Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Yağmur Getiren Fırtına...


Kırk Üç

Sana geldim tüm acılarımı yanıma alarak. Sen yaşamın darağacındaki intiharıydın mutsuzluğumun. Bunu neden yaptın. Değer miydi benim için?

Sevgilim. Küçüğüm benim.

Ah şaka olsa tüm bunlar. Hani yapardın ya acilen evden çıkmamız gereken günlerde, "Ben öldüm biliyor musun?" der, atardın kendini yere. Sonra "Bana elmalıv şekev alıvsan belki divilivim." diye devam ederdin. çırpınır dururdum başucunda. Söz verirdim şeker için. Kalkar giyinirdin. Zor yetişirdik randevumuza.

Garip bir adamdı/Mezarlığa girerken bana yerini sordu/Söyledim/Karısıymış/ Adam ünlü biri/Para durumu iyi/Neredeyse bir servet bıraktı avucuma/Ben yıllardır bu mezarlığı beklerim daha bir şeyin sahibi olamadım./Ola ola alkolik olmayı başardım/Alkolik olmayıp da ne yapacaksın/ Ayık ayık bekleyemezsin ki mezarlığı sabaha kadar/Çay götürdüm içmedi/Saatini çıkarıp uzattı bana/Bir sigara verebildim yalnızca/Acısı geçer/Bir gün çeker gider sanıyordum/Uzaktan uzağa izledim onu/Toprağında tek çöp kalmayıncaya dek temizledi/Mezar taşını parlattı çıkardığı gömleğiyle/Neyse ki şehre çok uzak burası/Yoksa polisler anlamaz acı macı götürürler adamcağızı/Konuşup durdu kendi kendine/ Ağladı/ Ağladı ...

Eskiden, iyi anımsıyorsan eğer, sana vakit ayıramadığım zamanlar çok kızardın. Şöhretim, okuyucularım arttıkça kendimize ayırdığımız vakit azalıyordu. Ama kıskançlığım öyle bir safhadaydı ki, seni en yakınınla bile konuşurken görmek umutlarımı kırıyordu. Varsa yoksa sanat ve roman. Televizyon, radyo, üniversite konuşmaları. Ne kadar da anlayışlıydın. Ama ben seni bir an yanımda görmeyince hep aklıma kötü kötü şeyler geliyordu. Yoo ... Hayır hayır, güvenmediğimden değil başkalarına güvenemiyordum. Kolay kazanmadık birbirimizi bilirsin. Büyük savaşlar verdik. Sana kadar ruhu bekar, bedeni bekar biriydim. İnanır mısın şöhreti ve parayı da ikimiz için istiyordum. N'oldu sanki. Seni benden kopardı.

Kafasını mezar taşına vurup vurup duruyordu/Kendi kendine gülüyor/Ayağa kalkıyor/Tur atıyor/Yanına uzanıyor/ Dizlerini ovalıyor/Dikkat ettim bazen beli tutuluyor/Dedim ya garip biri/Acı garipleştiriyor insanları/ Acı acizleştiriyor ...

Çelişki tanrımdı benim. Bunu sık sık tekrar ederdim sağda solda bilirsin.

Kendimi bulamıyordum. Tanımımı yapamıyordum. Kim olduğum belli değildi. En sıkı sarıldığım fikirleri küçük bir rüzgar veya olumsuzluk söküp götürüyordu. Ucuz yaşayıp pahalı ölmeyi düşlerdik her zaman. Dinle beni ne olursun. Duyduğunu biliyorum. İçimdekileri öğrendikçe korkuyordun benden. Ama bütünüyle ben değildim konuşan. Hayata karşı hep tetikteydim. Kimseye güvenemiyordum. Pasif biriydim. Suya sabuna dokunmaması için gerekli tedbirler alınmış ve gerekli nasihatler verilmiş bir neslin çocuğuydum. "Aman oğlum" diyorlardı küçükken, "Aman oğlum kimselere karışma. Fikirlerini açıklama. Kim olduğunu belli etme. İki tarafa da sus payı bırak. Ben yokum demesini öğren. Ben bilmem de. Ben karışmam filan. Aman oğlum ne ülkeni sev canını verecek kadar, ne de nefret et bölecek gibi". İşte böyle. Binlerce rengim olmalıydı benim. Net duramazdım. Biz, o nesil, işte böyle yetiştik. Gerçekten de rengini belli eden, tavrını koyan öldürüldü, hapse düştü, kurşunlara geldi. İşkence gördü. Titrek bir alev gibi süzülürdük sokaklardan. Herkesin bir sokağı vardı. Bizim olmadı. Sokaklar kodlanmıştı. Mahalleler kodlanmıştı. Gazeteler. Sanatçılar. Kitaplar. Lehçeler. Bıyıklar. Sakallar kodlanmıştı.

