Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Resul...



...Su. Hiçbir şeye benzemeyen, akabilen, bir yerde durabilen, paramparça olup sonra yine bir araya gelerek eski haline dönebilen, her şey olabilen ama kendisinin ne olduğu bir türlü anlaşılmayan garip varlık ... Ona istediğiniz şeyi yapabilirsiniz, direnmeyecektir. Tek bildiği, hep aşağıya doğru akmak. Yukarı tırmanmaya çalışan su görülmemiştir. Hep uyumlu davranıyor. Bir yere kapatılınca ses çıkarmadan bekliyor. Sonra fırsatını bulur bulmaz aşağı; sürünerek, kayarak, bulaşarak, sıçrayarak, öfkeli ya da sevinç içinde, fokurdayıp fışırdayarak sonsuzca aşağı, hep aşağı akıp gidiyor.



... Hiç yürümemiş insan olamaz. Hiç izi olmayan insan olamaz demektir bu; insan ayak izlerinden kurtulamaz. Ve Resul de yürümüştü, izle doluydu hayatı ve pek çok izler bırakmıştı. Ama böyle olmasın isterdi. Hiçbir kum zerresini oynatmamış, hiçbir suyu bulandırmamış olmak isterdi ... Olduğu yere oturdu. Oturdu da denemez, çökmüştü. Ama hissediyordu ki hala tam değildi yaptığı, eksik kalan bir şey vardı. Anladı; o durumunu korumak için bile, az da olsa sarf etmesi gereken bir enerji vardı. Ondan da kurtulmalıydı. Tam bir vazgeçiş. Buydu gereken. Tamamen dirençsiz, tam olması gerektiği gibi. Neredeyse kum kadar ölü. Neredeyse su kadar kendiyle eşit. Bir şey yapmadan, bir şey beklemeden, ne kum ne su, kumla su arası bir varlık. Bedenini ezen sonsuz su kütlesinin ürpertici derinliğinin sınırlarını araştırmaktan alamadı kendini; bakmaktan, görmekten, hiç değilse görmeye çalışmaktan. Görülecek hiçbir şey yoktu, uzun çözünük bir mavilikten başka. Sevindi buna. Görülecek bir şey yoksa akıl yürütmek gerekmeyecekti. Rahattı, sadece buradaydı işte. Tam olması gerektiği gibi, kurtulamazdı; kurtulması, onları unutması, bu izlerin dünyadan silinmelerini beklemesi ve kendi bedeninde bu izleri silmesi zaman alırdı. Belki eski izler bilmezden gelinebilirdi. Bilmezden gelmek kurtarır bizi. Ama yeni iz yaratmayacaktı; yapmayacaktı bunu.



...Acı: Acı çeken beden değil sanki bu arsız bu her şeye karışan her şeyi karıştıran sanki becerebilirmiş gibi her şeyi anlamaya çalışan bilinç. Gövdeden kurtulmak mümkün, bilinçten kurtulmak değil. Beden durdurulabiliyor. Kalp hariç, o hariç. Durmadan kan pompalayan o aşağılık tulumba. Burada böyle uzanmayı sürdürürsem ondan da kurtulurum elbet, ya da hiç düşünmeden yaşamalı. Hiç tartışmadan bilmeden ölçmeden yaşamalı. Bir beden olarak. O zaman acı da olmayacak. Sadece yaşamak olacak. Acıyı duyan gövdeyse bile acı çeken bilinç, ondan kurtulmalı. Bilinci işe karıştırmamalı, ya da eğer bilinci susturamıyorsak gövdenin yaşaması bastırılmalı; salt bilinç olarak kalmalı. Bilinç bedenden, beden bilinçten haberli olduğu sürece, birbirleri hakkında bildikleri düşündükleri eleştirebildikleri doğru buldukları yanlış buldukları değişmek ve değiştirmek istedikleri dışladıkları ve benimsedikleri olduğu sürece yaşamak zor.



...Gün güçlü bir akıntıdır. O anaforlu girdaplı dönenceli geri dönmemeli alt üst olup duran hızlı akıntıya açılan pek çok kapı vardır. O kapılar açılır kapanır açılır kapanır açılır kapanır aralanır ve bu böyle sürer gider. Bu her kapıdan ayrı bir kanala girilir.

