Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Tolstoy İtiraflarım VII...

Bilimde bir açıklama bulamadığım için o açıklamayı etrafımdaki insanlar arasında bulmak umuduyla hayatın içinde aramaya başladım. Böylelikle etrafımdaki -benim gibi- insanların nasıl yaşadıklarını, beni ümitsizliğe sürükleyen soruya karşı tutumlarının ne olduğunu gözlemlemeye başladım .

Eğitim düzeyi ve yaşam biçimi olarak benimle aynı konumda olan insanlar arasında bu1duklarım şöyleydi:

Şunu keşfettim ki benim muhitimdeki insanlar için içinde bulunduğum korkunç durumdan kurtulmanın dört yolu vardı.

Yollardan ilki cehaletti. Bu, yaşamın kötülük ve saçmalıktan ibaret olduğunu bilmemek ve anlamamaktan oluşuyor. Bu tür insanlar -çoğunlukla kadınlar ya da çok genç ve kalın kafalı insanlar Schopenhauer'in, Süleyman'ın ve Buda'nın karşı karşıya kaldıkları var oluş sorununun ne olduğunu henüz anlamamışlardır. Onlar kendilerini bekleyen ejderhayı ve asılı oldukları çalıyı kemiren fareleri görmemekte ve bal damlalarını yalamaktadırlar. Ancak o bal damlalarını yalnızca bir süre yalarlar; bir şey dikkatlerini ejderhaya ve farelere çekecek ve bal yalamaları son bulacaktır. Onlardan öğrenebileceğim hiçbir şey yoktu. İnsan iyi bildiği bir şeyi asla unutmaz.

İkinci çıkış yolu Epikürcülüktü. Bu, yaşamın çaresizliği bilindiği halde insanın sahip olduğu olanaklardan en iyi şekilde yararlanarak ejderhaya ve farelere gözünü kapaması ve balı en iyi şekilde yalaması demektir, özellikle de uzanabileceği yerde bal çoksa. Süleyman bu çıkış yolunu şöyle ifade eder: "Sonra mutluluğu övdüm, çünkü insanoğlunun yeryüzünde yapabileceği en iyi şey yemek, içmek ve mutlu olmaktır. Ve bunlar ona yaşadığı günler boyunca eşlik etmelidir, Tanrının yeryüzünde ona verdiği yaşamı boyunca."

"Bu yüzden ekmeğinizi mutlulukla yeyin ve şarabınızı neşeli bir yürekle için... Sevgili karınızla fani hayatınızın bütün günlerini mutlu yaşayın çünkü bu, hayattan ve yeryüzündeki yapıp ettiklerinizden payınıza düşendir. Eliniz yapmak için hangi işi bulursa, onu var gücünüzle yapın, çünkü gidecek olduğunuz mezarda ne bir iş, ne bir araç, ne bilgi, ne de bilgelik vardır."

Bizim çevremizdeki insanların çoğunluğu işte bu şekilde hayatı kendileri için yaşanılır kılmaktadır. Onların içinde bulundukları şartlar onlara sıkıntıdan çok refah getirmekte ve ahlaki yönden kalın kafalı oluşları da kendilerine üstün konumlarının rastlantısal olduğunu, herkesin Süleyman gibi bin tane karısının ve saraylarının olamayacağını, bin karısı olan her bir kişi için bir tane karısı olmayan bin kişi olduğunu, her bir saray için onu alınlarından terler damlayarak inşa etmek zorunda olan bin kişi olduğunu ve beni bugün Süleyman yapan talihin yarın Süleyman'ın kölesi yapabileceğini unutturabilmektedir. Bu insanların hayal güçlerinin kıtlığı onların Buda'yı sürekli huzursuz eden o şeyleri bugün ya da yarın, bütün zevkleri yok edecek olan hastalığın, yaşlılığın ve ölümün kaçınılmazlığını- unutabilmelerini sağlamaktadır.

Günümüz insanının çoğunluğunu ve yaşam biçimlerimizi bir düşünelim. Bu insanların bazılarının düşüncelerinin ve hayal güçlerinin darlığının pozitif düşünce dedikleri bir felsefe olduğunu söyleseler de bu, onları benim gözümde, o soruyu görmezden gelmek için balı yalayanların mertebesinden başka bir yere koymaz. Ben bu insanlar gibi davranamazdım, onların hayal güçlerinin kıtlığı bende olmadığı için böyle bir darlığı kendimde yapay olarak oluşturamazdım. Gözlerimi ejderhadan ve farelerden başka bir yana çeviremezdim, kaldı ki yaşama bağlı hiçbir kimse de bir kez onları gördükten sonra gözlerini başka bir yana çeviremezdi.

