Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Taşrada Düğün Hazırlıkları...


'Çizdiğin tablo iç karartıcı, ama yalnızca temel yanılgılarına kaynaklık ettiği çözümleme açısından. Hani öyle ki, insan kendi kendisini ortadan kaldırabiliyor, arka üstü yıkılıyor, sonra yine doğruluyor; ama beri yandan, çok daha büyük bir gerçeklikle hiç böyle değil durum; her şeye karşın insan tek bir şeydir, yani devinimde dinginlik, dinginlikte devinimdir; bunların ikisi de her kişide birleşiyor; yine her kişide birleşimin birleşimiyle karşılaşılıyor ve böylece sürüp gidiyor bu, ta ki gerçek yaşama gelip dayansın....Ancak benim tabloda seninki gibi yanlış, belki seninkinden daha yanıltıcıdır. Olduğumuz yerden yaşama götürecek bir yol yoktur çünkü; oysa yaşamdan buraya gelmemizi sağlayan bir yolun varlığı gerekiyor. İşte yolumuzu bu kadar şaşırmış durumdayız...'

Defterlere ve Tek Kağıtlara Yazılmış Fragmanlar'dan Kesitler...

* Çocuklar kadar çok devrimler gerçekleştirmek isteyen kimse yoktur...

* Gerçekte ele geçirilen yalnızca kısa süreli bir soytarılıktır ve ardından gözyaşları izler bunu...

* Eylemden önce ya da sonra etkili itiraflarda bulunma olanağı vardır... Eylem, kendi dışında hiçbir şeyin varlığına izin vermez; masanın üzerindeki parayı toparlayan el için söz ve pişmanlıkla bir kurtuluş sağlanamaz. Bunun için ya eylem, yan elin kendisi yok edilecektir, ya da cimrilik...

* Ölebilir, ama acılara katlanamazdım; acılardan kaçış girişimleriyle onları düpedüz arttırıyordum; ölüme rıza gösterebilir, ama ıstıraba boyun eğemezdim; ruhsal devinim diye bir şey bulunmuyordu bende; nasıl tüm denkler hazırlanır, bin bir zahmetle bağlanmış ipler boyuna yeniden gerilip sıkılır, ancak yolculuğa bir türlü çıkılamaz, onun gibi tıpkı. En kötüsü, öldürücülükten uzak acılardır...

* Bana giz diye emanet edilmiş tek şey var ki, o da konuşan ses; ötesi giz falan değil, saman çöpü; iş görülürken dört bir yana uçuşan, açığa vurabilen ve vurulması için merhamet dilenen şeydir; çünkü kendisine yaşam bağışlayan nesnenin uçup gitmesiyle öksüz kalakalmıştır, sessiz durabilme gücünden yoksun bulunur...

* Ölmekten başka istek tanımayan, belki bu isteği bile duymayan, tersine ölümün kendilerine istek duyduğu, onların da canlarını ölümün eline teslim ettiği, belki bunu bile yapmayarak kıyıdaki kumlara bir daha hiç doğrulup kalkamamacasına yığılıp kaldığı anlatılan ilkelere çok benziyorum; dört bir yanımda da kendi kabilimden insanlar dikiliyor. Gelgelelim, bu ülkelerde öylesine bir karışıklık var ki, itişip kakışma gece gündüz bir dalga gibi kabarıp alçalıyor ve soydaşlarım kendilerini bu kabarıp alçalmaların kollarına bırakıyorlar...

* Sizi görmek, cevaplarını işitmekten daha önemli...

* Özgürsün, onun için mahvoldun...

* Çokluk böyledir, beni düşman gibi görür; ama çaresizliğe kapılmıştır işte, suskun gözlerle beni süzdü mü, bana karşı düşmanlığına bir neden bulup söylememi bekler gibidir...

* İnsan harabelerin oraya tırmandı da, kalıntıları gözden geçirdi mi, bulup bulacağı birkaç temel duvar, en yükseği adam boyuna ulaşmayan duvarlardır...

* Topallayan insanların, doğru dürüst yürüyenlere göre kendilerini uçmaya daha yakın sanmaları...

* Bir kez daha, bir kez daha uzaklara sürgün, uzaklara sürgün. Yola düşüp dağları, çölleri, geniş toprakları aşmak gerekiyor...

* Söyle bakalım, öbür dünyada nasılsın?...