Ve ki o her kanala girdiğiniz andan itibaren artık o gün için izleyeceğiniz, izlemek zorunda olduğunuz sızı içinde yolunuz belli olmuştur. Ne yapsanız nafiledir ve hiçbir şey yapmamak da sizi dibe batırır. O kanalda önünüze açılan hayatı yaşamak zorunda kalırsınız. O kanalda yerleşik insanlarla onların sizden beklediği duymalı düşünmeli yaşamalı yaşlanmalı hayatı eğreti sürdürmek zorunda kalırsınız. O bir gününüz belki başka günlere de açılacak önemli bir kapıdır. Eğer öyleyse bilemezsiniz, artık o kanala girmekle orada yaşayanlardan olacaksınız. Böylece her insan günde açılacak o kanalda kalarak yaşamakla yükümlüdür.

Kanalı terk etmek bazen ve henüz başlangıçtayken, duvarlar aşılmaz ölçüde yükselmemişken, ki bazı kanallar kanyon derinliğine ulaşabilir, mümkündür. Bunu başarmak güçtür ama imkansız değildir. Dizleriniz ve dirsekleriniz bu hızlı akıntının dışına çıkışta berelenir, örselenir, yaralanırsınız. Ki hayatın tercihi bir kez dahil olduğunuz kanalda kalmanız, sizden beklendiği biçimiyle sürüklenmeyi sürdürmenizdir. Ve öyle kanallar vardır ki, kişi artık istese de çıkamaz bunlardan; üstün çabalar göstermesi yetmez, yoktur oluru, kaygan oluğundan aşağı doğru bir borunun, düşmektir sanki. Kanal dar, akıntı yıldırıcı ölçüde güçlü, nefes almak bile müşküldür.



...Hızla yaklaşan sondan kurtulmak umuduyla işe giriştim. Bir kafes yapıyordum. Bu öyle bir kafes olacaktı ki, herhangi bir kapısı kapağı kilidi bulunmayacaktı, içine girilmeyecekti dışına çıkılmayacaktı. Bu tek parça kafes bedenimi tamamen kavrayacaktı. Bu kafesin içinde kımıldamam mümkün olmayacaktı. Hepsinden önemlisi bu kafesin içi dışarıdan görülecek, ama içerden dışarısı kesinlikle görülmeyecekti, kör olacaktım suskun kalacaktım. Bunu seveceklerini umuyordum coşku doluydum onlar gibi olmuştum onlardan biri olmuştum bu yüzdendi buna ikna olsunlar istiyordum.



...Kesin, güçlü, darmadağın etme yeteneğinde bir bomba, kendini dağıtan ve her. yana sertçe ve fütursuzca saçan bu şey ve onun bu iç öfkesi, infilakı, kendi varlığına yönelttiği bu kahredici hırs, kusturucu öfke doğal olarak çevresine de yansıyor, kaçınılmaz bu. Bir bombanın patlaması bir kimyasal bütünlüğe ve dengede oluşa şiddetli bir itirazdır. Bu kendini yok etmenin asıl amacı ve anlamı, çevresini de kendisiyle birlikte yok etme değil mi?



...Yeniden başlamak gerekiyor hiç durmuyor bu, devamlı yeniden başlamak gerekiyor çünkü hep azalıyor hiç bitmiyor bu azalmak, sonra bir kasa açılıp tezgaha dökülüyor ve artıyor iyice, böylece yeniden ...

Hiçbir şeyi netleştiremiyor, hiçbir şeyi sabitleyemiyor, durmadan çırpınıyorum. Durmadan her şeyde başa dönmek ve sonuna kadar bilmek istiyor, her seferinde anlamayı bitirdiğim şeylerin değiştiğini ve o ana dek yaptığım her şeyin boşa gittiğini görüyorum. Bundan yorulmak bir işe yaramıyor. Hayatta ve bilmede her an yeniden başa dönmek gerekiyor. Bundan vazgeçmek mümkün değil, o tuhaf sarsak aklım söz dinleyesi değil, yapıyor. Bana düşen onun sonu gelmez tartışmalarına ve durmadan değişen yeni duruma uyarlanma çabalarına kahramanca tahammül etmek tahammül etmek.

