Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Bu Blogda Ara

Bozkırkurdu...

Oysa bizler bulduk birbirimizi
Yıldızların aydınlattığı buzunda havanın,
Ne gündüz biliriz ne saat tanırız,
Ne erkeğiz ne kadın, ne genç ne de yaşlı.
Soğuk ve değişimsizdir sonsuz varlığımız,
Soğuk ve yıldızsız sonsuz gülüşümüz.

Photo Sharing and Video Hosting at Photobucket
(.... )

İntihar eden kişiye özgü bir şey varsa, kendi ben'ini, haklı ya da haksız, doğanın pek tehlikeli, kuşkuyla bakılacak ve tehlikelere açık bir tohumu olarak duyumsaması, kendisini her türlü korunmadan uzak, her an başına bir iş gelebilecek biri gibi görmesidir; sanki bir kayanın incecik ucunda durmaktadır da, dışarıdan bir itme ya da içteki ufak bir güçsüzlük, soluğu boşlukta almasına elverecektir. Bu tip insanların kader çizgilerinin belirleyici özelliği, canına kıymanın kendileri için en olası ölüm çeşidini oluşturması, en azından kendilerinin bunu öyle bilmesidir. Hemen her vakit ilk gençlik döneminde kendini açığa vuran ve söz konusu insanlara yaşam boyu eşlik eden bu ruh durumunun önkoşulu, pek yetersiz bir yaşam gücü değildir örneğin, hatta "intihar edenler" arasında olağanüstü dayanıklılıkta, hırslı, aynı zamanda gözüpek kişilere rastlanır. Gelgelelim, en küçük bir hastalıkta ateşlenen kimseler gibi, bizim "canına kıyanlar" dediğimiz, her zaman pek içli ve duyarlı olan bu kişiler de, en küçük bir sarsıntıda ölümü yoğun olarak düşünmeye eğilim gösterirler. Salt yaşam belirtilerinin mekanizmalarıyla uğraşmayıp, insanın kendisiyle ilgilenme yürekliliğini ve sorumluluğunu gösterecek bir bilimimiz olsaydı, antropoloji gibi, psikoloji gibi bir bilimimiz, bu gerçekleri herkes bilip öğrenirdi.

Burada, intihar eden kişilere ilişkin bütün söylediklerimiz, doğal olarak, yüzeysel şeylerdir, psikolojidir, dolayısıyla biraz fiziktir. Metafizik açıdan bakıldığında ise daha değişik bir durumla karşılaşılır, daha bir açık seçiklik kazanır sorun, çünkü söz konusu açıdan bakıldı mı, "intihar edenler", bireyselleşmeden kaynaklanan suçluluk duygusuna yakalanmış kişiler olarak, kendilerini geliştirip mükemmelleştirmeyi yaşamlarının bir amacı saymayan, tersine kendi kendilerini çözüp dağıtmayı, anne'ye dönmeyi, Tanrıya dönmeyi, evrene dönmeyi amaç edinen varlıklar olarak karşımıza çıkarlar. Bu kişilerden pek çoğu gerçekten canına kıyacak güçten düpedüz yoksundur, çünkü böyle bir eylemde saklı günahı tüm derinliğiyle kavramışlardır. Ama bizim için yine de "canına kıyan" kişilerdir hepsi, çünkü yaşamın değil, ölümün onları esenliğe kavuşturacağına inanırlar hep; kendilerinden el çekmeye, kendilerini kaldırıp atmaya, kendilerini gözden çıkarıp yok etmeye hazır durumdadırlar.

