Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Seçkinlik ve Sıradanlık II...

Beyin bir tür asalağa benzetilebilir, insan bedeninin doğrudan iç ekonomisine katkıda bulunmaz, ama onun bir parçası olarak bütün gıdasını ve besinini ondan alır; bedeninin en tepesinde güvenli bir şekilde konuk edilir ve burada kendi kendine yeterli ve bağımsız bir hayat sürer. Benzer şekilde denilebilir ki kendisine büyük zihni kabiliyetler bahşedilmiş insan, herkes için ortak olan ferdi hayattan ayrı olarak ikinci bir hayat, tamamıyla zihni olan bir hayat sürer. Bu kendisini sadece öğrenim ve bilginin değil, fakat gerçek sistematik bilgi ve kavrayışın (ince seziş gücünün) süreli arttırılmasına, düzeltilmesine ve genişletilmesine adanmış bir hayattır. Yol açtıklarıyla eserine yahut peşinde koştuğu şeylere zarar vermediği sürece üzerine birdenbire çullanan kader onun sükunetini bozmaz. Dolayısıyla böyle bir hayat insanı yüceltir ve onu talihinin, onun iniş çıkışlarının üzerine yükseltir. O her zaman düşünerek, öğrenerek, tecrübe ederek, bilgisini tatbik ederek çok geçmeden bu ikinci hayatı asli varoluş tarzı ve kendi şahsi hayatını da sadece kendisinden daha yüksek amaçların gerçekleşmesine hizmet eden ikincil bir şey olarak görmeye başlar…

Bu bağımsız, kendi kendine yeten zihni varoluş tarzının bir örneğini Goethe’nin hayatında görürüz. Champagne’daki savaş esnasında harbin bütün kargaşası ve keşmekeşi ortasında o renk teorisi için müşahedelerde bulunuyordu ve bu savaşın sayısız felaketleri kısa bir süre için Luxemburg şatosuna çekilmesine izin verir vermez Farbnlehre’sini (Renk Öğretisi) yazmaya koyulmuştu. Ve böylelikle bizlere takip etmemiz gereken bir örnek, bir ülkü (ideal) bırakmıştı. Yeryüzünün tadı tuzu olarak bizler, dünyanın selleri, fırtınaları, yanımızı yöremizi istila etse, hayatın gaileleri duygularımızı heyecanlarımızı tahrik etse de, zihinsel hayatımızın gereklerinin peşinde koşarken, bizi asla hiçbir şeyin rahatsız etmesine izin vermemeli ve köle kadının değil, özgür kadının çocukları olduğumuzu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Dum convellor mitescunt veya Conquassate sed ferax* vecizesiyle birlikte kalkanlarımıza işlenmek üzere bir arma olarak rüzgarın alabildiğine sarsıp salladığı, fakat her şeye rağmen kıpkırmızı meyvelerini dallarından dökemediği bir ağacı öneriyorum…

Kişilerin safi zihni hayatının bir bütün olarak insanlıkta bir muadili yahut karşılığı vardır. Çünkü burada da gerçek hayat sözcüğün hem tecrübe hem aşkın anlamında iradenin hayatıdır. İnsanlığın safi zihni hayatı bilimler yoluyla bilginin arttırılması çabasında ve sanatların kusursuzlaştırılması arzusunda kendini gösterir. Böylelikle hem bilim, hem sanat çağlar ve asırlar boyunca yavaş yavaş ilerler ve geçmişin karanlıklarına karışmazdan önce her bir kuşak bu ilerlemeye kendince katkıda bulunur. Bu zihni hayat gökten bahşedilmiş bir şey gibi dünyanın telaş ve koşturmacası üzerinde sessiz sedasız süzülüp durur ya da onu mayanın kendisinden, iradenin tahakkümü altında bulunan ulusların gerçek hayatından, neşet eden güzel kokulu bir havaya benzetebiliriz ve ulusların tarihinin yanı başında felsefenin, bilimin ve sanatın tarihi masum ve kansız yolunu ağır adımlarla takip eder…

* Sallanmış, sarsılmış fakat meyveleri dalında…

Share/Save/Bookmark