Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Su...

bir bitki gibi
beni eğdikleri yere büyüyorum
sessizliğimde yıkık intihar tasarıları
hiçbir yere gidemiyorum
hiçbir yerde yeterinden fazla kalamıyorum
kımıltısız boyun eğiyorum mengeneye
bu bildiğim tek yaşam şekli...





kopar kellemi ey yürek basıcısı
acele et soyunmaya, paçavrayım soluğunda...
zaman iyi eder mi ahlaksız kamburumu
tırnaklarımda atalarımın manasız öcü
kimsenin derdi kalmasın istiyorum kimseyle
en büyük yıkıcısı asil kördü köleliğimizin
devrildik yan yana duran ağaçlar gibi
tutunduk düşerken
yılmadık birbirimizi devirmekten...


(piyanonun tuşları gibi bitişik yaşamlarımızda; kimimiz beyazız, kimimiz bemoller ve diyezlerde kapkara...sararmışlığımıza aldırmadan, yaradan hepimize bir küçük nota gibi dokunuverir ölümlerimizde...
bir büyük sesiz belki de birlikte, ama ne var ki artık hepimiz, sefalet yalnızlığımızda, tek bir ses olmaya niyetlenmişken, anlamsız tuşlar gibi kayırıyoruz bedenlerimizi sevişirken...)

söyle bana çığlık
boğazın yırtılır mı ağlamaktan / gevişinde kan tadı olmalı
bilirim ne seversin kendine acıma reveranslarını
kulaklarına yığılan onca sözün altında
eziyet çekmeden yıkanabilir misin kalabalık sularda
siyah bulaşmış çoktan genzine /
aldırma tüm dünya saatleri gecikmiştir zaten sana...

(siyah, "cao crno"* dedi çocuk kadına...
kadın anlamadı parmakları bükük müzisyeni, oysa sürgün yemiş bir çocuk mazurkayla dansedemiyordu ülkesinin dağlarında ...
bu nasıl bir adalet kılıcı / değiştiremiyorum etrafımdaki hiçbir fenalığı...)

gece tüm yardakçılığıyla sinmişti etime
çok içmiştim yine
kustuğum katran öfkemde
çentiklerini yokladım kafatasımın / her şey yerli yerinde...
etekleri kısa / yüzü uzundu çirkefliğimin
şarkı söyleyen çingeneleri ses yiyicileri içmişti
adamları çirkin,
denizi fersiz bir ıssızlıktı gecenin rengi...

memelerine baktım ayın
güldüm masamdakilere belli etmeksizin
ben mi gariptim / onlar mı fuhuşkar
en sevdiğim yalanlarımı sıraladım bir bir
gülümserken buz revan...

hiç utanmıyordu gece benden
arsızlığa alıştım kent güllerini etime serperken
caddelerde dolandım
dolaylı ağladım
göbek bağımı koparmışçasına
sıkıldım o şık otomobillere binmelerden
topuk seslerimle yardım kaldırımları
sahtekarlığımın orta yerine bıraktım kahkahamı
infilak etti sokak köpekleri / bekçi düdükleri / ezan sesi
kopan / parçalanan
kısalan / büzülen
ben miydim şimdi...

(titizlikle ışığa tuttum gecenin röntgenini...
siyah ışığın korkusunda hurdasını araklıyordu çöpçü binekleri, deva bulamadım yoksulluğuna sokakta bekleyen dilencilerin, züğürt ve kuşkulu taradım saçlarımı...
saçlarım / yoksa hâlâ kadın mıydım / çürümemiş miydim
yaşamakta mıydım...)

bitkindi usum asırlık lahitler barınıyordu tövbemde
üstelik yemiştim sözümü erdemsizce
ne kadar mühim olduğunu kim bilecek
havaya fırlattığım yalan düşmez mi sanıyorsunuz yere
parçalanan hangi yürek hangi gariban mahluk itliğimizle...

biliyor musunuz
üstelik korkuyorum
hiç korkmadığımı söylüyorum beni sevenlere
korkmasınlar diye
ama korkuyorum işte...

içimin duvarlarına gömüyorum sinik ağıtlarımı
kocaman bir gökyüzünü sırtlıyorum / soluğum durgun
en bedavasındayım ölümlerimin bu gece...

tüm sorularım cevaplarıma tırmandı
bilge bir cahil kıldı beşer beni...
görmüştüm suya düşen düş(ünce)lerimi
ıslaktı tedirginliğim / sıcaktı tedarikli serüvenlerim
ey elini suya sokan talihsiz kurcalayıcı
hem beni, hem kendini yakarken
çek elini suyumdan / ö l e b i l i r s i n..

oysa sen yaşamalısın / ölü kuşlar yiyerek yüreksizliğinde
çek elini tenimden / bir anımdır sana sunabileceğim
kıvrak bir rakkasedir yatağında etim /
dansımı yapıp / yitmeliyim...
arkamdan
gelme suyuma / huyuma / kuyuma
düş bozumlarıma / kimliksizler ülkesindeki yurtsuzluğuma...
çöktü kubbesiz gök kıdemli omuzlarıma
mühim bir tezatlığı zapt eder gibi girmeliydin koynuma...

yaşamın en gülünç çocuğusun sen salyalı
meydanlarda
soyunuk öpüşlerini tanımadığım en esmer adam
her perşembe abdestli en dindar kadın

hiçbiriniz uyurken görmedi beni
kininiz bu yüzden mi...


oysa hep gözüm kapalıydı yalanlarınıza
kandım sevdiğim tüm adamlara / gönüllü / çöl vahabisi
hepinizle sevişmek istedim korkusuzca
lakin kâfidir
gayrı bırakın da
öleyim boynuma dolanan yılanlarla...

ihanetçi saki
doldur sayfalar dolusu yazdığın rakı kadehlerini
ben göçüyorum artık
yağmur olup bitkisiz ormanlara düşüyorum
sen sakın ağlama / maşalı kandillerle dağlama
nasıl olsa koca puntolarla u n u t m a k yazılı zamana...

ki inanmadım hiç
hep doğruyu söylediğini tasnif eden riyakâra
ki sen de inanma... / ...sakın ola inanma...

(kent siyamlarının gitgide kalabalıklaştırdığı yaşamlarımızda ivedi yalnızlaşıyoruz aslında...garip inlemelerdir tüylerimiz yolunurken şiirleşen , dalımıza binen bir baltada sayıklamalarımızdır çıkardığımız acı sesler...hiçbir dile benzemeyen dudakları sözdür haykırışımızın...
belki de hiçbir şeydir şiir , sadece büyütüyoruzdur anlamsızlığımıza anlam katmalarda...
o yüzden söylenen hiçbir şeye inanmadım...
sen de inanma ...
sakın ola inanma...)

*cao crno; merhaba siyah / sırpça


21.08.2004 / İzmir

Ömür Nihan Akçalı


Share/Save/Bookmark