Nasıl her güç bir güçsüzlüğe dönüşebilirse (hatta bazen dönüşmek zorunda kalırsa), bunun tersi olarak tipik intihar eğilimli biri de görünürdeki güçsüzlüğünü çok vakit bir güce, bir desteğe dönüştürebilir, hatta son derece sıklıkla yapar bunu. Harry' de de, Bozkırkurdu'nda da böyle bir durum söz konusudur; kendisine benzeyen binlerce kişi gibi o da, ölüme giden yolun her an önünde açık beklediği düşüncesinden yola koyularak, gençlere özgü, hüzün dolu bir hayal oyunu yaratmakla kalmamış, aynı düşünce temeli üzerinde kendisini avutacak, kendisine destek olacak bir yapı kurup çatmıştı. Kendi tipindeki bütün insanlarda olduğu gibi, her sarsıntı, her acı, yaşamın her kötü durumu, hemen ölüme başvurarak bundan yakayı sıyırma isteğini yüreğinde uyandırmışsa da, Bozkırkurdu özellikle söz konusu eğilimden yaşam için yararlı bir felsefeyi zamanla kotarmasını bilmişti. Darda kaldı mı başvuracağı bir çıkış yolunun önünde sürekli açık beklediği düşüncesiyle içli dışlı oluşu kendisine güç vermiş, bir merak duygusu kendisini acı ve sıkıntıları yaşamaya yöneltmişti. Pek tatsız durumlara düştüğü zamanlar bazen vahşi bir kıvanç, bir çeşit oh olsun duygusuyla şöyle düşünmüştü: "Bir insandaki dayanma gücünün sınırını merak ediyorum doğrusu! Baktım ki katlanılabilirliğin sınırına gelip dayandım, kapıyı açıverir, esenliğe kavuşurum." İntihar eden pek çok kişi vardır ki, bu düşünce olağanüstü güç sağlar kendilerine.

Photo Sharing and Video Hosting at Photobucket

(...)

Her ulusun, hatta tek tek her insanın uydurma politik 'suç sorunlarıyla' avunmayı bırakıp kendini sorgulaması, işlediği hatalardan, umursamazlıklarından ve kötü huylarından dolayı savaşta ve dünyanın içine düştüğü bütün sefalette ne ölçüde sorumluluk taşıdığını saptaması gerektiğini, ilerideki bir savaşı belki de önleyecek biricik yolun bu olduğunu belirttim. İşte bu açıklamalarımı bir türlü bağışlamıyorlar, çünkü kendilerini hiç mi hiç suçlu gördükleri yok: İmparator, generaller, dev sanayiciler, politikacılar, gazeteler suçsuz tümüyle, kimse kendisine en ufak bir toz kondurmuyor, kimse herhangi bir şekilde suçlu değil, dünyada her şey güllük gülistanlık, yalnızca birkaç milyon insan toprak altında yatıyor, o kadar. Bak Hermine, böyle aşağılayıcı yazılar beni artık kızdırmıyorsa da hüzünlendiriyor bazen. Yurttaşlarımdan üçte ikisi bu tür gazeteleri okuyor, sabah ve akşam gazetelerdeki bu havayı soluyor, her Allahın günü belli doğrultuda yönlendiriliyor, uyarılıyor, kışkırtılıyor, durumdan hoşnut olmayan kötü yürekli insanlara dönüştürülmeye çalışılıyor. Bütün bu çabaların amacı da yeni bir savaş, yaşadığımız savaştan çok daha korkunç olacağı kuşku götürmeyen bir sonraki yeni savaş. Her şey açık, her şey basit duruyor ortada, buna akıl erdiremeyecek kimse düşünülemez; şöyle bir saat kadar üzerinde kafa yorsun, herkes aynı sonuca varacaktır. Gelgelelim, böyle bir zahmete katlanmak istemediğinden, kimsenin bir sonraki savaşı önlemek gibi bir niyeti yok. Milyonlarca insanın boğazlanmasına yol açacak savaştan kimse kendisini ve çocuklarını esirgemeye çalışmıyor. Bir saat kadar düşünüp taşınmak, gözlerini bir süre kendi içine çevirip dünyadaki bozuk düzende ve kötülüklerde ne ölçüde payı olduğunu araştırmak, işte buna kimse yanaşmıyor! Anlayacağın, böyle sürüp gidecek; bir sonraki savaş binler ve binlerce insan tarafından her gün harıl harıl hazırlanmakta.

Photo Sharing and Video Hosting at Photobucket

(...)
"O zamanlar, ne yalan söyleyeyim, pek mutsuzdum. Ama aptalca bir mutsuzluktu bu, kısır bir mutsuzluk."