İnce bıyıklılar Selametçi idi. Eğer aşağıya doğru kartal kanadı gibi uzanıyorsa Milliyetçi. Dudağı kapatıyorsa Devrimci. Çember sakalı, keçi sakal, kartal bıyığı, aşağıya doğru dudağı kapatanlar öldürüyordu. Keçi sakalı kartal bıyıklar kurşuna diziyordu. Cumhuriyet, Tercüman'a gıcıktı. Tercüman, Cumhuriyete. Saz gitara, gitar saza. Cami meyhaneye, meyhane camiye. Eylem, Bozkurt'a, Bozkurt Hasan Hüseyin'e ... Bölgeler vardı kurtarılmış. Gökyüzü barut kokuyordu. Taksiden çok mavzer vardı. Evlerde aramalar yapılır, bıçaklar, keskin aletler toplanırdı. Kala kala makaslar kalmıştı. Onların burunlarını kerpenetle kırıp gidiyorlardı. Onların adı. Sıkıyönetim Makası idi.

Duyuyor musun beni, bizim makasların burnu kırıktı. Uçları kareydi. Bizim de kırıktı burunlarımız. Kalplerimiz de kırıktı. Sıkıyönetim yüreği'mizde kırıktı burunlarımız. Nasıl bir ülkeydi burası? Herkes teoride ülkeyi kurtarıyordu. Ama pratikte insanlar öldürülüyordu. Televizyonda 'Habu diyar, habu diyar, habudi, habudi, habu" diyar"ın müziği çalarken, jetler, Fı6'lar havalanır, barajlar suyunu akıtır, fabrikalar çalışır, yüzü gülen mutlu insanlar görünürdü. Gelişiyorduk. Kalkınıyorduk. İnsanlar birbirini gambazlıyor, kimse kimseden tuz bile istemiyordu. Duvarlarımız gazete sayfası gibiydi. Yazılar yazılır. Yazılar silinir. Yeniden başkası yazar. Başkası siler. KAHROLSUN FAŞİzM, DEV GENÇ, BİR TÜRK DÜNYAYA BEDELDİR. BÜYÜK FB, ALİ AYŞE'Yİ SEVİYOO'yu sıkıştırırdık. Birçoğumuz okuma yazmayı duvarlarda öğrendik. Öyle çok yeşil üniformalı vardı ki, iklimler değişecek kadar yağmur alıyorduk. Hayatta kalmak için Bukalemun olacaktık. Keçi sakalın üstünde badem bıyık. Cumhuriyet'in içinde Tercüman'ımız olacaktı. Camiden çıkıp, birahaneye girmemiz gerekiyordu. Herkes birbirine kuşkuyla bakıyordu. Televizyonda dış mihraklardan söz ediyorlardı. Ruslar sıcak denizlere girmek istiyormuş. Amerika KÜRDİSTAN için uğraşıyormuş. Yunanlılar adalara mevzilenmiş. Suriye su için savaşa hazırmış, neredeyse Eskimo'ların bizim üzerimizde hesapları var ... Bütünüyle panikte ve kuşku içinde düşmanlarımızı bekliyorduk. Kurşun yemeden bakkaldan ekmek alıp gelmek sadece çocuklara mahsustu. Ama kazayla onlardan da ölenler oluyordu. "Baba biz kimiz, kimi tutacağız." derdik. "Kimse değiliz, sakın haa." karşılığını alırdık. Biz kimse değildik. Biz tanımsız, anlamsız, hayatta kalmak için tarafsız, yani her taraftan olan tarafsız kişilerdik. .. Ne zaman bir cami bombalansa, arkasından bir meyhane bombalanıyordu. Bir kartal bıyığın öldürüldüğü yerde, ertesi gün bir keçi sakal öldürülüyordu. Hayatta kalan yalnızca bizim gibi rengini belli etmeyen, makaslarının ucu kırık, kalpleri kırık yalakalardı ...

