Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Tolstoy İtiraflarım VI...

Hayata ilişkin sorularıma cevap arayışlarımda ormanda kaybolmuş bir adamın hissedebileceklerini hissettim. Adam orman içinde bir açıklığa varır, bir ağaca tırmanır ve göz alabildiğine bir mesafeyi tarar, ama evinin baktığı yerlerde olmadığını ve olamayacağını görür. Sonra tekrar karanlık ormanın içine girer ve karanlığı görür, ama evi orada da değildir.

Ben de o adam gibi, insan bilgisinden oluşan o ormanda, bana apaçık ufuklar gösteren, ama bu ufukları evimin olmadığı bir yönde gösteren matematiksel ve deneysel bilimin pırıltıları arasında dolaştım. Soyut bilimlerin derinlere gittikçe adamakıllı içine battığım karanlıkların içinde de dolaştım ve en sonunda burada da bir çıkış olmadığına ve olamayacağına ikna oldum.

Şunu anladım ki, kendimi bilginin parlak alanına teslim ederek sadece dikkatimi sorudan başka bir yere kaydırıyordum. Önümde açılan ufuklar ne kadar cezbedici bir açıklıkta olsalar da, o bahsettiğim bilimlerin sonsuz enginliğine dalmak ne kadar cazip olsa da şunu çoktan anlamıştım ki, bu bilimler ne kadar kesin olurlarsa benim ihtiyacımı karşılamaktan ve soruma yanıt vermekten o denli uzak oluyorlardı .

Kendi kendime şöyle dedim: "Bilimin ısrarla keşfetmeye çalıştığı şeyin ne olduğunu biliyorum, ama bilimin izlediği yolda hayatın anlamına ilişkin soruya yanıt yok." Soyut alanla ilgili olarak da şunu anlamıştım: Bilimin doğrudan amacının benim soruma cevap vermek olmasına rağmen ya da cevap vermek olduğu için ortada benim kendimin çoktan verdiği cevaptan başkası yoktu: "Hayatımın anlamı nedir?" "Böyle bir anlam yoktur." ya da ''Yaşamamdan ne çıkacak?" "Hiçbir şey" ya da "Var olan her şey niçin var ve ben niçin varım?" "Çünkü var."

İnsan bilgisinin bu bir alanını araştırırken araştırmadığım konular hakkında sayısız kesin yanıtlar aldım: Yıldızların kimyasal bileşenleri hakkında, güneşin Herkül takımyıldızına doğru olan hareketi hakkında, türlerin ve insanın ortaya çıkışı hakkında ve de eterin ölçülemeyen sonsuz derecede küçük parçacıkları hakkında. Ancak bu bilgi alanında "Hayatımın anlamı nedir?" sorusuna alabildiğim tek yanıt şuydu: "Sen 'hayatım' dediğin şeysin, sen parçacıkların rastlantı sonucu bir araya gelmesinden oluşan geçici bir şeysin. Bu parçacıkların karşılıklı etkileşimleri ve değişimleri sende 'hayatım' dediğin şeyi oluşturmaktadır. Parçacıklar bir süre daha bir arada kalacak, sonra bunlar arasındaki etkileşim duracak ve senin 'hayat' dediğin şeyin de, sorularının da bir sonu gelmiş olacak. Sen rastlantısal olarak bir şeyin küçük bir parçasısın. O küçük parça mayalanmakta. Küçük parça bu mayalanmaya 'hayat' adını veriyor. Parça bütünden kopacak, mayalanma ve de bütün sorular son bulacak." Bilimin aydınlık alanı bu şekilde yanıt veriyor. İlkelerine sıkı sıkıya bağlı kaldığı müddetçe de başka türlü yanıt vermesi mümkün değildir.

Kişi böyle bir yanıtın yanıt olmadığını görebilir. Ben hayatımın anlamını bilmek istiyorum, ama benim hayatımın sonsuzluğun bir parçası olması ona bir anlam vermek şöyle dursun, mümkün olan her türlü anlamı da ortadan kaldırıyor. Deneysel, kesin bilimin hayatın anlamının gelişimde ve gelişimle olan işbirliğinde yattığını söyleyerek soyut bilimle yaptığı belli belirsiz uzlaşı da kesinlik ifade etmemesi ve belirsiz oluşu yüzünden bir yanıt olarak düşünülemez.