"Neden?"

"Çünkü aptalca olmasaydı, ölümden o kadar korkmam gerekmezdi, oysa gerçekte özlediğim şeydi Ölüm! Benim gereksindiğim, benim aradığım bir başka mutsuzluktur; tutkuyla acı çekmemi ve hazla Ölmemi sağlayacak bir mutsuzluk. Benim istediğim böyle bir mutsuzluk ya da mutluluktur işte."

"Seni anlıyorum. Bu bakımdan seninle kardeşiz. İyi ama şu sıra Maria sayesinde elde ettiğin mutluluğa neden karşısın? Niçin memnunluk duymuyorsun bundan?"

"Bu mutluluğa karşı değilim. Ah hayır, seviyorum onu, şükranla karşılıyorum. Yağmurlu bir yaz mevsiminin ortasında günlük güneşlik bir gün kadar güzel. Ama kalıcı olmadığını da hissediyorum. Bu mutluluk da kısır nitelik taşıyor. İnsanı memnun ediyor ama memnunluk bana göre değil. Bozkırkurdu'nu yıpratıyor bu mutluluk, onu doymuş biri durumuna sokuyor, ama uğrunda ölmeye değer bir mutluluk olmaktan uzak."

"İlle ölmek gerekiyor yani."

Photo Sharing and Video Hosting at Photobucket


(...)

Zaman ve dünya, para ve güç, küçük ve sığ insanların elinde bulunacak her zaman, asıl insanların elinde ise hiçbir şey. Yalnızca ölüm.

"Hepsi o kadar mı?" "Hayır, ölümsüzlük ayrıca."

"İsmin ölümsüzlüğü mü söylemek istediğin, insanın kendisi bu dünyadan göçtükten sonra geride kalacak ünü mü?"

"Hayır kurtçuğum, demek istediğim ün değil. Ünün ne değeri var? Hem sanıyor musun, gerçek ve kusursuz insanların hepsi üne kavuşmuş, sonradan gelen kuşaklarca tanınıp bilinmiştir?"

"Hayır, elbette değil."

"Yani ün değil söylemek istediğim. Ün sadece eğitim için vardır, okul öğretmenlerini ilgilendirir. Yo, ün değil söylemek istediğim, yo hayır! Ölümsüzlük diye nitelediğim şey. Dini bütün kişiler Tanrının Ülkesi derler buna. Benim düşünceme göre, bizim gibiler, başkalarından bir fazla boyutla donatılmış bizim gibi iddialı, bizim gibi içi özlem dolu insanlar, bu dünyadaki hava dışında soluyacakları bir başka hava, zaman dışında ayrıca sonsuzluk olmadı mı asla yaşayamazlar; bu sonsuzluk da gerçeğin ülkesidir işte. Mozart'ın müziği ve senin büyük yazarlarının yapıtları da bunun içinde, kerametler gösteren, idealleri uğruna can veren ve insanlık için yüce örnekler oluşturan ermişler de bunun içindedir. Ama her gerçek eğilim, her gerçek duygu da, isterse kimsenin bunlardan haberi olmasın, kimse bunları görüp bir kenara kaydederek gelecek kuşaklar için saklamasın, bu sonsuzluk kapsamına girer. Sonsuzluk içinde sonraki kuşaklar diye bir şeyden söz açılamaz, birlikte yaşamalar vardır sadece."

"Haklısın," dedim.

