Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Sekiz Oktav Defteri...

Sekiz Oktav Defter'lerinden Kesitler...

Birinci Oktav Defteri...

* Her insan kendi içinde bir oda taşır. Hatta kulakla saptanabilir bu. Diyelim gece vaktidir de, dört bir yana sessizlik yürümüştür ve biri hızlı hızlı geçmektedir ilerden; kulak kabartıldı mı, örneğin duvara iyice tutturulmamış bir aynanın takırdadığı işitilecektir...

* Burası, aşağıdaki kışsı topraktan daha mı sıcak? Dört bir yanda beyazlık içinden yükseliyor her şey, benim kovam tek kara nesne. Önceleri yukarılardaydım, şimdi aşağılarda. Dağlara doğru başımı kaldırıp baktıkça, boynum burkuluyor sanki. Dondan bir örtü; artık ortalarda görünmeyen kayakçıların açtığı yollarla üzeri çizilmiş yer yer. Ayaklarımın birkaç santim bile içerisine gömülemediği kalın kar tabakasının üzerinde küçük Arktik köpeklerinin izlerini izleyip gidiyorum. Biniciliğim anlamını yitirdi, alttan indim ve kovamı omzumda taşıyorum...

* Doğru izi bir daha ele geçirememek üzere yitirdikleri konusunda insanların içine sürüklenebilecekleri o derin inanç, böyle bir şeyin kendilerinde yol açacağı engin umursamazlık...

* Bir yanılgı. Yukarıda, uzun koridorda kapısını açıp girdiğim oda benimkisi değildi. ‘Yanılmışım’, dedim ve yine dışarı çıkmak istedim. Ansızın odanın gerçek sahibi ilişti gözümü; bıyıksız ve sakalsız sıska biri; ağzını sımsıkı yummuş, üzerinde yalnızca bir gaz lambası yanan küçük bir masanın başında oturuyordu...

* Geçmiş ve gelecek günahlarımın kefaretini söz konusu sızılarla ödeyeceğim...

* Terzi tutumlu davranıyorsa, bunun ona göre çürütülemeyecek bir takım nedenleri vardır kuşkusuz...

* Tüm çıkış yolları her zaman gibi sisler puslar içinde...

* Gerçek bir oltacının elinden hiçbir balık yakasını kurtaramaz...

İkinci Oktav Defteri...

* Yazılı ve sözlü insanlık tarihi, çokluk düpedüz yarı yolda koyuyor insanı; oysa sezgi gücü, sık sık yanlış yollara sürüklemesine karşın; yine de insana kılavuzluk ediyor, kendisini yüz üstü bırakmıyor...

Üçüncü Oktav Defteri...

* Saltık (mutlak) açısından tüm bilimler, yöntembilimden başka bir şey değil. Bu yüzden kesin yöntemsel karşısında korkuya kapılmak gereksiz. Bir kabuk; ama bu bir tek şey dışında bütün öbür şeylerden fazla bir şey değil...

* Hepimiz bir savaşı sürdürüyoruz. (Bu temel sorun tarafından kendimi saldırıya uğramış görüp silaha davranmak için arkama dönüyor, ama silahlar arasında bir seçme yapamıyorum. Diyelim bir seçme yaptım, kaptığım silah, ‘yabancı’ bir silah olacak, çünkü hepimizin silah deposu aynı.)

* Bağımsız savaşan kimse yok. Kendini beğenmişliğe indirilen bir darbe. Evet; ama beri yandan zorunlu ve gerçek bir yüreklendiriş.

* İnsanın evreni kavrayışının ayrıntıları ve bu kavrayışın izlediği seyir konusunda belleğin güçsüzlüğü hiç de iyiye işaret değil. Bir bütünün yalnız kırık dökük parçaları. Bu durumda o büyük ödeve el atmak şöyle dursun, elini dokundurmayı bile nasıl başaracak, böyle bir ödevin kendine yakınlığını nasıl sezinleyecek, varlığını nasıl düşleyecek, düşünü görmeyi nasıl niyaz edecek, niyaz sözcüğündeki harfleri bile nasıl öğrenmeyi göze alacaksın; meğer ki kendini adam akıllı toparlayasın ve karar anı gelip çattığında, atmak için bir taş ya da boğazlamak için bir bıçak gibi tüm varlığını bir avuçta toplayacak gücü gösteresin. Beri yandan : İçine tükürülmeden önce ellerin yamulup avuç haline getirilmesi gerekir...

