Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Jurnal I... (Kesitler I)

Kader hep oynayamayacağı roller yükler insana ve ıslıklar... Alkış sahtekarların...



Ne garip bir oyuncak şu insan!... Yürür, konuşur ve acı çeker... 70 kilodur... Kendisine ve çevresine ait hiçbir şey bilmez... Bir nevi ıstırap makinesi... İplerini başkaları çeker... Hantal ve şapşal bir robot... Neye sevinir bilinmez... Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti... Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh... Vücut araba, akıl arabacı... Ama gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar... Bu da haklı : Var olmak için yok olmak lazım... Parça bütüne kavuşacak ki, hasret dinsin... Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak?.. Ne olacağını bilen var mı?.. Kader hep oynayamayacağı roller yükler insana ve ıslıklar... Alkış sahtekarların...

Satır Arası Cümle Ve Kesitler...

* Kelime leşleriyle dolu bir kafatası, hora tepen mefhumlar, kaypak, insicamsız ve ipliği kopmuş tespih taneleri gibi her biri bir tarafa dağılıveren düşünceler...

* Ölüm!.. Kovaladıkça kaçan, kaçtıkça kovalayan insafsız ihale...

* Fikirler kelebekler gibi, onları hafızaya iğnelemeye kalkınca bir toz yığını haline geliyorlar...

* Hatıralar çabucak biten ve okuna okuna hiçbir cazibesi kalmayan eski bir kitap gibi...

* Görmek tabiata tahakküm etmektir. Dış dünya, ne kadar düşman unsurlarla dolup taşarsa taşsın, zekamızın göz bebeklerimizden boşalan seyyalesiyle ehlileşmeye, mutileşmeye mahkumdur...

* Sesler, ısırgan gibi deriye yapışan, sülük gibi tahammülü sömüren, çekiç gibi kafaya inen sesler...

* Görmeyen insan, bozuk bir ampul gibi manasız, bıraktığınız yerde kalan bir paket, içinde eski hatıralar olduğu için, arada bir karıştırılmaya layık... Çocukken oynadığımız bir taş bebek gibi atmaya kıyamadığımız acayip bir külçe...

* Denize atılan şişe hangi sahilde, hangi bahtiyar tarafından bulunacak...

* Deha, dikenli bir taç yaratmak daima ıstıraplı... Fakat yaratamadan ıstırap çekmek daha dayanılmaz bir çile...

* İnanmayanların inanlara sataşmasında muhakkak bir parça kıskançlıkta vardır...

* Dinsizlerin ölümü, insanı tahammül edilmez bir yalnızlığa sürüklemekten başka neye yarar?..

* Oyuncak değiştiren çocuk daima daha kötü, daha hantal, daha tehlikeli oyuncaklar peşinde...

* Ey müminler, saadetinizi gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalıdır...

* Görmek yaşamaktır, vuslattır görmek. Her bakış, dış dünyaya atılan bir kementtir, bir kucaklayıştır, bir busedir her bakış.

* Ama madem ki yalnız uluları, yalnız mutluları damgalayan parmakların bana kadar uzandı, madem ki beni de hışmına layık gördün, seni utandırmayacağım, ya ölüm şarkılarımı boğacak yahut elimden aldığın dünyadan çok daha muhteşem bir kainat yaratacağım. Sana meydan okuyorum Nemesis, senden korkmuyorum ey çılgın bakire!

* Ne kadar cesur olursak olalım, yokluk bizi ürkütüyor. İz bırakmadan silinmek, bir kurbağa gibi gebermek, bütün rüyalarımızla, bütün acılarımızla yok olmak... İnsan zekası bu kadar trajik bir sonu zor kabul ediyor. Vücudumuzu aşmak, 'ben'in dar ve sevimsiz geometrisinin ötesine geçmek, sonsuza yönelmek, bir insana sarılmak, hatıralarda yaşamak: işte aşkın, dinin ve kahramanlığın kaynakları.

* Devam etmek demek yaratmak demektir. Yalnızca paylaşılmayan acılar bizi yıkabilir...

* Ruhun ölümsüzlüğü bir mitostan ibaret değil...

* Bir kısım insanların düşüncesi etraflarını yansıtan bir aynadır, onlar başkalarının kaydettiklerini bıkmadan tekrarlayan plaklar gibidirler;ruhları yoktur, üstün zekalı hayvanlardan pek az daha mükemmel mekanizmalardır, dünyaları vücutlarıyla sınırlıdır ve vücutlarıyla beraber yok olurlar... Bir kısım insanlarsa kendilerini aşarlar ve kendilerini feda etmesini bilirler, bir fikre, bir davaya adarlar kendilerini, anıta, olaya, kitaba dönüşürler... Ruhları ışık ve sevgi kaynağıdır...

