Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Doğunun Limanları...

Mezarcının küreği ile yaptığı gibi, güneşe tezek yığınları atıyorum...


"Ölüme son çare olarak bakmalısın. Hiç kimsenin seni alıkoyamayacağını bil. Ama ölüme gidebileceğin için onu yedekte tut; sonuna kadar.

Diyelim ki gece bir kâbus gördün. Bunun bir kâbus olduğunu bilirsin ve kurtulmak için başını biraz oynatman yeter. Her şey daha basit, daha dayanılır hâle gelir ve bir bakarsın en korktuğun şeyden zevk alır olmuşsun. Hayat seni korkutuyorsa, içini yakıyorsa, en yakınların çirkin maskeler takmışsa...

Hayat budur de, ikinci kez çağrılacağın bir oyun olduğunu söyle. Zevk verici ve acı çektirici bir oyun, inanç ve aldatmaca oyunu, maskeler oyunu. Onu sonuna kadar oyna, ister oyuncu olarak, ister izleyici olarak. İzleyici olman daha iyi, içinden kolay çıkarsın. "Son Kurtuluş Çaresi" yaşamama hep yardımcı olmuştur. Elimin altında olduğu için, bu çareye hiç başvurmadım.

Ama ahretin direksiyonu elimin altında olmasaydı, kendimi tuzağa düşmüş hisseder ve bir an önce kaçmaya bakardım."


Satır Arası Cümleler ve Kesitler...

* Bir insan hayatının doğumu ile başladığından emin misiniz?..

* Gelecek, geçmişin duvarları içinde değildi...

* Gelecek, özlemlerimizden kuruludur, başka neden olacak?..

* Yabancılık, dikkate almam gereken hayatımın bir gerçeği idi...

* Çok yüksek sesle konuşanlar, hareket yeteneklerini yitirirler...

* Bizim oralarda, insan ancak lambasının fitili bittiğinde ölür diye bir deyim vardır...

* İnsanın her zaman başına, iyi bir dava uğruna kötü adam olmak gibi bir durum gelmez...

* Kahraman olduğunuzu yadsımaya kalktıkça ününüz büyür, üstelik alçakgönüllüsünüz diye saygınlığınız artar. Söylendiğine göre, alçakgönüllülük, kahramanların yüce erdemidir...

* İnsan kendini anlatmaya başladığında, nesnellik, yalanın süslenmişi olmuyor mu?...

* Bilindiği gibi savaş, bazı insanların zekasını ve enerjisini uyandırır. Bazen iyi yolda ama genellikle kötü yolda...

* - Kardeşinin hiçbir eksiği olmamıştı. Bunu bize neden yaptı? Deyip duruyordu babam.

Kardeşimin neyin eksik olduğunu babama nasıl anlatmalı?.. Ben de, çocukluğumda o evde, kendimi kaçış ümidi olmayan bir mahkum gibi hissetmemiş miydim?.. Her şeyi, eşyaları, ziyaretçileri, duvarları yok etmek istememiş miydim? Beni tutan ne olmuştu?.. Sevildiğimi biliyordum. Aşırı bir sevgiyle karşı karşıya idim ve beni, onca uzağa gitmeye iten de bu olmuştu; ancak olgunlaştıktan sonra geri gelmiştim. Sevildiğimden emin olmasaydım, içimdeki acılık büyüyüp dururdu ve savaşın da yardımı ile yanlış bir adım atardım. Bir cinayet işlemek ya da intihar etmek gibi – çünkü Salem’in yaptıkları her ikisini de uyuyor...

* Diğerlerin istekleri, emelleri, tutkuları, ümitleri vardı ve kendilerine uygulandığında onları paramparça etmişlerdi. Dayımın böyle şeyleri yoktu. Hiçbir beklediği yoktu, kendisine sunulanın dışında...

* Artık yoluma hiçbir engel çıkmayacağı duygusuna sahiptim. Engel yokmuşçasına yürümem yeterliydi. Düşüş işte böyle başlar...

* Aşk, el değmemiş olarak kalabilir, heyecan da öyle. Aylar geçse, yıllar da geçse!...

* Hayat, bıkılacak kadar uzun değil...

* Mezarcının küreği ile yaptığı gibi,güneşe tezek yığınları atıyorum...