Öbür dünyadaki durumumla ilgili bu soruyu, geleneğin dışına çıkarak bir açıklık ve yan tutmazlıkla cevaplandıracağım. Halimden memnunum, çünkü eskisinden değişik olarak büyük bir topluluk arasında çok yönlü ilişkiler içindeyim. Benimle düşüp kalkmaya can atan kalabalığa, bilgi ve cevaplarımla yetebiliyorum... Hiç değilse bu kalabalık, dönüp dolaşıp ilk defa ki gibi bir coşkuyla bana koşuyor. Ve ben yineleyip duruyorum kendilerine: Gelin, beni her vakit hazır bulacaksınız. Neyi anlamak istediğinizi bilmiyorum bazen, ama belki öğrenmem hiç gerekli değil. Benim varlığım önemli sizin için, dolayısıyla sözlerime de önem veriyorsunuz, çünkü varlığımı pekiştiriyor hepsi. Sanırım bu görüşlerimde de, sorduklarınızı sere serpe cevaplandırıyor, böyle yapmakla da sizi memnun ettiğimi umuyorum...

* İtirazlarımı kabul ettiremiyor, kendime bile bunları açıklayamıyorsam, nedeni, yalnız söz ve düşüncelerimde kendini belli edip ayık durumda yaşanan bir çeşit baygınlık nöbetleridir...

* Bir masal anlatıldı mı, insan kendisinin yabancı güçlerin eline bırakıldığını ve normal yargı organlarının aradan çıkarıldığını anlar...

İlgili konuda, psikanalizden öte söyleyecek sözü olmayan kimsenin işe karışmaması gerekir...

* Balzac'ın bastonuna tutunuş : Tüm engelleri kırıp atıyorum...
Kendi bastonuma tutunuş : Tüm engeller beni kırıp atıyor...
Her iki cümlede ortak nesne 'tüm' sözcüğüdür...

* İtiraf, hiçbir koşul tanımayan itiraf, trak diye açılan kapı, o ana kadar yalnızca bulanık yansısı dışarı vuran bir dünyayla karşılaşma...

* Dünyada korkunun, hüzün ve ıssızlığın varlığını anlıyor, ama ancak bunların yüzeyde gezinen silik ve genel duygular olmasından kaynaklanıyor anlayışı. Öbür bütün duyguları ise yadsıyor; bizim duygu gözüyle baktığımız, kendisince görünüşten, masaldan, yaşantı ve belleğin bir aynadaki yansımasından başka şey değil...

Gerçek olaylara duygularımızla asla erişemediğimiz ya da onları geride bırakıp ileri geçemediğimize göre, başka nasıl olur ki diyor. Biz, ilgili olayları, onların akıl almaz bir hızla önümüzden geçip gitmesinden önce ya da sonra algılarız. Salt bize göre düşsü uyduruculardır hepsi. Biz, bir gece yarısı sessizliğinde yaşar, doğuya ya da batıya dönerek güneşin doğuşunu ya da batışını algılarız...

* Yaşam gücünün azlığı, eğitimdeki yanlış adımlar ve bekarlık insanı şüpheci yapar, ama ille değil; şüpheciliklerini kurtarmak için kimi şüpheciler evlenir, hiç değilse düşünsel evliliğe başvurur ve inanan kimseler olup çıkarlar...

* Serinkanlılığını korumak; tutkunun istediği şeyden çok uzak durmak; akıntıyı tanımak, dolayısıyla akıntıya karşı yüzmek, kendini bir şeye taşıtmanın hazzıyla akıntıya karşı yüzmek...

* Sanki bir ağaç yaprağı altında yatar gibi, her amacın gerisinde sinmiş yatıyor hastalık. Kendisini görmek için eğilip bakayım dedin mi, fırlayıp kalkıyor, cılız ve suskun bir hınzırlık örneği; ezilip ufalanmak değil, senin tarafından döllendirilmek istiyor...

* Yaşayarak ölünür, ölerek yaşanır...

* Yol değil, yalnız bir hedef var. Yol dediğimiz duraksamadır...

* Küçük budala, vaktinden önce gücünü harcayıp tüketme, savaş yeni başlayacak...

