Oysa çarpışma gerçekleşmeden evvel yapılması gereken üçüncü düşünceyi doğurmaktır. Bu örnekte, her şeyin daha önce söylenmiş olduğunu varsayan yaratıcının aynaya bakarak tekrarlaması gereken cümleler şunlardır:
‘Her şey söylenmiş olabilir, ama ben daha söylemedim. Ve eğer ben söylemediysem her şey söylenmemiştir. Çünkü kimse benim gibi söyleyemez. Çünkü ben tekim. Çünkü daha önce söylenmiş olanları benim gibi söyleyebilecek kimse yok. Özgürlükten herkes söz etti. Ama ben değil. Komşum da etmedi. Onun komşusu da. Ancak herkesin özgürlükten söz ettiği gün, özgürlük söylenmiş ve kapanmış bir konu olur. Dolayısıyla yaşayan bütün akılların süzgecinden geçene kadar bakir kalacak olan özgürlük düşüncesine ilişkin yaratımlar sürecektir...’
Zihin boşluğuna neden olabilecek karşıt düşünce çarpışmaları, ancak üçüncü düşüncenin keşfiyle olasıdır. Ve daima üçüncü düşünce vardır...
Çelişki seni öldürür. Çelişki işkencedir. Çelişki buz tutmuş bir göldür. Çelişki buz tutmuş gölün çatladığı andır. Çelişki göldeki çatlağa saplanıp donmaya başlamandır. Çelişki, yardım istemek için açtığın ağzına dolan sudur...
Doğumundan iki yıl sekiz ay sonra bütün bunları biliyordun. Hangi mucize, hangi masal?... Kim bilir?.. Ama hepsinin farkındaydın. Çünkü çevreni ve hayatı diğerleri gibi değil, o güne kadar hiçbir zeki varlığın başaramadığı gibi öğreniyordun. Temel kuralları. Bir mucize. Bir masal. Kim bilir?..
Patlama anındaki sıcaklık olağanüstüydü ve zihninin her noktasında aynıydı. Isı, sahip olduğun tek güçtü. Dakikalar, saatler ve haftalar geçti. Türettiğin üçüncü düşünceler zihnini besledi. Karşıtlıkların yok olarak boşalttığı hücreleri onlarla doldurdun. Mükemmeldin. Kusursuz. Üçüncü düşüncelerin birleşti ve yoğun merkezler oluşturdu. Ağırlaşıp, keskinleştiler. O kadar ağırlaştılar ki, içlerine doğru çöktüler. Bu, sahip olduğun düşüncelerin mutlaklığının doğal sonucuydu. Öğrendiğin her bilgi, çöken merkezlerin etrafında dönmeye başladı. Geliştin. Yeni bilgi ve düşüncelerin çarpması daha karmaşık merkezler yarattı. Düşünce düzeneğin görülmemiş bir hızla zihnin de yayıldı. Tanıdığın kurallar ikiye çıktı:
Her şey ve herkes ışık yayar. Sonuç, nedenlerin aydınlattığı noktada, nedense sonuçların aydınlattığı noktadadır...
Sahip olduğun her bilgi ve düşüncenin birer ışık huzmesi olduğunu anladın. Her birinin bölge boyu farklıydı ve sen onları ayırt edebildin. Zihninin haritasını çıkarmayı öğrendin. Hangi düşünceye neden sahip olduğunu çözdün. Ve hangi düşüncenin neye neden olabildiğini görebildin. Sınırlı zihnindeki düşünce ve bilgilerin ışık yollarını gözlerin kamaşmadan izleyebildin. Kimse kendini senin kadar tanıyamadı. Kimse neyi neden düşündüğünü senin kadar iyi bilemedi. Bundan zevk aldın. Başka çaren yoktu. Başka çare aramadın. Ani yükselişin durmuyordu. Zihninin genişlemesi arttıkça hızlanıyordu. Ve sen kuraları anlıyordun...
Her düşünce bir diğerini doygunlukları ve aralarındaki uzaklık ölçüsünde çeker...
Birbirinden çok farklı gibi görünen düşüncelerin birleştiğine tanıklık ettin. Çekim gücünün sınırlarını tanıdın. Yok olmak ve yaratmak gibi düşüncelerin nasıl birbirlerine yaklaştıklarını gördün. İnsanın yarattıkça yok olduğunu anladın. Yaratıcılığının bedelinin yarattıkların kadar eksilmek olduğunu kabul ettin. Ve amacın bu oldu. Yaratarak yok olmak. Son düşüncen de yok olana kadar yaratmak...
Düşünceler mükemmel, ancak davranışlar kusurludur...
Sindirilmesi zor kurallardan biri. Düşünceler zihinde doğar. Ve zihnin şartları üç boyutlu dünyanınkinden farklıdır. Zihnin şartları mükemmel düşünceyi oluşturacak niteliklere sahiptir. Çünkü zihnin sürekli genişleme gücüne sahiptir. Oysa üç boyutlu dünyayla kurduğun ilişki bedenin ve duyularınla sınırlıdır. Üç boyutlu dünya zihninin aksine daralır ve davranışlarına kusurlar ekler. Zihinsel tasarıların ancak bir bölümü davranışlara yansıtılabilir. Davranış daima eksik kalacaktır. Bir insanı sevdiğini düşünmek, ona bunu söylemek ve ardından sarılmakla anlatılamayacak kadar mükemmeldir. Bir insanı öldürmek, ondan nefret ettiğini düşünmenin yanında daima kusurludur. Hiçbir davranış, düşüncenin gerçek tercümesi değildir...