* Kurtlar, yalnızca yaşamak ve özgür olmak için savaşır. Tehdit edilmediği sürece yoluna devam eder...Kardeşim ise, yaban köpeklere benzer daha çok. İçinde büyüdükleri evi hem özlerler hem de nefret ederler. Hayattaki yolları hep bir olumsuzlukla çizilmiştir: Bir terk ediş, bir ihanet, bir sadakatsizlik. Bu olumsuzluk onların ikinci doğuşlarıdır, geçerli olan tek doğuş!

* Yazgının karşısında, kendini öldürmeden önce oynadığı fare gibiydim. Farenin, o anda , çıldırarak, kaçmayı beceremeyerek, bir çıkış yolu bulamayarak, kendi çevresinde dönüp durduğu söylenmez mi?..

* Serveti sayesinde yeterince saygınlık kazanmıştı; kabul edersiniz ki saygınlık, satılık bir kadın gibidir...

* Bazen savaşın da sonbaharları vardır...

* Tünelin ucunda ışık görünmese bile, ışık varmış gibi yürümek ve ışığın görüneceğine inanmak gerekir...

* Bazıları, geleceğe inanmaya devam ettikleri için sabrederler... Bazıları, işi bitirmeye cesaret edemezler... Korkaklık, kuşkusuz hor görülmeli ama o da yaşamın bir parçası. Kabullenmek gibi, hayatta kalma araçlarından biri...

* Hayatta her zaman bir yol bulunur, mecrasından çıkmış kendine bir başka yol yapan nehirler gibi...

* Bir daha belirteyim, sadece ölmekten vazgeçmek, uçurumun kenarına gelip atlayacakken geriye bir adım atmak ve titreyerek uzatılan sıcak eli tutmak söz konusu değildi. O kadar basit değildi. Aynı örneği verecek olsam derdim ki, sağlam toprağa basarak değil ama dar bir taş geçit üzerinde bir şişe viski içerek uçurumun kenarında duruyordum. Geriye dönmek için karar vermem yetmiyordu, çünkü benim durumumda, selamete ulaşıyorum diye uçuruma yuvarlanmakta vardı. Önce ayılmam, açık bir görüşe, berrak düşüncelere sahip olmam ve attığım her adımı nereye attığımı bilmem gerekiyordu...

* Sonu gelmeyen an, ulaşılmayan an yoktur...

* Ardımda cennetin kapıları çarptı dönmedim
Ayaklarımda ayaklarımın gölgesi yolum boyunca duvara kadar uzanıyor
Kapalı göz kapaklarımın altında gölgeme basıyorum tıpkı
Kan damarlarına benzeyen Anadolu yollarındaki gibi
Belleğimde kagir ve hayal camlı daha güzel bir evin anısı,
Kulaklarımda kentin uğultusu Babil’in tatlı uğultusu
Eskiden eskiden çöllerde yok olmuş ulusların ileri karakolları
Eskiden eskiden gökyüzünün merdivenleri eskiden eskiden
Sabırsızlık çağı eskiden gelecek

* Zaman, bir yansımadır... Geçmiş saatler ve günler, haftalar ve yıllar sonunda aynı kül yığınına sahip olurlar... Gelecek, sonsuza kadar gitse de, saniye saniye yaşanır...

* Geleceğin, onurundan, en sade zevklerinden yoksun kalınca, geriye ne kalır?.. Bekleyen bir sevgi... Sakin ama güçlü bir sevgi... Belki tarihten de güçlü!..

Amin Maalouf...


Share/Save/Bookmark

De Ki İşte...

İnsan, birbirinin kurdu değil, kendi kendinin kurdudur...


Felsefe hep, yeniden sürekli, ölüme gelip dayanan, dayanacak, dayanması gereken yaşam biçimidir... Felsefeyi yaşam biçimi edinen kişi içinde de, her yer barınılmaz, her yol çıkmaz, her yön olanaksız, her yük ezici –her anlam boştur- çünkü ölüm vardır...

Satır Arası Cümleler ve Pasajlar...

* Yaşadıklarımız öldürdüklerimizdir...

* İnsan, birbirinin kurdu değil, kendi kendinin kurdudur, ‘insan insanın değil’ insan kendinin kurdu...

* İnsanın en anlamlı yaratısı mezardır. İnsanların en anlamlı oldukları yer mezarlıklardır- ölülerin de, yaşayanlarında...

Yaşam yaşayan insanın kendinden kaçmasıdır; çünkü onun ‘en kendi olduğu’, ölümdür- yaşamı da, bunun bir değillemesi yalnızca...

* Yaşam, yitim acısıdır. Yaşamak, yitirmenin acısını çekmektir.