* Neden yalnızlık bizi ürkütüyor? Ürkütüyor çünkü sonsuzluğun başlangıcı gibi geliyor bize ve sonsuzluğun karşısında kendimizi kolumuz kanadımız kırık ve bomboş hissediyoruz, öldükten sonra da yaşamak için tanıklar istiyoruz...

* Felaketlerimizin üzerinde durmak, dikkatimizi fizik ve manevi yaralarımıza teksif etmek bizi köstebeklerle aynı seviyeye indirir...

* Hürriyet istediği gibi hareket etmesidir insanın, serbest olmasıdır. Hürriyet yetenektir, güçtür, bağımsızlıktır. Hürriyet amaçlarını gerçekleştirmek için hem bir seçim, hem de bir imkandır...

* Ölüler yaşayanların peşini bırakmıyor...

* İnsan tek başına kendisini şekillendiren bir bütün değil... Ve dünya insan zekasının fetihlerine rağmen, el ele tutuşup hep birlikte şarkılar söyleyebileceğimiz bir cennet olmaktan çok uzak... Duvarlar var insanların arasında ve daha uzun zaman da var olacak...

* İnsan kendi varlığını her gün biraz daha az kusursuz bir heykele benzetmek için boşuna gayret harcıyor. İçi bir zafer vehmiyle kabarırken, kaderin iblisçe kahkahası elinden çekicini düşürüveriyor. İradenin kazandığı zaferler kardan bir heykel kadar fani...

* Yarattığınız heykel sizden başka hayranı olmayan bir kukla...

* En küçük dalgınlık, yılların emeğini yok etmeye kafidir...

* İnsanlık daima daha kötü oyuncaklar peşinde koşan bir çocuk...

* Spinoza’nın bir sözü beni sık sık düşündürür: Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, mutlaka kendi arzusuyla yola çıktığını söylerdi... Fırtınalı bir denizde çalkalanan pusulasız bir gemi, bizden daha hürdür... Riyazet kalesi bir sırça köşk. Hangi limana doğru yöneleceğiz?..

* Tarih, galiplerin yazdığı bir kitap. Zafer, arkasından bıçaklanan masum düşmanların cesetleri üzerine atılan yapma çiçeklerden bir çelenk...

* Uykusuz bir gece, gazetedeki herhangi bir havadis, bir gıda maddesinin bozukluğu, havanın yağmurlu ve sisli oluşu... Düşüncelerimize istikamet veren, bu kadar çeşitli, kontrol altına alınmaları bu derece imkansız saikler...

* Gerçek sanat, birer hayalete benzeyen kaypak ve soyut varlıkların damarlarından kan geçirmek, gözlerine pırıltı, adalelerine sıcaklık ve sertlik vermek...

* Şuurumuzun önünde geçit resmi yapan konularda Hemoros’un cennetindeki hayaletlere benziyor bazen: Önce gülümsüyorlar size, aşinalık gösteriyorlar. Kollarınızı açınca boşluğu kucaklıyorsunuz...

* Kelimeleri sana veriyorum okuyucu. Onlar yanıp sönen birer oyuncak. Boş içleri. Boş mu?. Alev var göğüslerinin içlerinde, barut var, göz yaşı var. Nihayet bütün dünya kelimelerden ibaret. Ama sende ne varsa kelimede de o var. Kelime Narsis’in kendini seyrettiği dere... Çok bakma içine düşersin!...

* Cümle, bir düşüncenin, doğan, büyüyen bir düşüncenin, dalbudak salan bir düşüncenin fotoğrafı...

* Cümle bazen bir çığlıktır, bir şimşek parıltısıdır, yanar söner... Ama her fikir şimşek değildir ki, bocalayışları, arayışları, kendi kendini düzeltişleri, çeşitli tecrübeleri ile bütün bir arayış...

* Kendini bir ırmağın sularını bırakan kayık hangi okyanusa açılacağını bilir mi?..

* Oyun yazılmış. İte kaka çıkarıldığımız sahnede görülmeyen bir suflörün fısıldadığı kelimeleri tekrarlamaya, manalandırmaya çalışıyoruz...

* Değer levhasının her gün yazılıp bozulduğu bir çağda hareketlerimizi, yöneltecek kıstas nerede?..