Anlaşılması güç bir adamdı doğrusu/Mezarla konuşup duruyordu/Ama onu elimden kaçırmak istemiyordum zira onun ihtiyacı olmadığı para, benim için çok gerekliydi / Gece çay demledim / Davetime yine gelmedi / sürekli ağlıyordu / Şarabımdan uzattım / Yine geri çevirdi / Konuşmuyordu / Eliyle "yok" diyordu / Sıkılıyordu benden / Mezardan ayrılmak istemiyordu / Geceyi konuşarak, ağlayarak, mezara sarılıp uzanarak geçirdi ...

Ben de o gece uyumamak için çaba gösterdim / Çünkü her mezarlığın keyifçileri olur / Bazısı gelip mezarlıkta afyon içmeyi sever / Altın diş arayıcılarım zaten herkes bilir/Ama bir de keyifçiler vardır / Sapıktır bunlar / Bunlar var ya bunlar?Gündüz sürekli mezarlığı kontrol eder ve gelen taze öZüyü iki üç gün içinde çıkarıp cinsel ilişkide bulunurlar / Ayrıca göğsünü camla kesip mezarlıkta oturanlar vardır / Diyeceğim / korktum işte / Ona bir zarar vermesinden korktum / Beklemek gerekiyor gideceği günü / Şimdi yarası taze olduğu için sabretmek gerekir diye düşünüyordum / Hayat her zaman galip gelir sonunda / O da kendini iyi hissettiğinde gidecek sanıyordum / Mezarlık geceleri korkunçtur / Sağlıklı insan / Ayık insan sabahlayamaz burada / Doğrusu ben de merak ediyordum adamın hikayesini / Mümkün mü konuşmak / Anlatmıyor ki dinleyelim / Zaten anı çöplüğüne döndüm burada / Çok kişi tamdım ben / Aman dayı bizim mezara iyi bak diye beni paraya boğup daha sonra yıllar boyu gelmeyenleri iyi bilirim / Alçaktır insanoğlu / Vaktiyle biri vardı / Amaan boş ver / Şimdi sırası mı bunların ...

Günaydın Küçüğüm? ... Nasılsın? Bak yanındayım. Seni çok seviyorum. Ayrılmak yok bir daha. İnan bana n'olur. Yok. İyiYim ben. Nerede miydim? Sokaklarda. Neler hatırladım bir bilsen ... Ama seni çıkarmadım aklımdan. Bir an olsun unutmadım yüzünü. Benim şu kıskançlığım yok mu? Az daha ayrılacaktık sevgilim ... Seni pislik seni... Geçen gün eve uğradım biblo parçaları halen yerde. O koku da neydi öyle? Neyse yorma kendini. Uyumak istersen gideyim. Demek gitmemi istemiyorsun. Nasıl, yerin rahat mı? Ben çok rahatım, düşünme sakın. Yanındayım bak. O yaşlı
adam mı? İyi bir insana benziyor. Karnın aç mı sevgilim? Benim de çok acıktı. Bekle biraz geleceğim.

Yiyecek bir şeyler istedi benden / İki gündür yemeden duruyordu çok sevindim / Ona biraz peynir, biraz tavuk, biraz reçel ve ekmek ile ayran verdim / Birde ne göreyim / Verdiğim yiyecekleri mezarın toprağını elleriyle eşerek oraya gömdü / Manyaktı bu adam ...

Vücudum kaşınıyor. Gecenin gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Sana şarkı söyleyeyim mi? Hani benden dinlemek istediğin her zamanki şarkıyı ...

Benim böyle feryadımı duymuyor musun

Sensin benim tek tesellim anlamıyorsun

Sıkıldın mı? Tamam bırakalım öyleyse. Hey, baksana yeni bir romana başlamayı düşünüyorum. Ne dersin? İstersen anlatayım ... Peki, peki sustum. Bu sessizlik çıldırtacak beni ... ah, şarkılar dinleyici bulduğu zaman sanat eseri oluyor. Yo, yooo ... Tabii ki dinledin sen, onu demek istemedim. Bak sırtını döndün yine. Kadınları anlayamıyorum. En büyük intikamınız sırt dönmek herhalde. İntikam için hep geceyi bekler, erkeğinize sırtınızı dönersiniz. Bu hareketin evrensel olduğu kuşku götürmüyor ama kadınların hayata katılmadığı, ekonomik bağımsızlığını kazanamadığı, tüketici konumunda olduğu toplumlarda daha çok oluyor. Kala kala kadının varlığını belli edecek, koz olarak kullanacağı tek şey olan cinselliği kalıyor. Sen de çok yapardın bunu "Bana dokunma bay erkek" derdin. Bayılırdım o hareketine. Yeter artık dönüp durma öyle, toprakların dökülüyor. Hayır, hayır ağlama kızmadım sana, şaka, şakaydı inan ...