* Yaşam yıkımsa, yaşamak yıkmaktır...

* Her yaşanan geçicidir, her yaşayan ölümlü...

* Yaşamı gereğince, yaşayan insan için, zorunlu tek yaşantı, hep hüzündür...

* Olgunluğun muştucusudur ölüm : O gelince, olgunlaşma sona erer – olgunluk gerçekleşir...

* Bazı şeyleri (belki, her bir şeyi) yaşayıp bitirmek gerekir, yoksa yaşanıp durdukça bayatlar...

* Ölüm, ancak yaşanabiliyorsa bir şeydir. Yoksa işte, hiçbir şeydir...

* Ölüm, çünkü yaşamın ‘sona erişi’ değildir – şu koşulla : Yaşam, başından başlayarak, yaşam olarak, ölümden anlam çekebilmişse; ölüm bir son olarak –anlamsızlığını birlikte getirerek- gelince, biten yaşamın anlamını çekip almak şöyle dursun, ona yeni yoğun bir anlam yükler...

* Ölüm varsa, yaşam da vardır- ölüm varolmadıkça, yaşam da yoktur...

* Ölümü anlamak, yaşama anlam verebilmektir: Ölümü anlayan, yaşamı anlar. Ölüm de, yaşamın anlamlandırıcısıdır...

* Kişinin özgür olabilmesi, ölümüdür... Ölüm, özgür olabilmektir...

* Ölüm, yaşamın anlam içeriğiyse, yaşamın anlamı – boştur...

* Bağımsızlığın, bağımlılıklardan geçecek...

* Yaşam, kendiyle çatışmadır –çarpışma, savaşma : ki, sonunda da tabii, kaybetmektir – savaşı da, kendini de...

* Yaşam yükleneceğin yüktür... Yaşamın, yükündür...

* Yaşamda atmak isteyeceğin her adımın bir bedeli olacak: Ancak bedeli ödemeye hazır olursan atabileceksin o adımı...

* Yaşam gidince ne yapacağını bilemediğin, ama gitmek istediğin yerlere doğru katettiğin yollardan oluşacak – ki, bunlar, belki o yerlere gitmek istediğini bile ancak sonradan anlayacağın yollar olacak...

* Yaşamın öyle noktalara gelecek ki, eski çerçevesinden çıkıp dört bir yana açılan yol ağızlarında duruyor olacak; ama, göreceksin ki, bu yollar hiç de yeni yerlere ulaşmıyor : ‘çıkmaz sokak’ hepsi...

* Yaşamın, sürekli gireceğin çıkmazlardan oluşacak; hep girip, hep çıkacaksın çıkmazlara, çıkmazlardan : Son gireceğin çıkmaz da, hiç çıkamayacağın çıkmaz olacak – sen en son çıkmazına girdiğinde, yaşamın da ‘düze’ çıkacak...

* Yaşamının yolu hiç olmayacak, belki yönü olsa bile... Yaşamın yolu yok...

* Yaşam hep ya daha yüksek güce yöneltilmiştir, ya da daha derine batışa... Yaşamın, ya yükselme, ya da batma olacak...

* Yaşarken sürekli düştüğünü göreceksin – çeşitli yüksekliklerden çeşitli derinliklere...

* Yaşamını, hiçbir şey bilmeden yaşayacaksın. Yaşamın bilmediğindir...

* Yaşamın bir bekleme olacak – ama, beklemeden yaşayacaksın...

* Yaşamın yalnızca anlaşılamaz, bilinemez olmakla kalmayacak, yer yer yaşanamaz hale de gelecek...

* Yaşamında en zor işini kendi yolunu yürümek olacak – ve ilişkin olan, önem ve değer verdiğin kişilere, bunu anlatmak : Yaşamın, yaşadığın kadarıyla, yalnızca senin yaşamın olduğunu, aynı şeyin onlar için de geçerli olduğunu, ilişki de olmanın da, bu temel gerekliliği engellemediğini, engellememesi gerektiğini... Ama anlatamayacaksın ki... Çünkü daha kendin bile gereğince anlamamış olacaksın bunu...

* Başkalarına dik gelenler senden teğet geçecek – ve tersi : başkalarına teğet gelenler, sana dik...

* Yaşamda en çok yakınlaşma isteği duyacağın kişiler, senden uzaklaşma gereksinimi en çok duyan kişiler olacaklar...

* Bir şeyleri yaşamışsan, gerçekten yaşamışsan, onları yitiremezsin artık – istesen bile : istemesen bile; yaşar onlar artık...