Bu kuralla tanıştığın günü ve bedeninden nefret ettiğini anımsıyorum. Ancak sonrasında davranışların, yaklaşık düşünceler olduğunu kabul edip buna göre yaşamaya yemin ettiğini de anımsıyorum. Bu yüzden gerçekten kimseyi tanıdığını iddia etmeyeceğine yemin ettiğin gibi..
Düşünceler ışık hızında hareket eder...
Saniyede üç yüz bin kilometre hızla ilerleyen düşüncelerinin zihnindeki yolculuklarına hayran kaldın. Kütlesi olmayan her dalga gibi düşüncenin de, ışık olduğunu anladın. Hiçbir şey düşüncelerinden hızlı değildi. Zamanda yolculuğa sadece zihninde gerçekleştirebileceğini öğrendin. Anımsamak, tanık olmak ve geleceği hayal etmek. Her anın üç zaman içerdiğini anladın. Ve tabii her adımında yarım metre ilerleyen bir bedenin içindeki yolculukların ışık hızında gerçekleştiğini anlamak sana zamanın kişiselliğini ve değişkenliğini düşündürdü...
Zaman, var olan bütün etkenler ölçüsünde değişkendir...
Bunu anlaman zordu, ancak başardın. Kurman gereken denklem öylesine karmaşıktı ki var olan bütün kavramları kullanman gerekiyordu. Zamanın hızı, her şeye göre değişir. Bu cümleyi zihninde canlandırmak seni önce korkuttu. O güne kadar rastlamadığın bir büyüklükte bir ‘her şey’... Duygulardan biyolojik farklılıklara, düşüncelerden dini seçimlere kadar, her şey. Bir saniye ne kadar sürer, sorusuna kimsenin yanıt veremeyeceğini anladın. Ne yüz metre koşan atletlerin ne de onları izleyenlerin. Zamanı ölçmek için bir kronometreden fazlasının gerektiğini kabul ettin. Ve diğer insanlarla zaman uyuşmazlığı yaşayabileceğin gerçeğine hazırlandın...
Davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir...
Işık hızının da bir sınırı olduğunu öğrendiğin gün gökyüzüne baktın. Güneşi gördün. Ancak gördüğünün, güneşin geçmişi olduğunu anladın. Haklıydın. Güneşin dünyaya uzaklığı yüz kırk dört milyon kilometre ve ışığının gezegene ulaşması sekiz dakika sürüyor. Dolayısıyla bir gün, güneş sönerse, bunu ancak sekiz dakika sonra anlayabileceğini kabul ettin. Sekiz dakika boyunca, güneş sönmemiş gibi yaşayacak olan insanları düşündün. Her anın, o sekiz dakikaya dahil olabileceği olasılığını fark ettin. En önemlisi, düşüncenin davranışa dönüşme süresin de en az sekiz dakika olabileceğini hayal ettin. Aradaki sekiz dakikayı, doğanın parçası olarak gördün. Sevgilisini sevmekten vazgeçmiş insanın, ancak sekiz dakika sonra bunu açıklayabilmesini olgunlukla karşıladın. Sekiz dakika boyunca sevildiğini düşünmeye devam eden insanın gerçekle çarpışınca kırılan hayaline acımadın. Çünkü gözlemleyebildiğin her davranışın geçmişteki bir düşüncenin eseri olduğunu anlamıştın. Tanıdığı olduğun ve insanlar tarafından temeli atılmış olan dünya her şeyiyle geçmişe aitti...
Düşünceler, duyguların çekim alanına girince bükülürler...
Ve duyguları keşfettin. Ne kadar kıskanç ve güçlü olabileceklerini anladın. Zihninde beliren duygu merkezlerinin çevresinde çekim alanları olduğunu fark edince düşüncelerine etkisini ölçtün. Herhangi bir düşünce, herhangi bir duygunun çekim alanına girdiğinde bükülüp yön değiştiriyordu. Ve sen, düşüncenin gerçek kaynağını belirtmekle yanılıyordun. Yön değiştiren düşüncenin, duygunun yakınlarından çıktığını sanıyor,ancak yanılıyordun. Bunlara sahte düşünceler adını verdin. Kaynağı, görülenden başka bir yerde olan düşünceler. Dikkat edilmesi gereken düşünceler. Tehlikeli düşünceler. Böyle bir ayrımın farkında olmayanlar, sahte düşünceler yüzünden acı verici kararlar alabilirlerdi. Korktun. Bir düşüncenin gerçek doğum yerini, öğrenmenin yollarını araştırdın. Ancak bulamadın. Alabileceğin tek önlem, duygu merkezlerini daraltmak, dolayısıyla çekim alanlarını küçültmek olabilirdi. Bu yolu seçtin. Olabildiğince az hissetmek. Duygularını olabildiğince önemsememek. Ne sevgiyi ne de nefreti ciddiye almak. Pürüzsüz bir düşünce ağı kurabilmek adına duygularının boğazını sıktın. Bazıları kangren olup öldü, bazıları cılız hayatlarını sürdürdü. Zihnin sınırları içinde, düşüncenin duygudan başka düşmanı yoktu ve sen bunun farkındaydın...
Sh: 28/29/30/31/32/33
Hakan Günday