Uzaktan el işaretiyle saati sordu / Söyledim / sonra bana verdiği saatini geri iade etmek için yanına gittim / İstemedi / Günlük gazetelerden bıraktım yanına / Ben uzaklaşıncaya kadar konuşmadı. ..

Görüyor musun sevgilim, bana saat veriyor. Aptal herif. Hayatın içinde olmadıktan sonra zamanın ne önemi var. Hem zaten zaman ve yaş diye bir şey var mı? Yok.

Ölmeden evvel yaşadığın o birkaç saniye var ya? Hepsi o. Bütün insanlar yaşadığının farkına o zaman varıyor ve o kadar yaşıyor. Zaman aşkla sınırlıdır yoksa bizim olmaz. Bir de zaman; çekilmez olduğunda bizim oluyor. Bir de; acı çekerken. Şimdi acı çektiğim için zaman benim ama önemi yok.

Sonra günlük gazeteleri sesli sesli ona okudu / Şaşırıyor / Küfrediyor / Tepiniyor / Neyse / Karanlık bastı da bıraktı gazete okumayı / Bir bardak çay götürdüm içsin diye / Alıp mezara döktü onu da ...

Hey gidi koca yazar, gördün mü ölümün karşısında güzel cümleler kuramıyorsun. Ölümün acısı basitleştiriyor insanı. Eyy mezar !, Eyy toprak rahim, yeni bir hayat sun bana, bana yeni bir yaşamın kapılarını aç .. Mesafeler ... Ey iki metre derinlikte yatan kadın, neden bana ışık yılıyla milyonlarca, milyarlarca yıl uzaklardasın?

Bir hafta böyle geçti / Yemeden yaşıyordu adam / Yalvardım yakardım / Olmadı / Korkuyordum artık / Sanki onunla yaşıyordu / Ona dışarıdan besinler veriyor, gündelik olaylardan haberdar ediyordu / Onun yaşadığına inanıyordu sanki / Umudunu hiç yitirmiyordu / Ara sıra 'VODA" diyordu. VODA ... VOOOOOOODA. ..

Bir akşamüstü yüklü miktarda para verip, benden İÇYAGI ve KEÇE almamı rica etti. / Şaşırdım kaldım / Ama bu adamın isteklerini reddetmek aptallık olurdu çünkü çok parası vardı / Ancak ertesi gün alıp, gece olunca teslim edebilmiştim / Haaa ... Bir de ona malzemelerini teslim etmeye gittiğimde, mezarın toprağını yediğini gördüm????????

Toprağın içimi doldurdu. Seni taşıyorum içimde. Karnım çok ağrıyor. Başım dönüyor. VODA. .. Tatarlar ... O sokak. .. Kazım aç kapıyı. Donuyorum. Bana bunu yapmayacaktın ... Yağmur Getiren Fırtına ... Uragan ... Kurt olacaksın artık sen ... Baba ben kurt olacakmışım ... Sarışın ve mavi gözlü bir çocuktu VODA. .. Zühtü ... Samanlık. .. Toprak yemekle aşınmaz Babaanne ... Hiç dut ağacı kalmadı babaanne ... At pisliği .. · Kilise Özgürlük. .. Üşüyorum ... Tahtalar ... Yetişecek adam Battaniye istemiyorum ... Hakemin ilk başlama düdüğüyle birlikte arkadaşından aldığı topu orta sahadan geçiren Cemil, yine on sekizin içine doğru bir yılan gibi kıvrıldı nihayet... Cem il bırakma beni ... İhtilal... Burnu kırık makaslar ... Kirlendin sen Tekbıçak. .. Denizler zemzem olsa aklanamazsın sen ... Kan. Pıhtı. lçyağı ... Elif, be, te ... Haydi kurtuluşa ... Tanrım milyonlarca insan Müslüman olmak için Kaptan Kusto'nun keşfıni bekledi. .. Tanrım içyağı ve keçe. Tanrım dış yağı ve keçi .....