* Yaşamın bütün yaşadıklarını yitirip, yeniden kazanmanın süreci olacak – hep yeniden yitirip, hep yeniden kazanmanın süreci...

* Yaşamın büyük şeyleri yoktur ki, yaşamın her şeyi küçücüktür, ufacıktır, ayrıntıdır...

* Yaşamın, sürekli yapacağın hatalardan – ve sürekli, bu hataları düzeltme çabalarından olacak. Bu da hep, böyle sürüp gidecek...

* Yaşam yumağını, çözülemez hale, tek bir katı, belirsiz düğüm haline gelene dek, çözmeye çalışmalısın – ki o tek katı düğüm, sonunda, kolayca çözülsün...

* Yaşamı düğümlemeden çözemezsin...

* Yaşam geçiştirdiğin bir şey olacak – içinden geçtiğin; geçtikçe geciktirdiğin; sonra da, geçip gitmesine izin verdiğin bir şey...

* Yaşamın sahici bir yalan olacak – sahiden bir yalan olacak yaşamın...

* Yaşamın tasarladıkların ile gerçekleştirebildiklerin arasında gidip gelecek. Gerçekleştirebildiklerin tasarladıklarından hep eksik, tasarladıkların gerçekleştire bildiklerinden hep fazla... Hep, hem eksik, hem fazla olacak yaşamın – gerçekleri eksik, tasarıları hep fazla... Hep eksiklikler yaşayacaksın – ve hep, fazlalıklar... Yaşamının bu olacak işte : Eksik – fazla...

* Bilmeden yaşayacaksın – yaşadığının da ne olduğunu, sonradan bile, bilemeyeceksin... Bildiklerini ise, hiç de yaşamamış olacaksın...

* Yaşamın bilgisi sana gelince (onu arayıp bulamazsın; düşünüp ulaşamazsın ona – o, kendisi gelirse, gelir), neyin geldiğini de anlayamayacaksın, uzun bir süre – belki hiç... Bir karışıklık, bir şaşkınlık olacak gelen yalnızca – ki, bir şeyleri sezinleyeceksin, kavrar gibi olacaksın, ama bu sezgiye, bu kavramaya bir içerik aradığında, bir boşluk, bir karanlık karşılayacak seni...

* Yaşayacaksın hep, hiçe dek; sonra da, hiç olacaksın...

* Yaşamında yapacağını hiç bilmediğin anlarda, yapacağın apaçık belirecek...

* Yaşamın, olaylar ve durumlar içindeyken, bir şeyler yaparken, kendini seyretmenin süreci olacak...

* Yaşam, yazarı da, sahneye koyanı da, baş oyuncusu da sen olan, ama senin yalnızca seyircisi olduğun bir oyundur...

* Özgürlüğün, yaşamının farkına varman olacak...

* Yaşadıkça, yaşamın hep daha derinine inebilirsen (buna dayanabilirsen), onun nasıl lav kaynakları gibi kavurucu, aynı zamanda soğuk dağ pınarları gibi dondurucu olduğunu göreceksin – ki, yaşamın işte, bu iki uç arasında gelip gidecek... Kavurucu ve dondurucu... Yaşamda kavrulacaksın, ve sonra donacaksın, ve yine...

* Yaşam, boşluktan çıkarak doluluğa yönelmendir – ama tersi de doğru : Dolulukların gittikça büyüyen bir boşluğa yönelmesi... Boş ya da dolu – hep aynı yönelme olacak yaşamın...

* Yaşamının en son toplamı – ki, bunu sen hiçbir zaman bilemeyeceksin – hiçbir şeyi dışında bırakmayacak...

* Yaşamının amacını arayıp arayıp bulamayacaksın; ki, bu olacak işte yolu gösteren – amaçta bu...

* Felsefe metinleriyle uğraşmaya salt kişisel bir çaba olarak girildiğinde artık söz konusu olan, düşünen bir kişinin düşünmüş bir kişi ile teke tek hesaplaşmasıdır...

* Felsefe de önemli olan düşüncelerin kendisi değildir – bütün düşünebilir düşünceler, zaten şu ya da bu biçimde, daha önce düşünülmüştür; önemli olan, düşüncenin dile getiriliş biçimidir – yeni anlam ancak orada bulunabilir...

* Felsefenin içeriği anlatılamaz, biçimi gösterilebilir ancak...

* Bütün felsefe kavramları, temelde eğretilemelerdir...