Bilimin öbür alanı - soyut alan - kendi ilkelerine sıkıca bağlı kaldığı sürece hep aynı şekilde aynı yanıtı veriyor, daima aynı yanıtı vermekte ve tarih boyunca da aynı yanıtı verdi: "Evren sonsuz bir şeydir Ve akıl almaz bir 'bütünün' akıl almaz bir parçasıdır." Tekrardan, soyut ve deneysel bilimler arasındaki hukuk, siyaset ve tarih gibi yarı-bilimlerin safrasını (atılacak ağırlığını) tedarik eden bütün o uzlaşıları tartışmanın dışında bırakıyorum. Bu yarı-bilimlerde gelişim ve ilerleme kavramları gene hatalı bir şekilde ortaya konmaktadır, şu farkla ki, öncekinde var olan her şeyin gelişimi ele alınırken, şimdi insanlığın var oluşunun gelişimi ele alınmaktadır. Hata öncekinde olduğu gibi gene vardır: Sonsuzluk içerisinde gelişimin ve ilerlemenin hiçbir amacı ya da doğrultusu olamaz. Benim sorduğum soru dikkate alındığında ortada verilmiş hiçbir cevap yoktur .

Gerçek soyut bilimde, yani filozofun asıl soruyu hep gözünün önünde bulundurduğu gerçek felsefede - Schopenhauer'un "Profesörlere özgü felsefe" diye adlandırdığı, var olan bütün olguları yeni felsefi kategoriler içerisinde sınıflandırmaya ve bu olgulara yeni adlar vermeye yarayan felsefede değil - verilen yanıt hep aynıdır; bu, Sokrat'ın, Schopenhauer'un, Süleyman'ın ve Buda'nın verdikleri yanıttır.

"Hayattan uzaklaştığımız ölçüde hakikate yaklaşırız." diyordu Sokrat ölüme hazırlanırken. "Biz, hakikate aşık olanlar, hayatta ne için çabalarız? Kendimizi bedenden ve onun yol açtığı bütün kötülüklerden kurtarmak için! O halde ölüm bize geldiğinde nasıl mutlu olmayalım?"

"Bilge kişi bütün hayatı boyunca ölümü arar durur. Bu yüzden de ölüm ona korkunç gelmez."

Schopenhauer da şöyle der:

"Evreni oluşturan en derindeki özün 'irade' olduğunu ve evrendeki bütün olguların - doğanın belirsiz güçlerinin bilinçsizce işleyişinden tutun da insanoğlunun tamamen bilinçli eylemlerine kadar - bu iradenin sadece somut karşılığı olduğunu kabu1 ettiğimizde, şu sonuca varmamız kaçınılmazdır. O iradenin kendi isteğiyle var oluşu terk etmesi ve kendi kendisini ortadan kaldırmasıyla birlikte bütün o olgular, evrenin içinde var olduğu o nesnelliğin bütün aşamalarında amaçsızca ve dur durak demeden gerçekleştirilen o aralıksız çaba ve uğraş da ortadan kalkar; arkadan gelen yaşam biçimlerinin çeşitliliği, bu biçimlerle birlikte iradenin bütün göstergeleri, en evrensel biçimleri, uzay ve zaman ve nihayetinde de iradenin en temel biçimleri olan özne ve nesne de ortadan kalkacaktır. İrade olmaksızın hiçbir kavram ve evren var olamaz. Gözlerimizin önünde kesinlikle hiçbir şey kalmaz. Ancak bu yok oluşa doğru gidişe, doğamıza karşı koyan gene sadece o aynı yaşama isteğidir. Wille zum Leben. Bu, bizi ve evreni var eden şeydir. Yok oluştan bu denli korkmamız, ya da bir başka deyişle yaşamak için bu kadar büyük bir istek duymamız şu anlama gelir: Bizler bu yaşama arzumuz dışında hiçbir şeyiz ve ondan başka bir şey de tanımayız. Böyle olunca iradenin tamamen yok oluşundan geriye kalan, bizler bu iradeyle dopdolu olduğumuz için, tabii ki hiçbir şeydir. Ama öte yandan, içindeki bu irade dönüşerek kendi kendisinden vazgeçenler için de bu bizim öylesine gerçek olan evrenimiz sahip olduğu bütün o güneşleri ve samanyoluna rağmen
hiçbir şeydir."