* Yaşamak öldürmek demek, her adımımızda bir takım canlara kıyıyoruz... Ölmek ve öldürmek...

* Bir öfkenin, bir acının kızgın demiri kalbimize dokunmadıkça ses gelmiyor oradan...

* İsyan vahim, tevekkül güç... Ama isyansız tarih olmaz...

* Yaratmak, daima bütünün parçalanması...

* Meçhul bir dalga umulmadık kıyılara sürüklüyor kayığımızı...

* Hayatın kanunu değişmek... Zaten zindanında yeni pencereler açılmazsa boğulmaz mısın?...

* Sfenks sorularını cevapsız bırakanı parçalar...

* Ülkeler ne kadar bizimse, kelimeler de o kadar bizimdir...

* Dilin gelişmesinde rol oynayan iki kuvvet : İhtilalci kuvvet, muhafazakar kuvvet...

* Bu memleketin en büyük faciası, en seçkin evlatlarının beynini ve kalbini itlere peşkeş çekmesi. Halledilmesi gereken büyük dava, bu topraklar üzerinde münevverin nefes alabilecek hale gelmesi...

* Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım, karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi!..

* Aydın gölgesinden korkuyor. Kafasıyla düşünen adamın tutunabileceği dal yok...

* İsa’dan Gandi’ye kadar Tanrı’ya nispeti olan her ulu, Tanrı’ların hışmına uğradı. Hazin olan Tanrı’ya nispeti olmadan Tanrı’ların hışmına uğramak...

* Mezar taşlarına konser veren adam, kemanın sesiyle kendinden geçebilir ve taşlar dinlemesini bilmeseler de, susmasını bilirler...

* Mezellet çok sert bir içki, kahramanlar yarattığı gibi veliler de yaratıyor.Ama sızdırıyor da...

* Nereye? Mutlaktan korkuyorsun, bilmediği bir eve girmekten çekinen köpek gibi korkuyorsun. Büyüklere yalnız acılarınla mı benzeyeceksin?

* Eflatun doğru söylüyor: İdeal sitenin çobanı filozof...

* Ölüm bütün eski kinleri, eski ümilyasyonları su yüzüne çıkarıyor...

* İnsan bir zincirin son halkası. Yoktan varolmak, kaderini tuğla tuğla abideleştirmek ancak harikulade mesut tesadüfler sayesinde mümkün...

* İnsanlar seçtikleri rolü, sonuna kadar oynamak zorunda...

* Seyisin şövalyeliğe özenmesi felaketle neticeleniyor...

* Küçük vazifelerden kurtulmak için büyük hayallerin kalesine sığınmak...

* Aydın mükellefiyetin yalnız nimetlerinden faydalanmak istiyor... İyi ama o zaman başkalarını nasıl tenkit edebilir?.. Bir sınıfın veya bir ülkenin çöküşünü bundan daha büyük bir katiyetle haykıran başka hiçbir sentom yok... Korkunç olan düşünürlerin, düşünebilenlerin ihaneti... Kimse kapısının önünü süpürmüyor. Yerini bulmamak mazeret olabilir mi?.. Yerini bulmayan, işgal ettiği yeri nimet ve mesuliyetleriyle başkalarına terk etmelidir... Hep kopuş, hep kaçmak arzusu...

* En acı hatıralar kelimeleşince nasıl bayağılaşıyor...

* Tabiat yaratmak için yıkmak zorunda. Fırtınalar, zelzeleler, seller. Yaşamak öldürmektir. Ya kendini öldüreceksin, ya başkalarını. Dördüncü kişinin hayatını kurtarabilmek için üç kişiyi öldürebilmek. ‘That is the question’ Ya kendine kıyacaksın, ya başkalarına. Başkalarına kıymak da, kendine kıymak değil mi?... Başkaları kim? Bizden birer parça. Her tanıdığımız, varlığımızın bir zeyli. Her ölenle bir parça ben de ölürüm... Her ölüm bir ‘emputation’

* Fırtınaya tutulan, aşılan her gemi limana sığınır. Denize açılmadan fırtınaya tutulan gemi, deniz sütliman, fırtına sahilde geminin içinde...

* Hür olmak. Kendi kendinin ileti olmak; mevcudum çünkü öyle istiyorum diyebilmek, kendi kendinin başlangıcı olmak...

* Kahramanlar, rüyalarımızı yaşadıkları ölçüde enterasandırlar...

* Mathieu için bağlanmak, bağlandığını hissetmek, bağlarını koparamamak, bitmek demek...