* Felsefenin yolu dolambaçlıdır – yapılmasının yolu da, yazılmasının yolu da, anlaşılmasının yolu da – işte : kişinin kendisi kadar karmaşık, dolayısıyla bir o kadar dolambaçlı...

* Kişi,kendisi için anlaşılmaz olan, ama derinden yaşadığı bir şeyi, ona karışarak anlaşılmaz kılan katışıklıklardan arındırıp, saf bir hale getirirken, onu, anlamına uygun düşen bir kavramlar bütününe de yerleştirebilirse, bir yaşantıyı felsefe olarak dile getirmiş olur...

* Yaşantının kendisi ise, aslında, muhtemelen her insanın şu ya da bu biçimde yaşamak durumunda kaldığı, ama – çoğunlukla korkaklıktan – teğet ya da es geçtiği, belki de çok sıradan bir yaşantı olabilir – önemli olan, zamanında üzerine gidilerek düşünülmesi, ve bir bütün içinde kavranmasıdır...

* Felsefenin yapılışı sırasında hep yanında giden bir yerindelik duygusu vardır. Kişi çok eski ve çok yeni yanlarının bir belirli durumda, tam bir uyum içinde, bir arada, yerli yerine oturduklarını duyduğu an, aynı zamanda – o duyduğunun uyarıcısı olan konu üzerine – bir şeyler yazıyorsa, yazdıkları felsefe olabilir...

* Felsefe, kendisi olanaklı en genel anlama sahip olduğu halde, ancak tek kişi için anlamlıdır...

* Felsefe için en büyük tehlike, felsefe yapan kişinin kendini aldatmasıdır... Tam bilinçten en ufak bir biçimde sapmaya, ödün vermeğe, bu kadarı da yeter demeye eğilim duymasıdır...

* Felsefe hiçbir yere oturtulamayan, hiçbir yerde oturmayandır...

* Felsefe, bilinçlenmenin olanaksız olanağı (ya da olanaklı olanaksızlığı)dır...

* Felsefenin varabileceği son anlam noktası, tam anlamsızlığın son noktasıdır...

* Felsefenin son anlamı, anlamsızlığın sonudur...

* Felsefenin tek bir ideali olabilir –vardır : Gelişme ile gelişmenin getirdiği serpilme, zenginleşme, çoğalma...

* Felsefe direnmenin temel biçimidir, çünkü dünyanın kendisine direnmedir...

* Her türlü sahici felsefe (ve genel olarak kültür) gösteriş karşıtıdır...

* Felsefe, sessiz sedasızdır...
* Felsefe gürültü içinde sessiz; kalabalık içinde yalnız olma sanatıdır –bu anlamda ve bu bakımdan gerçekten de bir sanat sayılmalıdır. – En azından sanat zor beceri isteyen karmaşık bir işin üstesinden başarıyla gelme anlamı taşıyorsa...

* Felsefe anlamının, en uç sınırında dolaşırken, yoğunlaşmasıdır – bir o kadar da, en yoğun haliyle, sınıra dayanması...

* Felsefe çalkantılardan çıkan dinginlik umudu, huzursuzluklardan çıkan huzur umududur...

* Felsefe eninde sonunda, felsefe yapan kişinin kendini tüketmesiyle sonuçlanıyorsa ancak bir şeye yarar. Felsefe yıkıcıdır –en yıkıcı olduğunda, yani, kendini yapanı da yıkabildiğinde, en üst düzeyine ulaşmıştır...

* Felsefe, felsefe yapan kişinin, her yapışında, büyük bir çabayla, en baştan başlayarak, her adımını yeniden baştan atarak, yavaş yavaş, gıdım gıdım kurduğudur – bütün katedilmiş yolun seferinde en baştan, yeniden, yürünmesini gerektiren, her duruşunda da, yeniden, gerisin geriye, hiçliğe düşüp kalan...

* Felsefe, başlangıçtaki kaostan düzen üretmektir, bu yüzden, felsefe kağıda dökülürken, felsefe yapan kişinin duyduğu, önce huzursuz bir dengesizlik duygusu, sonra belirsiz bir tamamlanmışlık duygusudur – arada da, yoğun bir boşluk duygusu...

* Felsefe ilerledikçe, gelişledikçe, hep daha geniş boşluklar içinde devinmeye başlar –felsefe yapmada deneyim sahibi olan kişinin edindiği beceri, gittikçe büyüyen bir boşluğun içinde durma, dengesini koruma becerisidir...