Elimde bir yığın insan yüzü vardı ama beni tanıyarak bakmıyordu hiçbirisi. Bir Mahir Bey bile bulamıyordum kendimi bilecek; sarsılarak anladım: Ben Resul, yeryüzünde sadece ben diyebileceğim bir şey yoktu, yoksa böylesine kaybolmazdım. Parçalanarak anladım, ben tamamen başkalarına bağlıyım. Beni öteki insanlara bağlayan bağlar yok olunca ben de yok oluyorum. Kendimi yaslayacak, dayanacak birisi yoksa ben de olamıyorum. Ve böyle Sadece-Ben yoksam eğer, ben diye bir şey de yok ve en korkuncu bu ve bu bet bilgi boğazıma sarıldı, ben bununla ne yapacağımı bilmiyorum.



... Denizin dibi... çölden bir ülke. Uç yok çizgi yok sınır yok. Yaşanan, sonsuz güzellikte bir birbaşınalık, sonsuz güzellikte bir azlık sadelik acıdan arınmışlık saydamlık.

...İnsan başı, içinde boşluk kelimesini taşıyor, bu asla doldurulamaz bir şey. Ne yapılabilir? En doğrusu bu kelimeyi unutmaktır. Ama bu nasıl olabilir? Unutması gerektiğini bildiği bir şeyi nasıl unutur insan? Öyleyse içini tamamlayamaz, onda hep bir şeyler eksik olacak, hep bir yerleri boş kalacaktır.

... Yaslandığım ağaç anlamıştı zorluğumu. O soylu sadeliğini iletiyordu, gücünü ve sadece ağaç olma bilgisini. Ben de tıpkı onun gibi sadece ben olmalıydım. Sadece Resul, sadece canlı, sadece kendim, kendimle eşit ve kendinden ibaret olmak ve bunu asla bilmemek. Bilmek çürütüyor çünkü canlıyı..

...Bu kan denen şeyden kurtulamıyorum. Sızmasından ve fışkırmasından ve onsuz edilememesinden ve o balçık kıvamından ve o halde bile akabilmesinden sıcak, tıpkı virüsler gibi beden dışında yaşayamamasından hemen donup ölmesinden, ölünce içinde yuvalandığı bedeni de öldürmesinden kurtulamıyorum. Yaşayan biz miyiz, yoksa kan mı, bilemiyorum.

.. Başkalarını yaralarız, çünkü o yarayı açanın artık hep hatırlanacağını biliriz. İster bedende, ister ruhta diye eklemeye gerek bile görmüyorum şimdi. Şimdi eyleme geçme ve kaçma zamanı...

... Varlık ancak, bize gömülmüş başkalarının seslerinden, bizde yaşayan diğerlerinden ibaret olan vicdanın kötüleyen tüketici sesinden kurtulmakla mümkün.

... Kırılan her taş parçası tamiri mümkün olmayan bir durum yaratıyordu...

...Hayatta kalmak için bir oyun bahçesine gereksinim vardır.

...En kötüsü. Meğer hayatın o iğrenç sesi içimdeymiş. Susturmak için onca çaba sarf ettiğim yaşam, meğer bizzat benimle birlikte, kalbimde gömülü yaşıyormuş. Her zamanki gibi budalaca kendinden emin, her zaman haklı olduğuna inanarak ve kaslarla gönenerek, tıpkı bir hayvan, içgüdüleriyle hazır. Bir salyangoz gibi tıpkı, kendinden asla şüphe duymuyor. Gürültüsüz bir ceviz içi gibi kendine, çatlatılamaz sandığı kendine inanıyor. Şimdi ben artık yeni bir bilme halindeyim. İnsanlara söyleyeceği...

...İnsansak, sadece yalın biçimde varlığı yaşamak imkansız. Ya daha baştan hayvan olmalı ve saydam ve geçirgen bir doğa parçası olarak yaşamalıydık, ya da bu dünya içinde, bu dünyanın insanları ve ilişkileriyle hayata bağlıyız. Zincirlerle ve bir yığın insan şeyiyle...

... Ölmek demek, kurtulmak ve dünyanın tamamen dışına çıkmak değildir.

Share/Save/Bookmark