Hermine, "Dindarlar," diye sürdürdü konuşmasını düşünceli düşünceli, "söz konusu gerçeği herkesten iyi bilen kişilerdi; bu yüzden ermişler çıktı aralarından, 'ermişler topluluğu' denen topluluğu çıkardılar ortaya. Gerçek insanlardır ermişler, İsa'nın kardeşleridir. Bizler, bütün iyi işlerimiz, bütün yiğitçe düşüncelerimiz, bütün sevgilerimizle hayat boyu onların yolunda yürürüz. Ermişler topluluğunu eskiden ressamlar altın bir gökyüzü içinde betimlemişlerdi, görkemli, güzel ve barışçıl. Benim daha önce 'sonsuzluk' dediğim şeyden başkası değildir bu topluluk. Zamanın ve görüngüler dünyasının ötesindeki ülkedir. Bizim yerimiz de işte orası, yurdumuz arasıdır, gönlümüz oraya koşuyor Bozkırkurdu, bu yüzden de ölümü özlüyoruz. Sen Goethe'ni, Novalis'ini ve Mozart'ını orada karşında bulacaksın yine, ben de kendi ermişlerimi, Christoffer'i, Nerili Philipp'i ve bütün diğerlerini. Başlangıçta koyu bir günahkar yaşamı sürmüş pek çok ermiş vardır, günah da ermişliğe götüren bir yol işlevi görebilir, günah da kötülük de. Güleceksin ama, belki dostum Pablo da gizli bir ermiştir diye düşündüğüm oluyor çokluk. Ah Harry, evimize varmamız için pek çok pislik ve saçmalık içinden bata çıka yürümemiz gerekiyor! Üstelik bize yol gösterecek kimsemiz de yok, tek kılavuzumuz yüreğimizdeki özlemdir."

Photo Sharing and Video Hosting at Photobucket


(...)

"Siz Pablo musunuz?" diye sordum.

"Ben hiç kimseyim," diye açıkladı adam nazikçe. "Bizim burada ismimiz yoktur, burada bizler bir kişilik taşımayız. Ben, bir satranç oyuncusuyum. Kişiliğin nasıl kurulacağını öğrenmek mi istiyorsunuz?"

"Evet, lütfen."

"O zaman bana sizin taşlardan birkaç düzine verir misiniz?..

"Benim taşlardan mı...?"

"Sözde kişiliğinizin dağılmasıyla oluşan taşlardan. Taşlar olmadan oynayamam çünkü."

Bunun üzerine adam yüzüme bir ayna tuttu, aynada kişisel bütünlüğümün dağılarak pek çok ben'e ayrılmış olduğunu gördüm yeniden, hatta bana sayıları daha da artmış gibi geldi. Ama ben'ler bu kez küçülmüştü, ele kolay gelecek büyüklükteydi. Adam, parmaklarının sessiz ve emin devinimleriyle içlerinden birkaç düzinesini çekip aldı ve satranç tahtasının yanı i başına koydu. Sık sık yaptığı bir konuşmayı ya da verdiği bir dersi tekrarlar gibi monoton bir sesle şöyle dedi:

"İnsanın sözde her zaman bir birlik ve bütünlüğü içerdiğine ilişkin o yanlış ve sakıncalı görüşü biliyorsunuz. Şunu da biliyorsunuz ki, insan bir yığın ruhtan, pek çok ben' den oluşur. Sözde bütünlüğünü dağıtıp parçalayarak kişiliği pek çok ben' e ayırmak delilik sayılır, bilim şizofreni diye niteler bunu. Belli bir çokluğun belli bir düzen ve gruplandırma olmaksızın denetim altına alınamayacağı düşünülürse, bilim bu tutumunda haklıdır. Ancak, pek çok alt ben'in birkezliğine, bağlayıcı, yaşam boyu varlığını koruyacak bir düzene sokulabileceği inancında da haksızdır; bilimin söz konusu yanılgısı da bazı tatsız sonuçlara yol açıyor; taşıdığı değer, olsa olsa devletçe işe alınan öğretmen ve eğiticilerin çalışmalarını basite indirgeyerek düşünme ve denemelerden kendilerini uzak tutmalarını sağlamasıdır. Söz konusu yanılgının bir diğer sonucu da, aslında şifa bulmaz derecede aklından zoru olan pek çok insana 'normal', hatta sosyal açıdan üstün kişiler gözüyle bakılması, öte yandan aslında dahi pek çok insanın kaçık sayılmasıdır. Bu yüzden, bizler bilimin kimi boşlukları içeren ruh öğretisini kişiliğin inşa sanatı kavramıyla bütünlemekte, ben'inin parçalanıp dağılması olayını yaşamış kişiye, parçaları nasıl her zaman dilediği düzen içinde yeniden bir araya toplayıp yaşam oyununda sınırsız bir çeşitlilik sağlayabileceğini öğretmekteyiz. Bir yazarın bir avuç kişiden bir oyun yazıp çıkarması gibi, dağılmış ben'imizin parçalarından yeni oyunlar, gerilimler ve sürekli değişen konumlarla yeni gruplar oluşturmaktayız. Bana bakın şimdi."