İşte felsefenin en olanaklı en genel kavramı : Olanaklı En Geniş Boşluk...

* Felsefe kişinin bastığı yeri görmeden, gittiği yönü bilmeden, kör olarak yürümesi gereken bir yoldur – herhangi bir yere ulaşma beklentisi olmadan...

Felsefe acıkmışken oturduğu, ve acıkarak kalktığı bir sofradır...

Felsefe en son söylenebilecek şey, en sonda hiçbir şeyin söylenemeyeceğidir : işte, bu...

Oruç Aruoba...

Share/Save/Bookmark

Sıddhartha...

Konuşmalarında değil, düşüncelerinde değil, yalnızca eylemlerinde ve yaşamında görürüm büyüklüğünü...


Hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı da gerçek olmasın... Yani şöyle : Bir gerçek ancak tek taraflıysa, dile getirilip, sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır, hepsi tek taraflı, hepsi yarım, hepsi bütünlükten, mükemmellikten ve birlikten yoksun... Ulu Gotama öğrencilerine dünyadan söz açarken, çile ve esenlik diye ikiye ayırdı. Başka türlüsü olanaksızdır, öğretmek isteyen birinin izleyeceği başka yol yoktur... Ancak dünyanın kendisi, gerek çevremizdeki, gerek içimizdeki varlık asla tek taraflı değildir. Asla bir insan ya da bir eylem tümüyle Sansara, tümüyle Nirvana değildir. Asla bir insan tümüyle kutsal ya da tümüyle günahkar olamaz. Böyle gibi görünmesi yanılmamızdan, zamana gerçek bir nesne gibi bakmamamızdandır. Zaman gerçek değildir, Govinda, ben sık sık yaşadım bunu. Zamanda gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka bir şey değildir...


Satır Arası Cümle ve Kesitler...


* Ve senin ruhun bütün dünyadadır... ( Sameveda Upanişad)

* Ve artık şuna inanıyorum ki, bu bilginin bilme isteğinden, öğrenme isteğinden daha azılı düşmanı olamaz...

* Kimse öğretiyle kurtuluşa kavuşamaz...

* Bu yüzdendir ki, yolculuğumu sürdüreceğim – bir başka öğreti, daha iyi bir öğreti aramak için değil hani, çünkü biliyorum ki, böyle bir öğreti yoktur, tüm öğretilere ve öğretmenlere sırt çevirip, hedefime tek başıma ulaşmak ya da bu uğurda ölmek için yapacağım bu yolculuğu...

* Bir başkasının yaşamı konusunda yargıda bulunmak bana düşmez. Bir tek kendim, yalnızca kendim için bir yargıya varabilir, bir şeyi seçer ya da yadsıyabilirim...

* Pek fazla akıllılıktan da sakın...

* Hikmetini ve iç yüzünü öğrenmek istediğim şey, Ben’di. Kurtulmak, alt etmek istediğim şey, Ben’di... Ama alt edemedim, sadece yanılttım, sadece kaçtım ondan, sadece saklanıp gizlendim... Doğrusu, dünya bu benim kadar, bu yaşıyor olduğum, başkaları gibi ve başkalarından ayrı biri olduğum, Sıddhartha olduğum bilmecesi kadar kafamı başka hiçbir şey kurcalamadı. Ve dünyada kendim kadar, Siddhartha kadar az bildiğim başka bir şey yok...
....
.....
.......

Kendi hakkımda hiçbir şey bilmeyişim, Siddhartha’nın bana böylesine yabancı, böylesine bilinmez kalışı bir nedenden, bir tek nedenden kaynaklanıyor. Kendimden korkuyordum çünkü, kendimden kaçıyordum! Atman’ı arıyor, Brahman’ı arıyordum; Ben’imi parçalara ayırmak, kabuklarından birer birer soyup almak, bilinmedik özünde tüm kabukların çekirdeğini, Atman’ı, yaşamı, Tanrısal’ı, o en son nesneyi ele geçirmek istiyordum. Ama bunu yaparken kendi kendimden oldum...
....
......
.......
Yo, Siddhartha’nın bundan böyle elimden kayıp gitmesine izin vermeyeceğim. Bundan böyle düşünmeye ve yaşamaya Atman’la ve dünya ıstırabıyla başlamayacağım. Bundan böyle kendimi öldürüp, kendimi parçalara ayırıp da yıkıntıların ardında bir giz aramaya kalkmayacağım. Bundan böyle ne Yoga, ne Veda, Ne Atharva veda, ne çileciler, ne de herhangi bir öğreti olacak öğretmenim. Kendi kendime öğretmenlik yapacak, kendi kendimin öğrencisi olacak, kendimi tanımaya, Siddhartha’nın gizini tanıyıp öğrenmeye çalışacağım....