* İç dünya ancak yaşanabilir, tanımlanamaz...

* Duyularımızın içine düştüğü şaşkınlıktan ya da aşırı duyarlıktan dört bir yanımızda sanki gulyabanilerin kaynaştığını görür, herkesin o anda ruh durumuyla kazada aldığı yaraya göre değişen ve insanı hayran bırakan ya da yorgun düşüren bir kaleydoskop oyunu seyrederiz.

* İnsanlık tarihi, yolda giden birinin attığı iki adım arasında geçen saniyedir...

* Şeytansal, iyinin kılığına bürünür bazen, hatta kimi vakit düpedüz iyide vücut bulur. Kendini benden gizleyebildi mi, yenik düşerim kuşkusuz; çünkü böylesi iyi. Gerçek olandan daha ayartıcıdır. Ama ya kendini benden gizleyemezse? Ya bir sürek avı düzenleyen şeytanlar beni önlerine katıp, iyiden içeri sürerlerse? Ya iğrenç bir nesne olarak vücudumda gezinen iğne uçları sağıma soluma batar ve beni ite kaka götürüp iyiden içeri tıkarsa? Ya iyi gözle görülür pençeleriyle üzerime saldırırsa? O zaman bütün süre arkamda vereceğim kararı beklemiş kötüden içeri usulcacık ve mahzun süzülüveririm.

* Kendini tanı, ki gerçek ben’ine kavuşasın...

* Birinin ruhuna kılıç saplanmışsa, yapılacak iş, serinkanlılıkla durumu izlemek, kan kaybetmemek, kılıcın soğukluğunu bir taş soğukluğuyla karşılamak, kılıcın saplanışıyla kılıcın saplanışından sonra yaralanmaz bir aşamaya ulaşmaktır...

* Sessizlikten yakınıyorsun, sessizlikte bir çıkar yol olmayışından yakınıyor, İyi’nin duvarına karşında bulup yakınıyorsun...

* Çalılık, eski yol kapayıcısıdır. İleri geçmek istedin mi, onu ateşe vermen gerekir...

* İyi üzerinde bilgi sahibidir kötü; ama iyi kötünün farkında değildir...

* Bir öz tanı, ancak kötü tarafından gerçekleştirilebilir.

* Kötünün başvurduğu araçlardan biri, ikili söyleyişidir.

* Dinlerin varlığı, bireyin sürekli iyi kalamayacağının bir kanıtı mıdır? Tanrı, kendini iyiden koparıp alarak ete kemiğe bürünüyor. Başkaları için mi yapıyor bunu? Ancak başkaları arasında kendisi olarak kalabileceğine inandığından mı yapıyor? Yoksa başkalarını sevmek istemedi mi, dünyayı yok etmesi gerekeceğinden mi?

* İnanan kişi, mucizelere kapalıdır. Gündüzün yıldızlar görülemez...

* İnancın, insanın sözleriyle kanıları arasında doğru dürüst üleştirilmesi gerekiyor. Bir kanı daha farkına varıldığı an, çakılan bir kibrit gibi sönüp gitmeye bırakılmamalıdır. Kanıların insana yüklediği sorumluluk, sözler üzerine yıkılmamalıdır. Kanılar, sözlere kaptırılmamalıdır. Ayrıca, sözlerle kanıların uygunluğu kesin önem taşımaz, katıksız bir inanç da öyledir. Sözler kanılara duruma göre ya gömer, ya gömüldüğü yerden çıkarır...

* İnsanların eylemleri üzerinde insanların yargısı hem gerçek, hem boştur, yani ilkin gerçek, sonra boştur...

* Gerçek yargıya varabilecek olan, ancak taraflıdır; gelgelelim, taraflar da taraf kimliğiyle yargı veremez. Anlaşılan, dünyada yargı verme olanağı değil, bunun yalnızca gölgesi vardır...

* İyiler, uygun adım yürür. İyilerin varlığından habersiz olan öbürleri, iyilerin çevresinde halka yapar, zamanın oyunlarını oynarlar...

* Gerek cezbeye kapılan, gerek suda boğulan kişi, her ikisi de kolunu kaldırır havaya. Birincisinin davranışı, doğanın temel öğeleriyle barışıklık, ikincisinin davranışı ise bir uyuşmazlık içinde bulunduğunu gösterir...