* Köprü işi gören kırık dökük bir kalas üzerinde parmak uçlarına basarak yürümek, ayaklarının altında bir şey bulunmamak, üzerinde yürünecek toprağı ayaklarla ilkin bir araya kürelemek, altındaki suya yansıyan hayalinden başka şeyin üzerinde yürümemek, ayaklarla dünyayı bir arada tutmak, bu çabanın üstesinden gelebilmek için ellerini boşlukta sımsıkı birbirine geçirmek, doğrusu çetin bir iş...

* Uzun boylu açıklamalara kalkmak, kendisini adeta aramıza almak olur...
* İnsanın temel güçsüzlüğünü oluşturan, zafer kazanamayışı değil, kazandığı zaferden yararlanamayışıdır...

* Aldatış bir kez yok edildi mi, hiçbir yere bakamaz olur, bir tuz sütununa dönüşürsün...

* Bir yol çember içine girildi mi, bir daha pek çıkılamıyor dışarı...

* Bir şeyi görebilmek için, önce aramak gerekir...

* Yaşama lanet okuyanlara, dolayısıyla doğmamış olmayı ya da yaşama sırt çevirmeyi aldatıcı yanı bulunmayan eşsiz ve biricik mutluluk gözüyle görenlere hak vermek gerekiyor; çünkü yaşam üzerindeki yargı...

* Dalgaların bir su damlasını kaldırıp kıyıya atması, denizdeki ezeli dalgalanma olayını engellemez; hatta denizdeki dalgalanma, kıyıya atılan damlaya borçludur varlığını...

* Daha aşağılara inmem gerektiğini söylüyorsun, ama zaten pek aşağılardayım. Ve istenirse hay hay burada da kalırım. Ne biçim yer burası! Kim bilir, belki en dibe indim, ondan ötesi yoktur. Bulunduğum yerde de kalırım; ne var ki, beni daha aşağılara inmeye zorlama...

* Eski günah çıkarma koltuğunda. Onun ne tür tesellide, karşısındakinin ne türlü itirafta bulunacağını biliyorum. Küçük şeyler hepsi, yabancı gözlerden gizli saklı sürdürülen alış verişler, sabahtan akşama dek süren günlük curcuna...

* Susmak, mutluluk için yalnız yeterli değil, ona götüren tek yoldur...

* Boyuna ölümün sözünü ediyor, ama ölmüyorsun...
Hayır öleceğim. Şu kapanış şarkımı söyleyeyim de. Kimininde şarkısı uzun, kiminin kısadır. Ama aradaki ayrım üç, beş sözcükten öteye geçmez...

* Yaşam, sürekli oyalayıştır; öyle bir oyalayış ki, neyi dikkatten kaçırdığını düşünüp anlamaya bile fırsat vermez...

* En doymak bilmez kişiler, bazı riyazat ehlidir; yaşamın tüm kesimlerinde açlık grevi yapar, ama bu davranışlarıyla aşağıdaki amaçlara ulaşmak isterler :

1- Bir ses şöyle diyecektir kendilerine : Yeteri kadar aç kaldın, sen de başkaları gibi yiyip içebilirsin artık, yediklerin yemek olarak hesabına geçirilmeyecektir...

2- Beri yandan aynı ses şöyle diyecektir : O kadar uzun süre kendini zorlayıp aç ve susuz kaldın ki, artık sevinerek oruç tutabilirsin, sana yemekten daha tatlı gelecektir oruç (ancak gerçekten yemek de yiyebilirsin bu arada)

3- Beri yandan aynı ses şöyle diyecektir : Dünyayı alt ettin, artık yeme içme ve oruç tutma yükümlülüğünden kurtarıyorum seni (ama aynı zamanda hem oruç tutacak, hem yiyip içeceksin)

Bunlardan ayrı, kendileriyle öteden beri aralıksız konuşup duran bir ses şöyle diyecektir: Tüm gereklerine uyarak oruç tuttuğun yok gerçi; ama iyi niyetlisin, bu da yeter...

* Anlamadığını söylüyorsun. Hastalık de, anlamaya çalış. Sözde psikanalizin gün ışığına çıkardığı bir sürü hastalık belirtisinden biri. Ben hastalık demiyorum buna ve psikanalizin tedavi yönteminde ağır bir yanılgı buluyorum. Ne denli iç karartıcı görünürse görünürsün, bütün bu sözde hastalıklar inanç olgularıdır, dara düşmüş insanın rasgele ele geçirdiği anaç bir toprakta demir atmalarıdır...