* Amaç ve töz, nesnelerin arkasında bir yerde değil, onların içindeydi, her şeydeydi kısaca...

* Anlamını çıkarmak istediği bir yazıyı okuyan biri, işaretleri ve harfleri küçümsemez, yanılsama, rastlantı ve değersiz bir kabuk diye bakmayıp okur, inceler ve sever onları, her harf karşısında böyle davranır...

* Ne var ki, öz ben’i gerçekten bulamamıştı bir türlü, çünkü onu düşüncelerin ağıyla yakalamaya çalışmıştı. Bedenin öz ben olmadığı, duyuların oyununun öz ben olmadığı nasıl kesinse, düşünceler de, akıl da, öğrenilen bilgelikler de, bir düşünceden sonuçlar çıkarma ve yeni düşünceler üretme becerisi de, öz ben değildi. Hayır, düşüncelerin dünyası da, öz ben’in uzağındaydı, duyuların rastlantı niteliğini taşıyan Ben’ini öldürüp, düşüncelerin ve bilgeliklerin rastlantı niteliğinde ki, Ben’ini beslemekte hedefe götürmeyecekti. Her ikisi de gerek düşünceler, gerek duygular hoş şeylerdi, en son anlam her ikisinin arkasında gizliydi, her ikisine de kulak vermek, her ikisiyle de oynamak gerekiyordu, ikisi de küçümsenmemeli ya da abartılmamalıydı. Yapılacak şey, her ikisine kulak verip, Ben’in gizli seslerini yakalamaktı. Seslerin kendisinden istemediği hiçbir şeyin peşinden koşmayacak, seslerin kendisine salık vermediği hiçbir şey de oyalanmayacaktı Siddhartha...

* Söz dinleyiş, dıştan gelen buyrukların değil, yalnızca içten gelen sesin dediğini yapmak, iyi olan bu, yapılması zorunlu olan buydu, başka bir şey değil...

* Her şey dönüp, gelir...

* Dostluğun, senden alacağım ücret olsun...

* Sevgi avuç açıp dilenilebilir, para pulla satın alınabilir, sokakta bulunabilir, ama haydutlukla ele geçiririlemez...

* Hangi işten anlıyorsan, o işi yapmaya çalışmalı...

* Diyelim ki, suya bir taş attın, en kısa yoldan suyun dibine iner... Kendine bir hedef belirledi, kafasına bir şey koydu mu Sıddhartha’da da değişik değildir durum. Siddhartha hiçbir şey yapmaz, bekler, düşünür, oruç tutar, ama taş nasıl suyun içinde yol alırsa, o da dünyada ki nesneler içinden yol alıp gider, bir şey yapmaksızın, kılını kıpırtdatmaksızın; bir şey çekip götürür onu, düşecek oldu mu, koyverir kendini, düşer... Belirlediği hedef kendine çeker onu, çünkü hedefinden onu alıkoyacak hiçbir şeyin ruhundan içeri sızmasına izin vermez... İşte Samanalar’ın yanında Siddhartha’nın öğrendiği şey...Kalın kafaların büyü diye nitelediği ve cinlerin başının altından çıktığına inandığı şey. Cinlerin başının altından çıkan hiçbir şey yoktur, cinler yoktur çünkü. Herkes büyü yapabilir, belirlediği hedefe ulaşabilir, yeter ki düşünmesini, beklemesini ve oruç tutmasını bilsin...

* Yazmak iyidir, ama düşünmek daha iyi; akıllılık iyidir, ama sabretmek daha iyi...

* Siddhartha, haz vermeden haz alınamayacağını, her jestin, her okşayışın, her dokunuşun, her bakışın, ne kadar küçük olursa olsun vücuttaki her köşenin kendine özgü bir gizle donatıldığını, bu gizi keşfetmenin mutlu kılacağını öğrendi Kamala’dan. Ayrıca bir şeyi daha öğrendi. Her sevi şenliğinden sonra sevgililer birbirlerinden, biri ötekine hayranlıkla bakmadan ayrılmamalıydılar; hem yenmiş, hem yenilmiş olmalı, herhangi birinde aşırı doymuşluk ya da bıkkınlık duygusu uyanmamalı, sömürdükleri ya da sömürüldüklerini hissetmemeliydiler...