"Hiçliğin hiçliği" der Süleyman -"hiçliğin hiçliği - her şey bir hiçtir. İnsanın güneşin altında bütün o yapıp ettiklerinden karı ne? Bir nesil yok olur gider, yerine bir başka nesil gelir. Ancak yeryüzü sonsuza dek var olmaya devam eder, geçmişte ne varsa gelecekte de olacak olan odur; bugün yapılanlar gelecekte de yapılacaktır ve güneşin altında yeni bir şey yoktur. Bakın işte bu yeni, denilebilecek bir şey var mıdır? Eski zamanlar geçip gitti. Bu bizden önceydi. Şimdi eskiye dair hiçbir anı kalmadı. Ne de bizden sonrakilerden geriye bir hatıra kalacak. Bendeniz vaiz, Kudüs'te İsrail'e kraldım. Kendimi gökyüzünün altında yapılan her şeyi bilgelikle araştırmaya adamıştım. Tanrı bu çileli görevi yerine getirmesi için insanoğluna vermişti. Güneşin altında yapılan bütün işleri gördüm, her şeyin boş olduğunu ve ruha sıkıntı verdiğini görmeyeyim mi ... Kendi yüreğimle konuştum, ona şöyle dedim: Bak işte, toplumda çok önemli bir konuma geldim, bütün Kudüs'te gelmiş geçmiş en büyük bilgeliğe eriştim. Evet yüreğimde bilgeliğe ve bilgiye dair engin bir tecrübe var. Yüreğimi bilgeliği bilmeye adadım, deliliği ve budalalığı bilmeye. Bunun da ruhuma sıkıntı verdiğini gördüm. Büyük bilgelikte büyük keder olur ve bilgisini artıran kederini de artırır.

"Kalbimden şöyle diyordum: Git şimdi, seni mutlulukla sınayacağım, eğlenmene bak. Ve de ne göreyim, bu da boş değil miymiş. Kahkaha için şöyle dedim: Bu delice bir şey. Ve mutluluk için: O ne ki? Bedenimi şarapla keyiflendirmenin yollarını yüreğimde aradım ve kalbimin kılavuzu bilgelik olduğu zamanlarda da budalalığa tutunmanın yollarını, ta ki insanoğlu için neyin iyi olduğunu, göğün altında yaşadığı günler boyunca ne yapması gerektiğini anlayana kadar .