* Gerçek zemine oturan söz konusu demir atmalar, tek tek insanların sonradan elde ettiği şeyler değil, insan yaradılışında tasarı halinde varolup sonradan onun doğasını (ayrıca vücudunu) tasarı yönünde değiştiren özlerdir...

* Bakıp görmesini bilen, soru sormaz...

* Başını toslayıp bir delik açacaksın duvarda. Duvarı delmek güç değil, çünkü ince kağıttan. Güç olan , kağıt üstüne çizilmiş olup duvarı deldiğini gösteren resme bakarak yanılgıdan kendini alıkoymandır. Bu resim, seni ayartıp şu sözleri sana söyletebilir: 'Zaten duvarı sürekli delip durmuyor musun?..'

* Başını yana eğdi, açığa çıkan boyunda bir yara görüldü, yanan kan ve ette fokur fokur kaynayan bir yara, düşmesi hala sona ermemiş bir yıldırımın açtığı yara...

* Bir yandan insanlığın kendini bildi bileli söz denizinde yüzmesi, öte yandan ancak yalan söylenmek istendiğinde bir konuşma olanağının varlığı, yaşam çemberinin büyüklüğünü ortaya koyuyor...

* İtiraf ve yalan aynı şeydir. İtirafta bulunabilmek için yalan söylenir. İnsan ne ise onu açığa vuramaz, çünkü o şeyin kendisidir; ne değilse onu dile getirebilir yalnız. Ancak koroda belli bir gerçek saklı yatabilir...

* Öğrenciler için okul, geçitten başka bir şey değildir...

* Sağlam bir çekicim var, ama bir türlü yararlanamıyorum kendisinden, çünkü sapı kor gibi yanıyor...

* Pek çok kişi ağır ağır çevresini dolanır Tur'u Sina'nın. Sözleri açıklıktan yoksundur, ya gevezelik eder, ya bağırıp çağırır ya da içlerine kapanırlar... Ama hiçbiri dolambaçsız yolu izlemez, adımlarını büyültüp çabuklaştıran yeni, geniş ve engebesiz şoseyi tutarak dağdan inmez aşağı...

* Kendisini bir heykel yaptığını sanıyordu; ama dik kafalığından, ondan da çok çaresizliğinden elindeki keskiyi hep aynı çentiğe indirip durmuştu...

* Manevi bir çöl. Senin geçmiş ve gelecek günlerine ait kervanların cesetleri...

* Hiçbir şey, yalnız görüntü, başka hiçbir şey, tam bir unutuş...

* Küçük vaha su dışında bir şey sağlamıyordu, büyük vahalarsa fersahlarca uzaklardaydı...

* Hangi kervan en güçlüyse kervansarayda onun borusu ötüyor...

* Kulisler arasında bir yaşam. Ortalık aydınlık, açıkta bir sabah, derken hemen çöküyor karanlık, akşam çoktan başlamıştır. Öyle pek karmaşık bir aldatmaca değil hani; ama sahnede bulunulduğu süre boyun eğilmesi gerekiyor. Tek bir kaçış yolu var, arka plana doğru ilerleyecek, fon perdesini kesip ikiye ayıracak, üzerine çizilmiş gökyüzü parçalarının içinden geçip kimi eski dekorların üzerinden atlayarak kendini gerçek, dar, karanlık ve nemli sokağa atacak, tiyatroya yakınlığından ötürü hala kendisine tiyatro sokağı denen, ama gerçek olan ve gerçekliğin tüm boyutlarını kendisinde barındıran sokakta soluğu alacak gücü göstermek, bir kurtuluş sağlayabilirdi ancak...

* Ayağını sımsıkı yere basar, bakışlarındaki güçlü olduğun yerde enine boyuna kök salarsan – hiçbir şey hesabını göremez senin ve kökler değil, yalnızca hedefe yönelik bakışındaki güç sağlar bunu – günün birinde arabanın çıkıp gelebileceği o değişmeyen karanlık uzağı da görebilirsin; araba teker meker yaklaşır, yaklaştıkça büyür, yanına vardığı an tüm evreni kaplayacak büyüklüğe ulaşır, sen de gece vakti fırtınalar ortasında yol alan gezi arabasının minderlerine gömülmüş bir çocuk gibi içerisine gömülüp kaybolursun...