Adam, sessiz ve zeki parmaklarıyla benim ben'in parçalarını çekip aldı önüne; bütün yaşlıları, gençleri, çocukları, kadınları, neşeli ve üzgün, güçlü ve narin, çevik ve hantal bütün parçaları önünde topladı, onları hemen satranç tahtası üzerinde düzene sokup bir oyun kurdu; oyunda ben'imin parçaları hemen aralarında değişik gruplar, değişik aileler oluşturdular, oyun oynayacak ve savaşacak gruplar, birbirine dost ve düşman gruplar. Sonunda küçük çapta bir dünya çatılıp çıktı ortaya. Adam, büyülenmiş gözlerimin önünde cıvıl cıvıl, öte yandan sıkı bir düzen içindeki küçük dünyayı bir süre hareket ettirdi, oyunlar oynattı bu dünyadakilere, onları savaştırdı, ittifaklar kurdurdu, flört ettirdi birbirleriyle, evlenip çoğalmalarını sağladı. Gerçekten de içinde çok kişinin yer aldığı devingen ve heyecanlı bir seyirlik oyundu bu.

Daha sonra elini neşeyle satranç tahtası üzerinde gezdiren adam, bütün taşları usulcacık devirdi, ardından düşüncelere dalarak titiz bir sanatçı tutumuyla aynı ben parçalarından bambaşka gruplandırmalar, ilişkiler ve çatkılarla yepyeni bir oyun kurdu. Bu oyun da birincisine benziyordu, dünya aynı dünya, kullanılan malzeme aynı malzemeydi, ama modülasyonlar değişik, tempo değişikti; motifler bir başka türlü vurgulanmış, konumlar bir başka türlü sergilenmişti.

Bu zeki mimar, her biri kendi ben'imin bir parçası olan figürlerden art arda yeni oyunlar kurmuştu; hepsi de uzaktan birbirine benzerlik gösteriyor, hepsinin yerinin de aynı dünya olduğu anlaşılıyor, hepsi de aynı kökenden çıkıp geliyordu; ama her biri de yeniydi.

Bir öğretmen edasıyla, "İşte size yaşam sanatı," dedi adam sonunda. "İleride kendiniz yaşamınızın oyununa dilediğiniz biçimi verebilir, onu dilediğiniz gibi canlandırabilir, karmaşık duruma sokabilir ve zenginleştirebilirsiniz, bu sizin elinizde. Nasıl ki delilik yüksek bir anlamda tüm bilgeliğin başlangıcıysa, şizofreni de tüm sanatın, tüm düşlerin başlangıcıdır. Hatta bilginler bile, Des Prinzen Wunderlıorn kitabında okunabileceği gibi, bunu biraz anlamış durumdadır; söz konusu kitapta bir bilginin zahmetli ve özenli çalışması, cinnet getirip akıl hastanesine kapatılmış bir grup sanatçının dahiyane katkısıyla soyluluk kazanır. Buyrun, taşlarınızı alıp cebinize sokun şimdi, oyun ileride sizi sık sık eğlendirecektir. Baktınız ki, bir figür, bir taş bugün çekilmez bir umacıya dönüştü de oyunbozanlık ediyor, ertesi gün onu ikinci derecede zararsız bir figür konumuna indirgeyebilir, bir süre başına gelmedik kötülük kalmayan zavallı ve gözde bir figürü ise bir sonraki oyunda prenses konumuna yükseltebilirsiniz. İyi eğlenceler size bayım...


Hermann Hesse/Bozkırkurdu...

Share/Save/Bookmark