Kendim için büyük eserler yaptırdım; kendime evler inşa ettirdim, üzüm bağları diktirdim, meyve bahçeleri yaptırdım ve her türden meyve ağacı diktirdim, gölcükler inşa ettirdim Ve o gölcüklerle ağaçların yetiştiği ormanı sulattım; kendime erkek ve kadın hizmetkarlar edindim, kendi evimde doğan hizmetkarlarım oldu, ayrıca Kudüs'te gözümün gördüğü bütün sürülerden daha büyük bir sürüye sahip oldum; kendim için gümüş, altın ve başka krallar ile eyaletlerden özel hazineler toplattım; erkek ve kadın şarkıcılar getirttim ve insanoğlunun tadabileceği bütün zevkleri, müzikli eğlenceleri, hepsini tattım. Muhteşemdim ve Kudüs'te gözümün gördüğü bütün herkesten daha zengindim. Ayrıca bilgeliğim de beni terk etmemişti. Gözlerimin görüp arzuladığı hiçbir şeyden kendimi yoksun bırakmıyordum. Gönlümden hiçbir mutluluğu esirgemiyordum ... Sonra ellerimin yapmış olduğu bütün o işlere baktım, emek harcayarak meydana getirdiğim eserlere, bir de ne göreyim, yaptığım her iş boştu ve ruhuma sıkıntı veriyordu. Yeryüzünde onlardan elde edeceğim bir kazanç yoktu. Ve dönüp bilgeliğe, deliliğe ve budalalığa baktım. Bunun herkesin başına gelebileceğini anladım. Sonra kalbimden şöyle dedim: Bu, aptalların başına geldiği gibi benim de başıma geldi, o halde ben neden herkesten daha bilge olayım ki? Sonra kalbimden dedim ki, bunun da bir anlamı yok. çünkü bilgeler aptallardan sonsuza kadar daha fazla hatırlanacaklar diye bir şey yok; gelecek günlerde olacak ne varsa hepsinin de unutulacaklarını görebiliyordum. Ya bilge adam nasıl can verir? Aptal adam nasıl can verirse öyle. Bu yüzden yaşamaktan nefret etmeye başladım. çünkü yeryüzünde yapılan bütün o işler bana çok büyük bir acı veriyordu. çünkü her iş boştu ve ruha sıkıntı veriyordu. Evet, yeryüzünde yaptığım bütün o işlerden nefret ediyordum. çünkü her şeyi benden sonra gelecek olanlara bırakmak zorunda olduğumu görebiliyordum. İnsanın güneşin altında o kadar çabalaması sonucunda, onca emeğinin karşısında eline ne geçiyordu? Her günü. keder, her işi üzüntüydü. Evet, geceleyin bile kalbi huzur bulmuyordu. Bunun da bir anlamı yoktu. İnsanoğluna çalıştığıyla yeme, içme ve ruhunu neşelendirme güvencesi bağışlanmamıştır ... Her şey herkese aynı yollardan gelir. Erdemli olan ve ruhunda kötülük besleyen, iyi ya da kötü, temiz ya da pis, fedakarlık yapan ya da yapmayan herkes için aynı durum söz konusudur; iyi neyse günahkar da odur, küfreden neyse küfretmekten korkan da odur. Yeryüzünde yapılan her şeyde bu kötülük -yani herkes için aynı şeyin söz konusu olması- vardır. Evet, ayrıca insanoğlunun kalbi de kötülük doludur ve yaşarken kalbinde de delilik vardır. Sonra da ölür gider. Yaşayanlar arasında olan için umut vardır. Çünkü canlı bir köpek ölü bir aslandan daha iyidir. Çünkü yaşayanlar öleceklerini bilirler, ama ölüler hiçbir şey bilemezler, onlar artık ödül de alamazlar. çünkü hatıraları unutulmuştur; sevgileri, nefretleri, kıskançlıkları da artık yoktur. Ne de sonsuza kadar, yeryüzünde yapılan bir işten pay alabilirler."

Süleyman ya da bu sözleri her kim yazdıysa işte böyle söylüyordu .

Hint bilgeliği de Şöyle der:

