Yalandır kısalığı yaşamın... Ve özellikle insan dediğimiz şey, inançlı bir insan soyunun parçasıysa... Edip Cansever ...

Önemli olan Tanrı’nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı’da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir… Hakan Günday

Lekesiz Algı Üstüne...

Dün ay yükselirken, güneş doğurmak istermiş gibi geldi bana: öylesine geniş ve gebe dururdu ufukta...

Ama gebeliği yalancı bir gebelikti; ben aydaki erkeğe inanırım da, aydaki kadına inanmam...

Doğrusu, onda pek erkeklikte yoktur ya, bu utangaç gece cümbüşünde... Evet, damlar üzerinde tedirgin bir vicdanla gezinir o...

Şehvet düşkünüdür, kıskançtır aydaki o kesiş; yeryüzüne şehvet duyar o, ve sevenlerin bütün sevinçlerine...

Hayır, sevmem damlarda sürten bu kediyi!... Tiksinirim yarı kapalı pencerelere sokulan herşeyden!...

Yıldız halılar üzre yürür o, sessiz ve sofu: -Ama ben usul basan, mahmuz şakırdatmayan insan ayaklarını sevmem...

Her dürüst adım ses verir; oysa kedi toprak üzerinde uğrun uğrun gider... Bak, kedi gibi geliyor ay, dürüstlükten uzak...

Şu bencetmeceyi sunarım size, ey duygulu, iki yüzlü kişiler, ey "duru algılayanlar"!... Ben size şehvet düşkünleri derim!...

Yeryüzünü ve yersel olanı sizde seversiniz: iyi anladım sizi!... -Ama sevginizde utanç var, tedirgin bir vicdan var, -Ay gibisiniz!...

Yeryüzünü hor görmeye kandırılmış ruhunuz; ama barsaklarınız kandırılmamış: bunlar en güçlü yerleriniz sizin!...

Ve ruhunuz, barsaklarınızın buyruğuna girmekten utanç duyuyor şimdi; utancını gizlemek için de, sinsi ve yalancı yollara sapıyor...

"Bence en ulu şey" -der yalancı ruhunuz kendi kendine..._"Hayata istek duymadan bakmaktır, köpek gibi, dilini sarkıtarak bakmak değil..."

Bakmakla mutlu olmak : ölü bir istemle, bencilliğin pençesinden ve açgözlülüğünden uzak, _tepeden tırnağa soğuk ve külrengi, ama esrimiş ay gözleriyle bakmak!...

Bence en sevimli şey "_baştan çıkmış olan böyle baştan çıkarır kendini..." yeryüzünü ayın sevmesi gibi sevmektir... Yeryüzünün güzelliğine ancak gözlerle dokunmaktır...

"Ve bence şudur bütün nesnelerin lekesiz algılanması: nesnelerden bir şey istememek, onların önüne bin gözlü bir ayna gibi uzanabilmek..."

Ey duygulu, iki yüzlü kişiler, ey şehvet düşkünleri!... Sizin isteğinizde suçsuzluk eksik: bu yüzden kara çalarsınız her isteğe!...

Gerçek, siz, yaratanlar, doğurganlar ve oluştan sevinç duyanlar gibi sevmezsiniz yeryüzünü!...

Suçsuzluk nerdedir?... Doğurma isteminin olduğu yerde... Ve bence en duru istem, kendinden öte yaratmak istiyende bulunur...

Güzellik nerdedir?... Bütün istemimle, istemem gereken yerde: görüntü, salt görüntü olarak kalmasın diye sevmek ve yok olmak istediğim yerde...

Sevmek ve yok olmak : Bunlar ta baştan beri uyarlar birbirine... Sevme istemi : Bu ölmeyi de istemektir... Böyle derim size ödlekler!...

Oysa sizin o iğdiş gözsüzmeniz, "dalınç" adını almak istiyor şimdi!... Ödlek gözlerin kendisine dokunmasına ses çıkarmayan şeye de "güzel"denecek!... Ah, soylu adları kirletenler sizi!...

İşte üstünüzdeki ilenç, ey temiz kişiler, ey arı duru algılayanlar: Hiç bir zaman doğuramıyacaksınız, ufukta geniş ve gebe dursanız da!...

Gerçek, ağzınızı soylu sözlerle doldurursunuz: Yani yüreğinizin taştığına mı inanalım, yalancılar?...

Ama benim sözlerim küçük, horgörülesi, çarpık sözlerdir: Yemek masanızdan düşenleri seve seve toplarım ben...

Ama ben onlarla daha gerçeği söyleyebilirim iki yüzlülere!... Evet, kılçıklarım, kabuklarım ve dikenli yapraklarım, - gıdıklayacak burunlarını iki yüzlülerin!...

Sizin ve sofranızın çevresinde hep kötü bir hava vardır: Şehvetli düşünceleriniz, yalanlarınızla sırlarınız bu havanın içindedir çünkü!...

Kendinize inanmıya kalkışın yalnız, _kendinize, bir de barsaklarınıza!... Kendine inanmıyan hep yalan söyler...

Siz bir tanrının maskesini takmışsınız, ey "arı duru kişiler" : bir tanrı maskesinin altına çöreklenmiş iğrenç yılanınız...

Gerçek, siz aldatırsınız, ey "dalgın kişiler"!... Bir zamanlar Zerdüşt bile sizin tanrısal derilerinize aldanmış, onların içini dolduran yılan kangallarını sezememişti...

Bir zamanlar, oyunlarınızda bir tanrı gönlünü oynar gördüğümü sanırdım, ey duru algılayanlar!... Sizin sanatlarınızdan üstün sanat yok sanırdım...