* Kibir çirkinleştirir, yani aslında kendini yoketmesi gerekirdi, oysa sadece yaralar kendini ve ‘yaralı incinmiş’ kibire dönüşür...

* İnanmak, kendi içindeki yokedilmezi özgürlüğe kavuşturmak, daha doğrusu kendini özgür kılmak, daha doğrusu yokedilmez olmak, daha doğrusu olmaktır...

* Avarelik tüm kötülüklerin kaynağı, tüm erdemlerin tacıdır...

* Gök suskundur, ancak suskun kimseler için yankı oluşturur...

* Ruhu gözlemleyen kişi ruhun içine giremez, ama bir kenar çizgisi bulunur ki, orada ruhla bağlantı kurar. Söz konusu bağlantıyla öğrenilen bir şey varsa, ruhun da kendisine ilişkin bir şey bilmediğidir... Demek ki ruh bilinmez kalacaktır...

* Herkes gerçeği göremez ama, gerçek olabilir...

* Arayan bulmaz, ama aramayan bulunur...

* Sanatın kendini unutmuşluğu ve kendini yokedişi: Kaçış olan şey sözde bir gezintiye, hatta saldırıya dönüşüyor...

* Cennette, her vakit olduğu gibi : Günaha yol açan da, günahı bilen de tek şeydir. Bizim vicdan dediğimiz şey kötünün kendisidir; öylesine büyük zaferi elinde bulundurur ki, artık kılını bile kıpırdatmayı gereksinmez...

* Öğretmen gerçek, öğrenci ise sürekli bir umutsuzluk içinde bulunur...

* Hiçbir damlanın taştığı yok ve hiçbir damlayı alacak yer yok...

* Söylence, açıklanamayanı açıklamaya çalışıyor. Bir gerçeklik temelinden çıkıp geldiği için, yine ister istemez açıklanamazda sonlanacaktır...

* Cennetten kovulduk, doğru; ama cennet ortadan kaldırılmadı. Cennetten kovuluş, bir bakıma mutluluktur; çünkü biz kovulmasaydık, cennetin yokedilmesi gerekecekti.

* İnsanlar ölmedi, ölümlülüğe itildi; insanlar Tanrıya eş duruma gelmedi, ama bunun gerektirdiği yeteneğe kavuştu...

* Ama bütün dumanların altında ateş vardır; dört yanında kara dumandan başka şey görmemesi, ayakları yere inen kimse için kurtuluş sayılmaz...

* Sanat, bir pervane gibi Gerçek’in çevresinde dolanıp durur, ama hiçbir tarafını yakmamayı kesinlikle kafasına koymuştur. Karanlık boşlukta ışık kaynağından gelen ışınları gereği gibi yakalayabilecek bir yer bulmak, ışık kaynağını önceden tanımaksızın bunu yapabilmek gibi bir yetenekle donatılmıştır...

Dördüncü Oktav Defteri...

* Omuzlarına sorumluluk yüklendi mi, bu fırsattan yararlanıp sorumluluktan kurban gitmeye bakarsın. Ama böyle bir şeyi denemeye kalk, o zaman anlarsın ki, sana yüklenen bir sorumluluk yoktur, sen bu sorumluluğun kendisisin...

* Öyle bir savaş ki, hiçbir an ve hiçbir şekilde sırt sağlama alınmıyor. Bilinmesine karşın, sürekli unutulur bu gerçek. Unutulmadı diyelim, sırtın sağlama alınması için bir olanak aranır. İstenen, ararken dinlenmektir ve cezasız kalmayacağı bilinmesine karşın hep böyle bir yola başvurulur...

* Istırap bu dünyanın tek olumlu öğesi, hatta bu dünyayla olumlu arasındaki biricik bağlantıdır.

* Bizim için iki gerçek var : Bilme ağacıyla anlatılan gerçek ve yaşam ağacıyla anlatılan gerçek. Eylemsel gerçek, duruk(statik) gerçek. Birincisinde iyi, kötüden ayrılır. İkincisi ise, iyinin kendisinden başka bir şey değildir, ne iyi, ne kötü konusunda bilgisi vardır. İlk gerçek bize gerçekten, ikincisi ise sezgisel yoldan verilmiştir. Bu işin iç karartıcı yönü; iç açıcı yönü ise, ilk gerçekliğin yaşanılan anın, ikincisinin ise sonsuzluğun elinde bulunmasıdır. Bu yüzden, ilk gerçek ikinci gerçeğin ışığında silinip gider...