Koparamıyordum onu oradan / Polise haber vermek de işime gelmiyordu / İki gün daha geçti böyle / Mezarın toprağını yiyor, yiyor ve kusuyordu / Bir de saçma sapan kesik cümleler kuruyordu.

Sevgilim, seni çok özledim. N'olur sırtını dönme. Canım seni çekiyor. Sevişmeyeli çok oldu değil mi?

Gözlerime inanamıyordum. Adam, mezarın toprağından yanlara doğru döküp kol yaptı/ Altı tarafı. da ortadan ayırıp bacak oluşturdu. Sonra .. / İnanamıyorum .../ Ve temmuz sıcağında toprakta iz bırakarak sürünen bir yılan gibi dönüp durdu/Dizkapağını iki toprak parçasının arasına koymuş, elleriyle bir kadına sarılır gibi.../Ah, inanamıyorum ... / Çarpılacağız. / Donup kalmıştım / Bir adım ileriye koşabilsem / Ah bir şeyler yapmalı / Yüzünü toprağına gömdü / Hırıltılar ve ağlamalar yükseliyor. / Hayır / Kafasını ellerinin yardımıyla tamamen toprakla kapatmaya çalışıyor./ Allahım/Solucan gibi/Şimdi tüm vücudunu toprağa sokmak üzere/Aman Allahım, birileri görürse/Yoooooo, yoo .../ Hayııııırrrr ... Denizde boğulmak üzereyken son anda su yüzüne çıkan bir Yüzücü gibi toprakları savurarak sıyrıldı mezardan .../ Dizlerinin üzerinde ve kemerini çözmek üzere .. / İnanamıyorum. Nihayet dizlerimin kan dolaşımı başladı/ Kulübemden kazmayı kapıp belinin ortasına bastırıp arkadan kollarını tutarak sökmeye çalıştım/ Çarpılacağız/ Günlerdir aç susuz duran bir adama gücüm yetmiyor/Göz çukurlarındaki ıslaklıklara toprak yapışmış/Adam kimseleri görmüyor/Sökemiyorum onu/ Yüzyıllık bir çınarın kökleri gibi girmiş toprağa / Tırmık gibi saplamış parmaklarını mezara/Koparamıyorum/ Olmayacak/ İndirdim kazmayı omzuna/Hiç bağırmadan düştü toprağa/ Sürükleyerek bir dut ayağının altına götürüp pantolonunu filan giyindirdim ...

Polise gidecek oldum/Ama adamda emilecek çok para vardı/Ertesi geceye kadar uyanmadı/Bir kova su döktüm üzerine ve bekledim ...

Ah omzum ... Karnım ... Parmaklarım ... Sevgilim ... Bu sokaklardan çıkamıyorum. VODA. .. Hayır küçük. .. Yine pijamanın lastiği, hay Allah ... Suuuu ... Kalpak. .. Saatin gongu ... Tik tak ... Terlik sesleri... Muzaffer ... Hasan Amca ... Rıdvan ananı avradını. .. Kapı çalınıyoorr ... Hayır ... Hayır .
Allahu Ekber ... Kıble ne tarafta Hocam? ... Ayıplarım... Çoraplarım ... Marko, bul anneni... Heidi yapma, satma ekmekleri... Büyükbaban Heidi... Heidi Büyükbaban diyorum ... Babaanne ... Jandarmalar geliyor ... Sartre, Hayyam, Bediüzzaman, Bukowski... Dikkat et ranger . Ormanda ona ölümsüz ruh derler ... Lan sebo ... Lan Sebo... Her tarafım çorba oldu ... Yoğurt Bu asansör toplam 320 kg taşıyabilir ... Üçüncü boyut... Adem bırakma aşkını. .. Sarılın ... Matematiği sokmayın aşklarımıza ... Sürdürmeliyim koşumu ... Devlet sizlere yeşil ışık bile getirdi ... Bir de havuz ... Tamammmm ... Allah devlete millete zeval vermesin Yapma Kara Murat bırak şu içten fethetmeleri... Omzum VODA. .. Fırtına geliyooorrr ... Uragan ... Uragan ... Uragan ...