* Hiçbir arzu yok içimde. Hiçbir tahassür yok. Gök mavi ve duru. Biraz sisli. Fırtına nasıl ve ne zaman dindi?.. Hatta, dindi mi?. Bilemiyor. Kedi gibi, köpek gibi, ağaç gibi yaşamak. Yaşayamaz ki... Gemiye binmiş bir kere... Daha doğrusu bindirilmiş...

* Düşen tutunacağı dalları seçmez...

* Dalga, şuurun derinliklerinden yükseliyormuş demek... Satıhtaymış. Sert ama sığda. Varlıktan ademe yuvarlanışta, ellerinin ihtiyaçla uzandığı dallardan biri daha kırılmış ne çıkar?.. Gölgeleri dal diye kucaklamaya kalkışmanın akibeti... Gölge... İnsanlar birer gölge, konuşan, gülen, inleyen ve eriyen birer gölge... Toprak nasıl emerse suları, zaman da bu gölgeleri öyle yutuyor...

* Neden en küçük fırtına bu gemiyi dümensiz bırakıyor?.. Bu bocalayışların hepsi de soyumuza has bir alın yazısı mı?.. Yoksa... Bu ‘yoksa’ öldürüyor... Sürü ile acı çekmek, acı çekmemek gibi bir şey... Sürünün terk ettiği hasta bir koyun olmak güç...

* İnsanların en terbiyesizi, insanlığın en büyük terbiyecisi olmuş...

* Aydın, tazminattan beri batı kapitalizminin şuursuz simyarı.

* Kaçış, daima zelilanedir. Bu kaçış bir kendini arayışta değil, pervanenin ışığa koşması da. Hürriyet, hürriyet... Ne hürriyeti?. Mevcut hürriyetleri kullanıyor musun?...

* Sanatın vazifesi faniyi edebileştirmek, tabiattaki korkunç tahrip dehasıyla göğüs göğüse mücadele etmek değil mi?..

* Her acı ne kadar ferdi, ne derece alelade olursa olsun insanlığın uçsuz bucaksız orkestrasında bir ahenk unsurudur...

* Edebileşmek uçurumların da hakkı...

* Gördüklerimiz sudaki akislerimizdi çok defa...

* Her sanatın amacı bir fetihtir, bir inşadır...

* Bulanık akıyor şuur ırmağı, bulanık... Derinlikleri seçilemiyor. Aksettirdiği, gökte soluk birkaç yıldız. Neden eğilmek istiyorsun hep?.. Kalbini teşrih masasına yatırmaktan bıkmadın mı?

* Dünyanın bütün tımarhaneleri bizim entelijansiyanın kafatası yanında birer aklıselim mihrakı.

* Bir ideal için ipe çekilmek ölümlerin en güzeli...

*Will Durant medeniyet iki cümudiye devri arasında bir dinleniş, bir nefes alış diyordu, zelzele devri şöyle bir başını kaldırmaya görsün ne kent kalır, ne köy kalır...

* Nihayet nasıl ve niçin doğduğuna bir türlü akıl erdiremediğimiz insanoğlu, faydasız canlılarla ezilen kainatta açlıktan ölmemek için kendi kendini tahrip eden ve üniversel hezeyana akıl erdirebilen garip mahluk. Boşluklarla imkanlarla dolu bir mültiver...

* Felaket benim planımda izale edilse bile, bu hiçbir meseleyi halletmez...

* İnsanlık Tanrı’dan vazgeçtiği gün, kederinden öldü Tanrı. Onunla beraber insanlıkta öldü...

* Demek aklın sesi rüzgarın uğultusundan daha manasız... Kılavuzların çığlıkları, çılgın kahkahalar arasında boğulmuş asırlardır... Kadeh şakırtıları, halhaller ve heyheyler ve kuyuya doğru ilerleyen kafile... Kör kuyuya...

* Aileyi yönlendiren biyolojik faktörler değil, kültürel faktörlerdir...

* Hayat çoğu defa kılıçla başlayan, satırla biten rengarenk bir rüyaydı...

* Düşüncenin malzemesi dildir...

* Cümleler çok defa düşünce bayırını güçlükle tırmanıyor...

* Kartallar uçmadan önce ücra kayalıklarda talim yaparmış...

* Söz zehirli bir kama. Ama kelimeleri gönülde açtığı yarayı ancak kelimeler iyileştirebilir...