Kendisinden hastalık, yaşlılık ve ölümle ilgili tüm gerçeklerin gizlendiği Sakya Muni adındaki genç ve mutlu bir mihrace arabasıyla gezintiye çıktı" ve dişsiz, ağzından salyalar akan, korkunç görünüşlü, yaşlı bir adam gördü. Kendisinden o yaşa kadar yaşlılıkla ilgili her şey gizlenmiş olan mihrace şaşırdı ve sürücüsüne o adamın kim olduğunu ve öyle perişan ve iğrenç bir duruma nasıl geldiğini sordu. Bunun bütün insanların kaderi olduğunu ve aynı sonun kaçınılmaz bir şekilde kendisini de beklediğini öğrendiğinde genç mihrace gezintiye daha fazla devam edemedi ve saraya geri dönmek için emir verdi. Bu hakikat üzerine düşünmek istiyordu. Kendisini bir odaya kapattı ve düşünmeye başladı. Büyük olasılıkla kendisini teselli etmenin bir yolunu buldu Ve arkasından kendisini neşeli ve mutlu hissederek tekrar gezintiye çıktı. Bu sefer hasta bir adam gördü. Gördüğü adam bir deri bir kemik kalmış, beti benzi atmış, sürekli titreyen ve gözleri bulanık biriydi. Kendisinden hastalıkla ilgili gerçekler gizlenmiş olan mihrace durup bunun ne olduğunu sordu. Bunun hastalık olduğunu, herkesin başına gelebileceğini, sağlıklı ve mutlu bir mihrace olan kendisinin de ertesi gün hastalanabileceğini öğrendiğinde de gene neşesi kaçtı Ve saraya geri dönmek için tekrar emir verdi. Tekrar bir teselli aradı Ve aradığı teselliyi büyük olasılıkla buldu ki hoşça vakit geçirmek için üçüncü kez gezintiye çıktı. Ancak bu üçüncü seferde başka bir manzarayla karşılaştı. İnsanlar bir şey taşıyorlardı. "O nedir?" "Ölü bir adam." "Ölü bir adam ne demek? Ölü ne demek?" diye sordu mihrace. Ona ölmenin o adam gibi olmak demek olduğu anlatıldı. Mihrace cenazeye yaklaştı, üstünü açtı ve baktı. "Ona şimdi ne olacak?" diye sordu. Ona cenazenin toprağa gömüleceği söylendi. "Niçin?" "Çünkü bir daha hayata dönemeyeceği muhakkak, sadece kokacak ve kurtlanacak." "Bu da tüm insanların kaderi mi? Aynı şey benim de başıma gelecek mi? Beni de gömecekler mi? Ben de kokacak mıyım? Beni de kurtlar yiyecek mi?" "Evet." "Saraya! Bir daha eğlenmek için gezintiye çıkmayacağım, bir daha asla bu maksatla saraydan dışarı çıkmayacağım!"

Ve Sakya Muni hayattan hiçbir teselli bulamadı ve hayatın kötülüklerin başı olduğuna karar verdi. Ruhunun bütün gücünü kendisini ve başkalarını bu hayattan kurtarmaya adadı. Öyle ki, ölümden sonra bile artık yeni bir hayat olmayacak, böyle bir hayat daha kök salmadan yok edilecekti.İşte Hint bilgeliği böyle söylüyor.

İnsan bilgeliğinin var oluşa ilişkin verdiği doğrudan yanıtlar işte bunlar.

"Tendeki hayat büyük bir kötülük ve yalandan ibarettir. Bu yüzden bu hayatın ortadan kaldırılması bir nimettir ve bizim arzu etmemiz gereken bir şeydir." der Sokrat.

"Hayat olmaması gereken şeydir - bir kötülük; ve de hiçliğe giden geçit, hayatta iyi olan tek şeydir." der Schopenhauer.

"Yeryüzünde ne varsa -budalalık ve bilgelik, zenginlik ve fakirlik, mutluluk ve keder- anlamsızdır ve boştur. İnsan yok olur ve kendisinden geriye bir şey kalmaz. Ve bunun bir mantığı yoktur." der Süleyman.

"İnsanın, acı çekmenin, güçten düşmenin, yaşlılığın ve ölümün kaçınılmazlığının bilincinde olarak yaşaması mümkün değildir. Kendimizi hayattan kurtarmalıyız, olası her türlü hayattan." der Buda .

Bu güçlü beyinlerin söyledikleri milyonlarca ama milyonlarca insan tarafından da düşünüldü ve dile getirildi. Bunlan ben de düşündüm ve hissettim.

Böylelikle bilimler arasında yaptığım gezinti beni ümitsizlikten kurtarmak şöyle dursun, var olan ümitsizliğimi daha da güçlendirmişti. Bilginin bir türü var oluş sorusuna bir cevap getirmiyordu; öbür türü ise soruya verdiği dğrudan yanıtla benim varmış olduğum sonucun bir hatanın ya da hastalıklı bir kafanın meyvesi olmadığını, tam tersine benim doğru düşünmüş olduğumu ve düşüncelerimin insan aklının en güçlülerinin varmış oldukları sonuçlarla çakıştığını göstererek içinde bulunduğum çaresizliği onaylamış oluyordu.

İnsanın kendisini aldatmasının bir faydası yok. Her şey boş! Mutlu kişi henüz doğmamış olandır. Hayattansa ölüm daha iyidir ve insan kendisini bu hayattan kurtarmalıdır.

Lev Nikolayeviç Tolstoy/İtiraflarım VI...

Share/Save/Bookmark