"Uragan" deyip durdu/Bir sürü anlamsız cümle haykırdı / Ateşler içinde yanıyordu / Keşke vurmasaydım ona / Ama tövbe tövbe/ Ne yapsam bilmem ki? / Hay Allah /Duyarlarsa işim biter / Ama ben yaşlı bir adamım /Bu adam zaten gidici/Şimdi hükümet araya girerse tüm malı devlete kalır / Ama ben yaşlı bir adamım/Bu belki de son şansım...

"Ah omzum ... Günaydın sevgilim Bak yanındayım ... Seni bırakmam ... "

Diyerek uyandı o sabah. Bir lokma peynir verdim / Dudakları, yüzü kurak topraklar gibi çatlamıştı / Yalvardım yakardım nafile / Toprak yiyip kustu / Karnı parke taş sertliğindeydi / Omuzundaki yara kurumuştu ve kısıtlı hareketler yapabiliyordu/ Beyaz bir kağıt istedi. Korkunç bir direnişi vardı zamana karşı/Tüm romanlarının telif haklarını bana bırakıyordu/Sarılıp yalvardım/Belki dinler de bir şeyler yer ve toparlar kendini diye /Yok/bu kez benden, bu gece için yardım istedi.

İç yağı ile keçeyi istiyordu/Haa ... ! Bir de mezarı açacağımızı söylüyordu bu gece .../Değer miydi? / Değerdi/ Neden mi? /Bilmiyorum /Bu adamda korkunç bir güç vardı/ Sarılıp ağladı/Yaşlar tekrar çamurlaştırdı gözkapaklarının altındaki toprakları/!VODA" dedi / Ağladım.

Ne demekti bu "VODA" bilmiyorum ama ağladım.

Ölümden kuşku yok.
Ölümden kaçmak yok.
Hayatı kontrol edemezsin.
Bırak hayat yönetsin seni.
Arkanda sevenin varsa ölmezsin.

Eyy kabir ... Ey koca rahim ... Senden yeryüzüne yeni hayatlar fışkıracak. Ölümü beynimde ve midemde sindirmesini becerdim.

Birinin öldüğünü kabul etmezsen o ölmez.

Güzel karıcığım, sen bunu, bana ders vermek için yaptın. Ölüm, ancak Tanrı'nın elinden olduğu zaman ölümdür. Dirisin sen.

Ölüm; arkasında öğreti bırakırsa anlamı bozulur. Akademik olur.

Daha bi güzelleştin.

Ölüm aratıyor.
Ölüm ömrü uzatıyor.
Aramak yüceltiyor.
İçim huzur dolu.
Şimdi, tamamen benimsin.
Kıskançlığım geçti.
Sokaklar bitti.

Ölüm paylaşılmaz mı?

Ölümün arkasından edebi cümleler kurulmaz.
Ama benim dilim çözüldü sanki?
Seni seviyorum.
Açlığı, susuzluğu, kıskançlığı yendim.
Hiç kimsenin olamadığı kadar benimsin.
Kendinin bile değilsin.

Ölüm, Tanrınındır.
Ölüler Tanrının askerleridir.
Ölüler Tanrının çocuklarıdır.
Kemiklerim sızlıyor.

Omzum çok ağrıyor.
Midem kasılıyor.
İçimdesin.
Midemdesin.

Söyle nereye sakladın acılarını?
Değer miydi?
Değer miydi bir erkek için hayatına son vermek.
Ne kadar acizim.
Halen yaşamı seçiyorum.
Belki de çekmem gereken cezanın süresini uzatıyorum.
Uzatmalıyım da ...

Ölümün acı dindirici etkisini kaçış olarak kullanmamalıyım. Ölüm paylaşılır mı?

Özgürlüğü kısıtlayan şey yalnızca kafes değildir. Günahlarım gardiyan. Kavramlar cam kırığı. Kitaplar kırbaç.

Gerçek ile yalanı ayırt edemiyorum.

Yoksa yeni bir roman mı bu yazdığım? Seni neden öldürdüm?

Şimdi bir yağmur yağsa, Eriyip aksam toprağından. Bir kıyıda olsak. Sen dalıp gitsen uzaklara. Ben koşsam, koşsam, koşsam da yetiş em es em sana. Saçlarını balıkçı ağı gibi atıp sulara, kısmetimizi beklesek.

İhanetin fiyatı ucuzdur.
Bu bazen bir jetona kadar inebilir.

Ah sevgilim yapmayacaktın bunu ...
Yatağımız kan içindeydi biliyor musun?