* Belki öldürdüğün her canlı da ölen kendinsin... Ama bunu ne zaman kavrayacak insan. Ya örs olacaksın, ya çekiç diyor Geothe. Çekiç de çelikten, örs de çelikten. Örsle çekiç kardeş. Ne kardeşi? Aynı varlık, tek varlık. Hakikat bu mu?. Ezilmek istemiyorsan ez mi hakikat?...

* Kadın da bayrak gibi, bir sevgiyi mihraklaştırdığı ölçüde kutsallaşıyor...

* Mağaradan kaçmak... Fakat nereye?.. Gece karanlık... Ve rüyalarından başka kılavuzun yok...

* Düşüncelerin müphemin duvarlarını aşmayacak. O duvarı korkuların ördü, korkuarın ve şükranların...

* Fizyokrasi kelimesi ile toprağı biricik servet kaynağı sayan doktrin arasında bazen bir münasebet kuranlar görülmüş ise de bu sadece hatadır...

* Farkına varmadan yaşıyoruz, tırmanınca da gözlerimiz açılıyor...

* Hepimiz yarı yoldayız... Ama ben kabus içindeyim. Yürüyemiyorum...

* Edebiyat parçanın parçası diyor Geothe...

* Dil iki tarzda kullanılabiliyor. Kelimelerin hedefi ya yeni düşüncelerin, yeni duyguların ifadesi, ya da anlaşılır olmak. Yani ya varlıkların yeni bir cephesini belirtmeye çalışacaksınız, yahut bilinen, kabul edilen mefhumları en rahat, daha doğrusu en rahatsız etmeyici şekilde yorumlayacaksınız. Yazı bütün nüansları yakalamaya, bütün kaprisleri dile getirmeye çalıştı mı anlaşılır olmaktan çıkar bir parça ("ecri-ture artiste"). İkinci temayül de basma kalıba götürür bizi: beylik lâkırdılar, vecizeler, darb-ı meseller.. Bereket ki bu iki kutup arasında kesin bir sınır yok. İki temayül çok defa kucak kucağadır. Yani bunlar ayrı kategoriler değildir...

* Fertlerle gruplar arasında akça gibi tedavül eden yerleşmiş ve muayyen değerler vardır. Kelimeler ve kelime kombinezonları bu değerleri aktarmaya yarar sadece...

* Burjuva kelimeler dünyasındaki ihtilallerden hoşlanmaz...

* Dille beraber edebiyat da öldü... Yani içtimailiğini kaybetti. Ve yeni hiçbir değer getirmedi...

* Hayat yeni biçimler, yeni iddialar peşindedir. Cemiyet istikrardan hoşlanır. Edebiyatı savaş alanı haline getiren bu iki zıt istek...

* Heyecan daima taze, kelime ezelden beri eski. Sanat eserinin hammaddesi, dış dünyadan gelen intibalar. Onları biçime sokmak!..

* Yaratıcılığın, kendine has doğum sancıları, hummaları, ve-citleri var...

* Şuur ummanının derinliklerine yeniden atıyoruz ağımızı. Anı ebedileştirecek büyü-kelime büyücümle bütün hazinelerimizin içinde ya var ya yok. Düşünce ve heyecan spermatikos; kelime rahim...

* ‘Özleştirme’ adı verilen cinnet salgınını mahkum etmiyor bu kalabalık, koşmaktan hoşlanmadığı için yerinde, nereye gidiyorsunuz diye haykırmıyor, koşanı alkışlıyor, bataklığında kalmak istiyor...

* Moreno'ya inanmıyorum. Psikodram hangi ruh düğümünü çözebilmiş? Şuuraltı. Şuuraltı, biyolojiğin saltanat sürdüğü uçurum. Hayatı yaşanılır hale getirmek için, acılarımızın çok reel kaynaklarından uzaklaşıp, meçhuldan hatta belki de muhayyelden medet ummak. Psikanalizde de, psikodramda da şarlatanlığın payı çok büyük. Ödip kompleksi bile nesiller arasındaki anlaşmazlıktan doğmuyor mu?..

* Ancak başkalarının sırtından geçinen, her istedikleri kolayca gerçekleşen mutlularda gelişiyor şuuraltı. Göbeğine bakıp Tanrıyı görmek gibi bir şey bu...

* Düşüncenin vazifesi bütün ateşten denizleri gül bahçesine çevirmek, gerekirse yanarak çevirmek...

* Coğrafyaların fermanlarına ağaç boyun eğer. Kendileri ile beraber yaşayacağı insanları seçmek insanların en tabii hakkı...

Cemil Meriç Jurnal I...

Share/Save/Bookmark