Üçüncü kaçış güç ve enerji yoluyladır. Bu, insanın hayatın kötü ve saçma olduğunu anlamasıyla birlikte onu yok etmesi demektir. Olağan dışı bir şekilde güçlü ve tutarlı olan insanlar böyle hareket ederler. Kendilerine aptalca bir şaka oynandığını, ölmenin yaşamaktan daha iyi olduğunu ve hiç var olmamanın en iyisi olduğunu anlayan bu insanlar gereği neyse onu yapar ve derhal bu aptal şakaya bir son verir. Bunun için yollar da vardır: Boynun etrafına geçirilen bir ip, su, kalbe saplanan bir bıçak ya da raylardan geçmekte olan bir tren. Bizim çevremizden bu şekilde hareket edenlerin sayısı gitgide artmakta ve bu insanlar bunu çoğunlukla zekalarının en kıvrak olduğu ve aklı zayıflatan bazı alışkanlıkların henüz edinilmediği, hayatlarının o en güzel döneminde yapmaktadırlar. En saygın kaçış yolunun bu olduğunu anladım ve bu yolu seçmek istedim.

Dördüncü yol ise zayıfların yoluydu. Hakikati görmek ama yaşamdan bir şey çıkamayacağını önceden bile bile, gene de hayata sarılmaktı bu yol. Bu tür insanlar ölümün yaşamaktan daha iyi olduğunu bilirler, ama akılcı hareket edebilecek gücü - aldatmacaya bir an önce son verip kendilerini öldürme gücünü - kendilerinde bulamadıkları için bir şeyleri bekler gibi bir halleri vardır. Bu, zayıflara özgü bir kaçıştır, çünkü eğer neyin en iyi olduğunu biliyorsam ve de bu şeyin benim gücüm dahilinde olduğunu biliyorsam, o halde o en iyi olana neden teslim olmayayım?. Kendimin bu kategori içinde olduğunu anladım.

Evet, benim sınıfımdaki insanlar bu yaman çelişkiyi dört yolla görmezden geliyorlardı. Dikkatimi ne kadar zorladıysam da bu dördünden başka bir yol göremedim. Yollardan biri yaşamın anlamsız, boş ve kötü olduğunu ve yaşamamanın daha iyi olduğunu anlamamaktı. Gözlerimi bir kez bu gerçeğe kapayamayacağımı anladığım zaman bu gerçeği bilmezlikten gelemezdim. İkinci yol geleceği düşünmeden hayatın nimetlerinden olduğu gibi yararlanmaya bakmaktı. Ben bunu yapamazdım. Sakya Muni gibi ben de yaşlılığın, acının ve ölümün var olduğunu bile bile gezintiye çıkamazdım. Hayal gücüm çok kuvvetliydi. Ne de talibin yaşamıma zevk katan anlık rastlantılarına sevinebilirdim. Üçüncü yol yaşamın kötü ve aptalca olduğunu anlayarak kendini öldürmek yoluyla var oluşa son vermekti Dördüncü yol ise Süleyman ve Schopenhauer gibi yaşamak yaşamın bize oynanan kötü bir şaka olduğunu bildiği halde yaşamaya; yıkanmaya, giyinmeye, yemek yemeye, konuşmaya ve hatta kitap yazmaya devam etmekti. Bu durum bana tiksindirici ve ıstırap verici geliyordu. Ama bu konumda kalmaya devam ettim .

Şimdi anlıyorum ki şayet kendimi öldürmediysem bu, fikirlerimin geçersiz olduğuna ilişkin belli belirsiz bir bilinçlilikten kaynaklanıyordu. Kendi düşünce zincirim ve bize hayatın anlamsızlığını kabul ettiren o bilgelerin düşünce zincirleri her ne kadar bana ikna edici ve şüphe götürmez gelseler de, içimde, varmış olduğum sonucun doğruluğuna ilişkin ufak da olsa bir şüphe kalmıştı.

Şüphem şöyleydi: Ben, yani benim aklım, hayatın anlamsız olduğunu kabul etti. Eğer akıldan üstün bir şey yoksa (ki yok, olduğunu kimse kanıtlayamaz), bu durumda benim için yaşamın yaratıcısı akıldır. Akıl var olmamış olsaydı, benim için yaşam diye bir şey olmayacaktı. O halde yaşamın var edicisi akılken, akıl nasıl olur da yaşamı geri çevirebilir? Ya da başka bir şekilde söyleyecek olursak: yaşam olmasaydı, aklım olmayacaktı, bu yüzden akıl yaşamın oğludur. Yaşam her şeydir. Akıl onun meyvesidir, ne var ki akıl yaşamın kendisini reddetmektedir! Bu noktada bir şeylerin yanlış olduğunu hissettim.