* Yorgunluk ille de inanç güçsüzlüğü anlamına gelmez, yoksa gerçekten öyle midir? Ama yorgunluğun, yetinmezlik anlamına taşıdığı kuşkusuz. Ben demek olan her şey, benim için fazla dardır, sonsuzluk olan ben bile kendim için fazla darım...

* Bilmenin belli bir aşamasından sonra yorgunluğun, yetinmezliğin, bunalmanın, kendini hor görmenin ortadan silinmesi gerekiyor; bu aşama da, beni önceleri yabancı bir nesne olarak zindeleştiren, doyuran, özgür kılan, beni alıp yücelere taşıyan nesneyi, kendi öz varlığım olarak bilip tanıyacak güce kavuşmamdır...

* Kırılan dalgaların en çok gürültü çıkardığı yer sahillerdir...

* Ne var ki, sonsuzluk zamanın donakalışı değildir. Sonsuzluk tasarımında bizi sıkan, onun zaman kavramına kazandıracağı akıl almaz haklılık, dolayısıyla bunun şu andaki durumunuzdan ötürü bize kazandıracağı haklılıktır...

* Özgürlük ve bağımsızlık, temel anlamda bir tek şeydir. Hangi temel anlamda? Kölenin özgürlüğünü yitirmediği, yani kimi bakımdan özgürden de özgür yaşadığı anlamda değil...

* Kuşakların zinciri, senin varlığının zinciri değildir; ama yine de kimi ilişkiler bulunmaktadır arada. -Ne tür ilişkiler? – Kuşaklar, senin yaşamının anları gibi ölüp gider. – Ayrım nerede? –

* Yangın her yeri kasıp kavuruyor da, yalnız kendi evine dokunmuyor. Dindar biri sayıldığından değil; evine zarar gelmemesini amaç edinmiş de, onun için...

* Gözlemleyen, bir bakıma kendisi de yaşama katılandır; yaşayan nesnelere tutunur, rüzgara ayak uydurmaya bakar. Böyle biri olmak istemem...

* Yıkıntılardan taze yaşamın fışkırıp çiçeklenmesi, yaşamdan çok ölümdeki diritişi kanıtlar...

* Gerekli koşulları bir kez ele geçirdin mi, her şeyi ele geçirdin demektir...

* Sezgi ve yaşantı...

Yaşantı mutlak içinde bir dinlenmeyse, sezgi (intuition) dünya üzerinden geçip mutlak’a götüren yol olabilir ancak. Nihayet her şey bir amaca ulaşmak ister ve ancak bir tek amaç vardır. Parçalanmanın zaman içinde dağılıp parçalanma demek olmasına, yani her an olup bitmesine karşın aslında hiç gerçekleşmeyen nitelik taşıması bir denge sağlayabilirdi kuşkusuz...

* Kimi salt geleceği düşünerek yaşar, yalnız yaşadığı anı düşünene göre daha tedbirli davranmış sayılmaz; çünkü böyle bir kimse yaşadığı anı bile değil, salt onun sürüp gidişini düşünür...

* İçebakış (murakabe) ve etkinliğin görünürde bir gerçekliği vardır; ama ancak içe bakıştan çevreye yayılan, daha doğrusu çevreden içebakışa dönüp gelen etkinliktir ki, gerçek’i oluşturur...

* İraden özgürdür, yani çölü dilediğinde özgürdü. Çölden geçerken tutacağı yolu kendisi seçebileceği, yürüyüş biçimini kendisi belirleyebileceği için özgürdür; ama çölü geçmen gerektiği için de özgür değildir; seçilecek her yol, bir labirent gibi çölün hiçbir parçasına uğramadan geçmeyeceği için özgür değildir...

* Yanılgı itirazın kendisinde saklı yatıyor, doğru bir rota tutturmuş bir geminin boyuna ilk çıkış limanına dümen kırmasını istemek gibi bir şey...

* Silah sesiyle gök gürlemesini birbirine karıştıran ilkelerin yorumu, ancak sınırlı bir gerçeği içerebilir...

* Üzerine çakılmak istenen çivinin ucunu duvar nasıl hissederse, o da öylece şakağında hissetti. Dolayısıyla, hissedemedi denebilir...