Neden ölümün rengi kırmızı?
Neden kefenler beyaz?
İnsanlar kirli doğup, kirli öldükleri halde ...

Ahh ... Artık Dünya göğüs kafesinde bir kalp taşıyanlar için ve onu temiz götürmek isteyenlere göre değil.

Sıcak somun kokusu geliyor burnuma.
Off, ne çok yorgunum.
Huşu içinde ölecek kadar yorgun.
Sonunda besinsiz, sadece aşkla, sadece ölümle yaşayan bir vücut yarattım.

Birazdan gece olacak.

Neden yaşamın rengi siyah değil?
Yüreğim kim getirdi seni buralara?

İçimdeki büyük boşluklardan kurtulamıyorum.
Artık ne veresiye, ne de peşin almak istiyorum.
Hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum.
Yorgunum.

Bütün parçalarımız kocaman bir kente yayılmış durumda.

Buradan gitsem bile yalnız bırakmayacaklar.
Kaçamam.
Senden kaçamam.

Ahh, artık dünya onun her santimetre karesine bölünmüş biri için yaşanılır değil.

Sonunda gece olmuştu. /Sonunu çok merak ettiğim bir maceraya sürükleniyordum. /Olsun /Hayat, riske girmeden anlamını bulamıyor. /Zavallı adam, toprak yemekten artık kıpırdayamayacak hale gelmişti /Ölümü, içinde taşıyordu bu adam /Ölümü yaşıyordu /Sindiriyordu ölümü/İnanılması güç / Ve ben, aklı başında yaşlı bir adam olarak onun bu davranışlarını destekliyordum./Bugüne kadar çok dikkatli yaşayıp da ne oldum /Mezar bekçisi. /Ölünün bekçisi mi olurmuş? /Olmaz aslında/ Ama biz ölüleri dirilerden koruyoruz. /Ölümü bile kurumsallaştırıyoruz. /Neyse /Dedim ya/ /Sonunda gece olmuştu./İçerideki keçe ve içyağını zor bela bizimkine götürüp teslim ettim. Daha sonra kazma ve küreği yanına bırakıp uzaklaştım oradan/Sonra izledim onu, konuştuklarını duymaya çalıştım./

Kürekle mezarın toprağını alıp alıp fırlatıyordu /Ter içindeydi /Gözleri kapalı yapıyordu bunu/ "Her şeye yeniden başlayacağız" diye ağlıyor, kürek darbelerini hızlandırıyordu/Belli bir seviyeden sonra kazmayla çalışmaya başladı.

"O sokak burada, o sokak buralarda ..... "

Tekrar küreği alıp kazdıklarım dışarıya fırlattı. Kör bir köstebek gibi gözlerini açmadan sadece burnunu kullanarak eşiyordu toprağı/Yavaş yavaş derinlere inmeye başladı ... yüzükoyun çukurun kenarlarına uzanıp uğraşmaya başladı./ Beyaz bir kefeni görür gibi oldum/Savaş bitmişti.

Artık bakamıyordum /Sırtımı ağaca yaslayıp garip anın bitmesini bekleyecektim. /Hıçkırıklar artıyordu /Yavaş yavaş tekrar dönüp izlemeye karar verdim. /Çürümüş cesedin başındaydı. /Sarılıp ağladı /Koku bana kadar gelmişti /Çadırların keçesi, peynirin, yağın ve sütün, yoğurdun ısıran kokusu ...

Kusmalar / Ağlamalar/sarılmalar/haykırmalar:

VODAAAAAAA ...

"VODA" dedim sessizce. İçyağım avuçlarına alıp cesedine sürüyordu. /Ceset keçenin üstündeydi/ Cesedin her yerini içyağıyla sıvayıncaya kadar devam etti çalışması ...

Savaş bitmişti/Keçeyi kapayıp,kefen parçalarıyla sıkıca bağladı/Derin bir Oh çektim/Kalbimin sıkıştığını kömürleştiğini hissettim/Sonra onu mezara koyup yanıma geldi.

"Tamam dayı, gün ışırken iyileşecek. " dedi. Selvi ağaçları başımın ucunda dönüp duruyordu.

O 'VODA" diye haykırıp yere çöktü. Ben de malumunuz kalp krizi geçirmişim Doktor bey ...

Yarın polise anlatacağım her şeyi.

Bülent Akyürek

Voda : Tatar dilinde Su...



Share/Save/Bookmark