* Bir ırmak, bir bulanık suydu; alçak ve sessiz dalgalar oluşturarak büyük, ama nasılsa uykulu ve alabildiğine düzenli bir hızla akıp gidiyordu. İyice kabarmış olduğundan, belki başka türlüsü mümkün değildi...

* Yüzünü başka yöne döndürmüştün, onun için demin sen görmeden koşup geçtim yanından...

*İnsan devcileyin bir bataklık gibidir, kendini bir esrikliğe, bir coşkuya kaptırışı genel görünümünde öyle bir değişikliğe yol açar ki, bataklığın bir köşesindeki bir yerden bir kurbağa sanki cump diye yeşil suyun içerisine atlamıştır...

* Biri çıksa da gerçek'in bir sözcük gerisinde kalsa! Oysa (bu cümleyi yazan ben de içinde olmak üzere ) herkes, yüzlerce sözcük boyu atlayıp ötelere geçiyor üzerinden...

* Demek adaleti salaklar yerine getirecek...

* 'Hepsi boşuna bunların' dedi o, 'bir kez beni görmüyorsun; oysa seninle göğüs göğüse dikiliyorum. Önünde dikildiğime, sende beni seçemediğine göre, nasıl buradan ötelere gidebilirsin?..'

* Bataklık ormanlarının göbeğine bir nöbetçi dikmiştim. Ne var ki, şu an kimseler yoktu ortada, seslenmelere cevap alamıyordum. Besbelli nöbetçi yolunu şaşırmıştı, yeni bir nöbetçi dikmem gerekiyordu. Adamın iri kemikli zinde yüzüne baktım. 'Senden önceki nöbetçi kayboldu' dedim. 'Nedendir bilmem ama, ormanın ıssızlığı nöbetçiyi ayartıp nöbet yerinden uzaklaştırıyor. Diyeceğim, iyi kolla kendini!' Adam esas duruşa geçmiş önümde dikiliyordu. Sonra şunları ekledim sözlerime : 'Ama sakınmaz, ayartılara kapılırsan, olan sana olur, bataklığa gömülüp gidersin; ben de senin yerine hemen bir başka nöbetçi dikerim. Baktım o da sözümü dinlemedi, onunda yerine bir başka nöbetçi çıkarırım ve aralıksız sürüp gider bu. Hani elime bu işten bir şey geçmese bile, bir şey de yitirmem...

* Her vakit insanı aldatan dış görünümdür; çünkü insanlar bütün olarak her şeye hemen uyduğundan ve bir yargı verirken ilk başta dış görünümü dikkate aldığından, doğrusu dünyadaki hiçbir değişikliğin algılanmaması gerekirdi...

* İnsandaki büyüklüğün tüm çıplaklığıyla kendini açığa vurduğu her yerde, yani en çok spor alanlarında ayak takımın boy göstermekte gecikmediğini, küstahça davrandığını, ciddi olarak başını kaldırıp kahramanca şöyle bir bakayım demediğini, yalnız çıkarını düşündüğünü, yalnız çıkar sağlamayı göz önünde tuttuğunu ve toplum yararına yapıldığı gerekçesiyle davranışını bağışlatmaya çalıştığını ortaya koyacaktım...

* Ne yapmaya çalışıyorsun? - Bir dehliz açacağım. Bir gelişme olmalı. Enikonu yüksekte bulunduğum yer...

* Bir saman çöpü mü? Bazıları bir kurşun kalemin çektiği çizgiye sarılarak su üstünde tutuyor kendini. Su üstünde tutuyor mu? Boğulup giderken bir kurtuluşu düşlüyor...

* Ölmeye hazır olanlar yerde yatıyordu...

* Ama önünde kendisini bekleyen ödev, ona bir belirsizlik içinde ve uçsuz bucaksız görünüyordu; varlığını içinde hissettiği, ama ortaya çıkmaları için kendilerine henüz bir çağrı yöneltilmemiş güçler gibiydi tıpkı...