* Siddhartha bir ara şöyle dedi Kamala’ya. ‘Sen de benim gibisin, insanların büyük çoğunluğundan farklısın. Kamala’sın sen, yalnızca Kamala; içinde dingin bir yer, sığınılacak bir yer var, ne zaman istersen benim gibi oraya çekilebilir, kendini kendi evinde hissedebilirsin. Pek az insanda vardır bu, oysa herkes buna sahip olabilir...

- Bütün insanlar akıllı değil diye cevapladı Kamala.

Hayır dedi Siddhartha, akıllılıkla ilgisi yok bunun. Örneğin Kamaswami de benim kadar akıllı, ama böyle bir sığınak yok içinde. Oysa bazı insanların küçük çocuklarınki kadardır aklı, öyleyken böyle bir sığınak vardır kendilerinde. İnsanların büyük çoğunluğu, Kamala, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgarın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar, vurarak iner yere. Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgar varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar...

* Şehvetin ölüme bu kadar yakın olduğunu hiç daha böylesine tuhaf şekilde anlamamıştı...

* Belli bir yere gittiğimiz yok. Biz keşişler yağmur mevsimi dışında yollardayızdır hep, oradan oraya dolaşır, keşişliğin kurallarına göre yaşarız...

* Unutma ki, sevgili dostum, ölümlüdür görüntüler dünyası, ölümlü, son derece ölümlü...

* Ölümlü nesneler, hızlı bir değişim içindedir...

* Oruç, beklemek, düşünmek... Bu onun servetiydi bir zamanlar, onun gücü ve kudreti, onun sağlam asasıydı, gençliğinin hamaratlık dolu zahmetli yıllarında bütün öğrendiği bu üç maharetti. Oysa şimdi üçü de yüzüstü bırakıp gitmişti onu, hiçbiri kendisinin değildi artık, ne oruç, ne bekleme, ne düşünme... Rezil bir amaç uğruna elden çıkarmıştı bunları, en ölümlü şey uğruna, duygusal hazlar uğruna, rahat yaşamalar, zenginlikler uğruna. Başından geçenler tuhaftı gerçekten. Şimdi ise, öyle görünüyordu ki, gerçekten o çocuk insanlardan birine dönüşmüştü...

* Bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisinin tatması iyidir diye geçirdi içinden....

* Sen de ırmaktan bir şey öğrendin mi o gizi, zaman diye bir şey olmadığını?...

- Evet Siddhartha diye cevapladı Vasudeva. Senin demek istediğin şu olacak sanırım... Irmak aynı zamanda her yerdedir, kaynadığı yerde, döküldüğü yerde, çağlayanda, kayıkta, akıntı yerinde, denizde, dağda, aynı zamanda her yerde ve onun için yalnızca şu an vardır, geçmişin gölgesi diye bir şey bilmez ırmak, geleceğin gölgesi diye de bir şey bilmez...

* Geçmişte olan, gelecekte olan hiçbir şey yoktur, her şey vardır sadece, şu an içinde varlık sahibidir...

* Gerçekten arayan biri, gerçekten bulmak isteyen biri hiçbir öğretiyi benimseyemezdi...

* Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmasını beceremez, dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacının büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa, özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak...

* Bilgelik bir başkasına anlatılamaz, bir bilginin başkalarına anlatmaya çalıştığı bilgelik aptalca bir şey gibi gelir kulağa...

- Şaka ediyorsun? diye sordu Govinda...
- Şaka etmiyorum. Keşfettiğim bir şeyi söylüyorum sana. Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratabilir, ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez...

* Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda, ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez...

* Sözcükler gizli saklı anlamı zedeliyor, dile getirilen her şey o an değişiyor biraz, biraz çirkin, biraz aptalca niteliğe bürünüyor...

* Sözcüklerin renkleri yok, kenarları köşeleri yoktur, bir korkudan, bir tattan yoksundurlar...

* Nesneler bir hayal olsun ya da olmasın fark etmez, ben de nihayet bir hayal sayılırım ve böyle bir durumda ben nasılsam nesnelerde öyle demektir. Nesneleri sevimli ve el üstünde tutmaya değer gösterende işte budur. Onlarında benim gibi olmaları.

* Ben konuşmalarında değil, düşüncelerinde değil, yalnızca eylemlerinde ve yaşamında görürüm büyüklüğünü...

Herman Hesse

Share/Save/Bookmark