* Gören der ki, insan, sonradan başvurduğu kendini bağışlatmalarla varoluşunu haklı gösterecek bir temel oluşturur; ama aynaya ters olarak yansıyan psikolojik bir yazıdan başka şey değildir bu; gerçekte insan, yaşamını bu tür kendini bağışlatmalar üzerine kurar. Orası öyle; herkes yaşamını (ya da ölümünü, ki bu da aynı şeydir) bağışlatmak, haklı göstermek zorundadır, söz konusu ödevden kaçamaz...

Her insan kendi yaşamını yaşadığını (ya da kendi ölümünü öldüğünü) görürüz. İç bağışlatmalar olmadan üstesinden gelinecek gibi değildir bu, hiç kimse kendini bağışlatmalar olmadan bir yaşamı sürdüremez. Buradan insanın küçümsenmesine geçilebilir, her insanın kendi yaşamına kendini bağışlatmaları temel yaptığı sonucu çıkarılabilirdi...

* Psikoloji aynaya yansıyan bir yazının okunuşudur, yani zahmetli bir iştir ve her vakit doğru bir sonuca ulaşılması bakımından verimli bir uğraştır, ama gerçekte olup biten bir şey yoktur..

* Ölümdeki amansızlık son’u değil, sonun gerçek acısını beraberinde getirmesindendir...

* Kurtuluşumuz ölümdür, ama bu ölüm değil...

* Genel de sükunet mi? Genelin anlamında kaypaklık. Genel, sükunet diye yorumlanır bazen, ama çokluk Tek’le genel arasında ‘genel’ bir gidiş geliş olarak. Ancak sükunet gerçek genel, ama beri yandan son amaçtır...

* Sanki genel ile özel arasında gidiş geliş, gerçek sahnede olup bitmekte, oysa genelde yaşam arka plandaki bir kuliste geçmektedir...

* Kanıtlamalarını bir büyüleme çabasıyla beraber sürdürüyor. Bu kanıtlanmadan kaçıp büyüsel bir dünyaya sığınabilir, büyüsellikten de mantığa; ama her ikisi aynı zamanda tutulup ezilebilir ve her ikisi yaşayan bir büyü ya da dünyayı yoketmeyip bayındır kılan yokediş gibi bir üçüncü nesne oluşturduklarından, bunu yapmak daha da kolaylaşır...

* Gereğinden çok usu var, sanki sihirli bir arabada gider gibi usuyla yeryüzünde yol alıyor, yol bulunmayan yerlerde de elden bırakmıyor davranışını. Zaten yol bulunmayan yerlerde yol bulunmadığını kendiliğinden öğrenecek durumda değil. Böylelikle ardından gelinmesi konusundaki alçak gönüllü ricası zorbalığa, ‘yol üzerinde’ bulunduğuna ilişkin içtenlikli inancı bir büyüklenmeye dönüşüyor...

* Beni bırakıp gidecek misin? Eh, bu da ötekiler gibi bir karar. İyi ama, nereye? Benden sana kurtuluş var mı? Ayda belki? Ayda bile benden kurtulamaz, zaten o kadar uzağa hiç varamazsın. Peki, ne diye bütün bunlar? Köşeye geçip otursan da sesini çıkarmasan! Daha iyi olmaz mı böylesi. Şu oracıktaki köşeye, sıcak ve karanlık. Dinlemiyorsun demek beni. Elinle kapıyı arıyorsun. Peki, ama nerede kapı? Anımsadığım kadar, odanın bir kapısı bulunmuyor. Burası yapıldığı zaman, birinin çıkıp seni gibi dünyayı yerinden oynatacak planlar ardında koşacağını kim düşünürdü? Hani, yitirilmiş bir şey de yok; böylesi bir düşünce yitip gitmez, sofra meclisinde uzun uzun konuşur, üzerinde tartışırız; kahkahalarla ödüllendirilirsin bunun için...

Beşinci Oktav Defteri

* Pek yakın bir tarihte öldüm mü ya da yaşama gücümü büsbütün yitirdim mi -ki bu olasılık büyük, son iki günde öksürüp tıksırarak hayli kan kustum çünkü-, kendi kendimi paralayıp doğradığımı söyleyebilirim. Babam, eskiden gözü dönmüş boş tehditler savurur, 'Seni bir balık gibi didik didik ederim!' derdi hep; oysa gerçekte bir fiske bile vurmadı bana; işte şimdi bir zaman ki tehdit, babamdan bağımsız, gerçeklik kazanıyor. Dünya -F.de temsilci onun_ ile benim kendi ben'im uzlaşmaz bir karşıtlık içinde vücudumu didik didik ediyor...