"Hayat," dedim kendime, "Anlamsız bir kötülükten ibaret, bu kesin. Ancak bugüne kadar yaşadım ve hala da yaşıyorum, bütün insanlık da bundan önce yaşadı ve bugün de yaşamaya devam ediyor. Bu nasıl oluyor? İnsanlık niçin var oldu, var olmamak mümkünken. Hayatın anlamsız ve kötü olduğunu anlayacak kadar akıllı bir tek ben ile Schopenhauer mu var?"

Yaşamın anlamsızlığını ortaya koyacak şekilde akıl yürütmek hiç de zor değil. Bu en sıradan insanın bile aşina olduğu bir şey. Gene de bu sıradan insanlar bu zamana kadar yaşamlarını sürdürdüler ve hala da sürdürmekteler. Nasıl oluyor da bunların hepsi var oluşun akla yatkın bir şey olup olmadığına hiç kafa yormadan yaşayabiliyorlar?

Bilgelerin bilgeliklerince doğrulanan bilgim bana şunu göstermiştir ki yeryüzündeki her şey - canlı ya da cansız - olabilecek en akıllıca bir şekilde yerleştirilmiş - bir tek, benim kendi konumum aptalca. Ve o aptallar - o muazzam insan kitleleri - canlı ya da cansız her şeyin yeryüzünde nasıl konumlandırıldığı hakkında en ufak bir fikre bile sahip değiller, ama yaşamaya devam ediyorlar ve sanıyorlar ki kendi yaşamları çok akıllıca konumlandırılmış!..

Aklıma birden şu geldi: "Ya hala bilmediğim bir şey varsa? Cehalet de aynısını yapar; cehalet de hep aynen benim dediklerimi der. Bir şeyi bilmediğinde bilmediği o şeyin aptalca olduğunu söyler. Gerçekten de öyle gözüküyor ki, sanki hayatlarının anlamını anlamış gibi -çünkü anlamadan yaşayamazlardı- yaşamış ve yaşamakta olan bir insanlık var. Ben de diyorum ki bütün bu var oluş anlamsız ve ben yaşayamam."

"Hiçbir şey bizi intihar yoluyla var oluşu reddetmekten alıkoyamaz. Pekala o halde öldürün kendinizi, irdelemekten kurtulursunuz. Yaşamak sizi mutsuz ediyorsa öldürün kendinizi! Yaşıyorsunuz, ama yaşamın anlamını anlayamıyorsunuz - o halde anlamadığınızı söyleyerek ve yazarak vakit harcayacağınıza sona erdirin yaşamınızı.

İnsanların mutlu oldukları ve ne yaptıklarını bildikleri bir topluluğa girdiniz, şayet bunu sıkıcı ve itici buluyorsanız, gidin uzaklaşın!"

Gerçekten de, intiharın şart olduğuna kani olup da intihar etme kararı almayan bizler, boyalı bir yosma karşısında eli ayağına dolaşır gibi aptallığından ortalığı telaşa veren, insanların en zayıfı, en tutarsızı, ya da daha açıkça söyleyecek olursak, en aptalı değil de neyiz? çünkü, ne kadar şüphe götürmez olursa olsun, bilgeliğimiz bize var oluşun anlamına ilişkin bilgiyi vermemiştir. Ancak yaşamlarını sürdüren bütün insanlık -milyonlarca insan- yaşamın anlamından şüpheye düşmemektedirler.

Gerçekten de, yaşamın oluştuğu, hakkında hiçbir şey bilmediğim en eski zamanlardan beri insanlar benim görebildiğim yaşamın o anlamsızlığının farkında olarak yaşaya geldiler ve gene de yaşama bir takım anlamlar atfettiler. İnsanoğlu var olduğu ilk günden beri hayata bir anlam yükledi ve sürdükleri yaşam onlardan bana intikal etti. İçimde ve etrafımda olan her şey, cismani olan ya da olmayan her şey, onların hayat bilgisinin birer meyvesi. Benim tam da hayatı değerlendirmede ve mahkum etmede kullandığım düşünce araçlarının hepsi de benim tarafımdan değil, onlar tarafından icat edildi. Ben kendim bu dünyaya onların sayesinde geldim. Onların sayesinde öğrendim ve yetiştim. Demiri onlar çıkardılar, ormanları kesmeyi bize onlar öğrettiler, inekleri ve atları onlar evcilleştirdiler, tahıl ekmeyi ve birlikte yaşamayı bize onlar öğrettiler, yaşamımızı onlar düzenlediler ve bana konuşmayı ve yazmayı onlar öğrettiler. Ve onların bir ürünü olan, onlar tarafından yedirilen, içirilen. öğretilen ben, onların düşünceleri ve sözcükleriyle düşünerek bütün bunların saçmalık olduğunu savundum. "Yanlış olan bir şey var!" dedim kendime. "Bir yerlerde büyük bir hata yaptım." Ancak nerede hata yaptığımı anlamam çok zamanımı aldı.

Lev Nikolayeviç Tolstoy/İtiraflarım VII...

Share/Save/Bookmark