* Yazmak kendini benden kaçırıyor. Öz yaşamıma ilişkin denemeler konusunda planlar hazırlayışım bu yüzden. Öz yaşam öyküsü değil hani, yalnız deneme ve elden geldiğince küçük öz yaşamsal parçacıkların saptanması. Evi sağlam olmayıp, yanı başına sağlamını kurmayı tasarlayan biri gibi, böyle bir çabadan yola koyularak kendi kendimi kurmak niyetindeyim. Kim bilir, bunun için belki eski yapıdaki malzemeyi kullanacağım. Ancak çalışmaların tam orta yerinde insanın gücü tükenip, sağlam olmamasına karşın hiç eksiği bulunmayan bir ev değil, yarı harap, yarı bitmiş bir ev, yani bir hiç doğup ortaya çıkarsa, işte o zaman kötü. Bunu izlese izlese bir cinnet izler, yani iki ev arasında Kazak dansı gibi bir şey; çizmelerinin ökçeleriyle Kazak'ın yeri eşeleyip oyduğu, oyuk büyüyüp mezara dönüşünceye kadar bu işi sürdürdüğü bir dans...

* Yürüye yürüye duvarlar boyunca ilerliyordum. Birkaç kapı vardı; ama kapılar açıldı mı, eşikten bilemedin bir karış uzakta, düz bir çizgi yaparak hem yukarı, hem sağa sola uzanıp başı sonu kestirilemez bir uzaklıkta gözden kaybolan karanlık ve kaygan bir kaya duvarlarla karşılaşıyordu. Yani bir çıkış olanağı yoktu salondan...

* Geri dönmem gerekmiyor artık, hücrem darmadağın oldu, bir devinim içindeyim, vücudumu hissediyorum...

* Yolculuk öyle uzun sürecek ki, yolda yiyecek bir şey bulamazsam zaten açlıktan ölüp gideceğim. Yani ne kadar azık olsa kurtaramaz beni...

* Yeniden dönüp gelişim doğrusu mutluluktu...

* Güzelim ve etkileyici bir numara şunu binicilik gösterisi; düşlerin atlı gezisi adını taktık kendisine, yıllar yılı seyirci önüne çıkarıp duruyoruz; icat edeni çoktan öldü, ince hastalıktan öbür dünyayı boyladı; ama biz numarayı programdan çıkarmak için hala neden görmemekteyiz. Kaldı ki, rakiplerimizin öykünemeyeceği bir numara; niçin böyle olduğu ilk bakışta anlaşılmasa bile öykünülemeyecek bir gösteri. Genellikle programının ilk bölümünüm sonuna koyuyoruz; gecenin kapanış numarası diye sunulmaya uygun değil çünkü, öyle kamaştırıcı ve paha biçilmez yanı yok. Evlerine dönüşte seyircilerin üzerinde konuşacağı bir niteliği içermiyor; kapanışta en kalın kafalıların bile aklında kalıp bütün geceyi unutulmaz kılacak bir gösterinin çıkarılması gerekir seyirci önüne, oysa binicilik gösterisi böyle bir nitelikten yoksun; ancak, işe yaradığı bir yanı varsa...

* Gözü yalnız kendisini tehdidi altında hissettiği tehlikelerde...

* O gürültülü tapınmalar kendisi için pek ürkütücü olabilir; ama nihayet gürültü kararlı bir ölçüde kalıyor ve her gün, bayram günleri biraz daha artarak, düzenli ve aralıksız yineleniyor; bu durumda, artık alışması beklenirdi; kaldı ki gürültünün, peşine düşmüş olabilecek düşmanların gürültüsü değil de, içyüzünü bir türlü kavrayamadığı bir gürültü niteliğini taşıdığını görüyor. Niye öyleyse bu korku? Çoktan geçmişe karışmış zamanların anımsanması mı? Yoksa gelecek zamanların bir önsezisi mi?. Yoksa bu hayvan, her defasında tapınmak için havrada bir araya gelen üç ayrı kuşağın insanlarından daha mı çok şey biliyor...

* Donkişot ülkesinden göç etmek zorunda kaldı; İspanya'da kendisine gülmeyen yoktu, artık burada yaşamını sürdürmesi olanaksız duruma gelmişti...

* Transaatlantiğin bir baştan öbür başa kadar uzanan en alt katı bomboş; ancak yüksekliği de bir metreyi zor buluyor buranın. Geminin yapılışı böyle bir yerin varlığını gerektiriyor. Kuşkusuz büsbütün de boş değil içerisi, sağda solda kocaman fareler dolaşıyor...