* Beni öğütüp un ufak edecek iki değirmen taşının arasından ne çekip çıkarırsa çıkarsın, bunu bir lütuf diye karşılayacağım; yeter ki gereğinden çok bedensel ağrılara yol açamasın...

* Bir şey yok beni tutan
Kapılar, pencereler açık
Ve kocaman, boş teraslar

* Küçük bir kayıkta umutsuz, Ümit burnu'nu dolaşmaya çalışıyordu. Sabahın erken saatiydi; şiddetli bir rüzgar uğuldayıp duruyordu. Umutsuzluk içinde, küçük bir yelkeni açıp rahatçacık arkasına yaslandı. Pek derin sayılmayan su kesimiyle bu tehlikeli sulardaki kayalıkları aşarak canlı yaratıklara özgü bir çeviklikle kayıp giden küçük kayıkta neden korkacaktı...

* Üç köpeğim var: Tut, Yakala ve Asla. Tut ve Yakala, herkesin bildiği o güdük rattler cinsi köpeklerden, hani tek başlarına kimsenin dikkatini çekecekleri yok. Gelgelelim, Asla hiç ayrılmıyor yanlarından. Asla bir kırma dok köpeği ve gören der ki, insan yüzyıllar boyu alabildiğine titizlik ve özen gösterip böyle bir köpek cinsi üretmeye kalksa, gene başaramaz. Damarlarında çingene kanı bulunuyor...

* A. Tasarladığınız şey, hangi yönden bakılırsa bakılsın çok çetin ve tehlikeli bir girişim. Ancak, işi pek önemsememek gerekiyor. Çünkü daha çetin ve tehlikeli girişimler de var. Ve belki bunlar, hiç ummadığı, ummadığı içinde pek masum hazırlıksız işe koyulduğu yerde karşısına çıkıyor insanın. Ben, gerçekten öyle düşünüyorum; ama bununla elbet ne planlarınızı uygulamaktan sizi alıkoymak, ne de bu planların önemini küçümsemek niyetindeyim. Asla! Sizin iş, hiç kuşkusuz hayli büyük bir gücün varlığına bakıyor; uğrunda böyle bir gücün harcanmasına da değer doğrusu. Peki ama, siz bu gücü kendinizde hissediyor musunuz?

B. Hayır! Böyle bir şey söyleyemem. İçimde güç değil, bir boşluk duyuyorum, o kadar...

* Sınır diye bir şey tanımazsan, sana nasıl söz geçirebilirim...

Altıncı Oktav Defteri

* Özgür iradeyle alınan bu gibi kararlar, her vakit olumlu sonuçlar sağlıyor...

* Bayat balıkların katlanılmaz kokusu undan böyle eksik olmuyordu...

Sekizinci Oktav defteri

* İşe haz olarak bakış, psikologlara kapalı bir tutum...

* Gereğinden fazla psikoloji karşısında baş gösteren iç bulantısı. Diyelim bir kişinin sağlam bacakları varda, psikolojinin yanına sokulmasına ses çıkarılmıyor; bu kişi kısa sürede, gelişigüzel zikzaklar çizip başka hiçbir alanda katedemeyeceği uzaklıkları geride bırakacak, öyle ki, gören birinin şaşkınlıktan ağzı açık kalacaktır.

* Bir duvarın önünde uzanmış yatıyor, acıdan kıvranıyor, ıslak toprağa adeta kendimi gömmek istiyordum. Avcı yanı başımda dikiliyor, bir ayağıyla hafifçe belime bastırıyordu. Beni elleriyle yoklayıp, bir karara varmak için yakamla ceketimi kesip açan sürgüncüye : 'Enfes bir parça!' dedi. Benden bıkmış köpekler, yeni avların susamışlığıyla avlunun duvarına doğru çılgınca seğirtip duruyordu. Derken araba geldi; ellerimle ayaklarım bağlanıp beyin yanına, arkadaki kanepenin üzerine kaldırılıp atıldım; öyle ki, başımla kollarım dışarı sarktı. Araba teker meker gidiyordu. Susuzluktan ölerek ağzımı açmış, yerden kalkan tozları emiyor, beyin arada bir baldırlarıma memnunlukla el atışlarını duyuyordum.

* Omuzlarında taşıdığın ne? Ne biçim hayaletler çevreni kuşatmış böyle?
Franz Kafka/Taşrada Düğün Hazırlıkları

Share/Save/Bookmark