Ek ('o' Dizisine)

* Birinin kendisine yönelik tasaları, en başta bu tasaların sürekliliği, kimi zaman bir yalnızlık anında kahredici bir baş ağrılarıyla onu karşı karşıya bırakıyor...

* Sürgünde yaşıyor. Kendi temel öğelerinin oluşturduğu topluluk, özgürlük içinde dünya çevresini dolanıp duruyor. Hani odası da bu dünyada bulunduğundan, yalnız bu nedenden kimi vakit uzakta görüyor onları. Böyle durumda kendileri için nasıl sorumluluk yüklenebilir? Buna artık sorumluluk denir mi?..

* Bir sürü yargıcı var, ağaçta tüneyen bir kuş sürüsü gibi tıpkı. Sesleri birbirine karışıyor, makam ve yetki sorunları çözülemeyecek gibi iç içre girmiş. Ayrıca, makamlar sürekli el değiştiriyor. Ancak, eskiler arasından tek tük kişilere, yeniler arasından da rastlandığı oluyor. Örneğin, yenilerden biri, bir yol iyi'nin safına katılmanın yeteceğini, insanın böylece esenliğe kavuşacağını, bunun için geçmişe, hatta gelecek'e bakılmayacağı görüşündeydi. İyi'nin safına geçiş pek çetin gösterilmese, insanı besbelli kötüye ayartacak bir görüş bu. Ve çetin gösterildiği de kuşkusuz. Söz konusu yargıç, şimdiye kadar bir tek davanın bile kendi görev alanına girdiğini benimsemiş değil. Ne var ki, bir sürü aday dolaştırıyor çevresinde; sürekli konuşup duran ve hep yargıca aralıksız öykünen kişiler... Yargıcı dinliyorlar...

* Doğrulup kalkmasını belli bir ağırlık, her duruma karşı güven altında bulunduğu duygusu, kendisi için hazırlanıp kendisinin olan bir yatağın sezgisi engelliyor. Sessiz uzanıp yatmasını ise, kendisini yataktan sürüp atan bir tedirginlik önlüyor; vicdanı, boyuna çarpıp duran kalbi, ölüm korkusu ve bu korkuyu yoksama özlemi, bütün bular onu uyutmuyor, yatar yatmaz ayağa kaldırıyor yeniden. Bu iniş çıkışlı yollarda rastlantı niteliğindeki üstünkörü ve sapa gözlemler ise yaşamını oluşturuyor...

'Çizdiğin tablo iç karartıcı, ama yalnızca temel yanılgılarına kaynaklık ettiği çözümleme açısından. Hani öyle ki, insan kendi kendisini ortadan kaldırabiliyor, arka üstü yıkılıyor, sonra yine doğruluyor; ama beri yandan, çok daha büyük bir gerçeklikle hiç böyle değil durum; her şeye karşın insan tek bir şeydir, yani devinimde dinginlik, dinginlikte devinimdir; bunların ikisi de her kişide birleşiyor; yine her kişide birleşimin birleşimiyle karşılaşılıyor ve böylece sürüp gidiyor bu, ta ki gerçek yaşama gelip dayansın....Ancak benim tabloda seninki gibi yanlış, belki seninkinden daha yanıltıcıdır. Olduğumuz yerden yaşama götürecek bir yol yoktur çünkü; oysa yaşamdan buraya gelmemizi sağlayan bir yolun varlığı gerekiyor. İşte yolumuzu bu kadar şaşırmış durumdayız...'

* Ölmeye bile kucak açarız; ne var ki, her türlü geriye dönüş olanağından yoksun, diri diri tabut içine girmeye ya da Sina dağında kalamaya düşüncede bile yanaşmayız...

Franz Kafka


Not : Taşrada düğün hazırlıkları içinde Sekiz Oktav Defteri, Babama Mektup ve Fragmanları barındırıyor...

'Yayınevi Notu : Cem Yayınevi, çağımızın büyük yazarlarından Kafka'nın bütün eserlerini Kâmuran Şipal'in Türkçesiyle yayımlamaktadır. Bütün Eserler'de, 'Bir Savaşın Tasviri', 'Hikâyeler', 'Dava', 'Şato', 'Kayıp (Amerika)', 'Ottla'ya ve Ailesine Mektuplar', 'Babama Mektup', 'Günlükler' ve elinizdeki 'Taşrada Düğün Hazırlıkları' yer almaktadır.'

Share/Save/Bookmark