Yılan pisliğini ve kötü kokuyu, uzaklık gizlerdi benden: ortalıkta bir kertenkele kurnazlığı şehvetli ayın sevişmesi!...

Ama ben size yaklaştım: Derken geldi gündüz bana...-Şimdi de size geliyor, sona erdi ayın sevişmesi!...

Bakın işte!... Tutulmuş ve solgun duruyor orda, -TAn Kızıllığının önünde!...

O geliyor çünkü o, parıl parıl yanan, - onun yeryüzüne sevgisi geliyor!... Suçsuzluktur, yaratıcı özlemdir her güneşi sevgi!...

Bakın işte, nasıl sabırsız geliyor denizin üzerinden!... Sevgisinin susuzluğunu ve sıcak soluğunu duymuyor musunuz?...

Denizi emmek istiyor o, denizin derinliklerini kendi yüksekliğine çekmek istiyor: Denizin arzusu binlerce göğüsle kabarıyor işte...

Güneşin susuzluğuyla öpülmek, emilmek istiyor; hava olmak istiyor, yükseklik ve ışık yolu ve ışığın kendisi olmak istiyor!...

Gerçek, güneş gibi ben de severim hayatı ve bütün derin denizleri...

Algı da şudur bence: Derin olan herşey ağacaktır, _Benim yüksekliğime!...

Böyle buyurdu Zerdüşt...

F.Nietzsche

Share/Save/Bookmark

İnsanca Öngörü Üstüne...

Yükseklik değil, yokuştur korkunç olan!...

Yokuş, bakışın aşağı dikildiği yer, elinse yukarı uzandığı... Burda, çifte istem yüzünden sersemleşir yürek...

Ah, dostlar, benim yüreğimin çifte istemini de kestirebilir misiniz?...

Bakışım doruğa dikilir, elimse derinliği kavramak, derinliğe tutunmak ister, _budur benim yokuşum ve tehlikem, bu!...

İnsana sarılır istemim; kendimi zincirlerle bağlarım insana, hep yukarı... Üstinsana doğru çekilirim de ondan: Çünkü orayı ister öbür istemim...

Ve bundan ötürü kör gibi yaşarım insanlar arasında, sanki onları tanımıyormuşum gibi: Elim, sağlamlığa inancını büsbütün yitirmesin diye...

Siz insanları tanımam: Bu karanlık, bu avuntu sık sık çevreme yayılır...

Geçitte oturur, her bıçkının yolunu bekler, sorarım: Kim beni aldatmak ister?...

Benim insanca öngürüm budur, _yalancılara karşı tetikte olmamak için, beni aldatmalarına izin veririm...

Ah, insana karşı tetikte olsaydım, insan nasıl bağlama yeri olurdu benim topuma!... Pek kolay kopar, havalanırdım!...

Benim alnıma böyle yazılmış, ben tedbirsiz olmak zorundayım...

İnsanlar arasında susuzluktan ölmek istemiyen, bütün bardaklardan su içmeyi öğrenmelidir; insanlar arasında temiz kalmak isteyen, kirli suyla yıkanmayı dahi bilmelidir...

Avunmak için sık sık söyle derdim kendime: "Peki koca gönül!... Mutsuzluğun biri sana zarar veremedi: mutluluğunmuş gibi tadını çıkar bunun!..."

Fakat şu da öteki insanca öngürümdür: Büyüklenenleri, gururlulardan daha çok esirgerim...

İncinmiş büyüklenme, büyün acıklı olayların anası değil midir?... Oysa gururun incindiği yerde, gururdan daha iyi bir şey doğar...

Hayatı seyretmenin güzel olması için, hayat oyununu iyi oynamak gerekir; ama bunun için de iyi oyuncular ister...

İyi oyuncu olduklarını gördüm bütün büyüklenenlerin: Onlar oynarlar ve isterler ki, başkaları onları seyretmiye can atsınlar, _bütün ruhları bu isteğin içindedir...

Onlar kendilerin oynarlar, kendilerini türetirler; onların yakınında hayatı seyretmeyi severim. _Karadüşüngüye bire birdir...

Bunun için esirgerim büyüklenenleri, onlar karadüşüngünün hekimleridirler, beni oyuna bağlar gibi insana bağlar da ondan...

Sonra : büyüklenen kişide ki alçak gönüllülüğün tam derinliğini kim ölçebilir ki!... Alçak gönüllülüğünden dolayı iyi davranırım, acırım ona...

Kendine inanmayı sizden öğrenmek ister; bakışlarınızla beslenir, ellerinizden övgü yer...

Onun için iyi yalanlar söylersiniz, inanır yalanlarınıza bile: Çünkü yüreği iç çeker kendi derinliğinde: "Ben neymişim!..."

Ve gerçek erdem, kendini farketmiyen erdemse, _tamam, büyüklenen kişide alçak gönüllülüğün farkında değildir!...

Fakat şu da üçümcü insanca öngürümdür: Kötüleri seyretmekten aldığım tadı, sizin ürkekliğiniz bozsun istemem...

Kızgın güneşin kuluçkaya yatmasından çıkan o harikaları görmiye bayılırım: Kaplanları ve hurma ağaçlarını ve çıngıraklı yılanları...

İnsanlar arasında dahi kızgın güneşten üreyen güzel bir soy vardır, _kötülerdeyse ne harikalar bulunur!...

Gerçekten, en bilgeleriniz bana pek o kadar bilge gelmediği gibi, insan kötülüğünü dahi saldığı ünden aşağı buldum...

Ve sık sık sordum başımı sallayarak : Daha ne çıngırdayıp durursunuz, ey çıngıraklı yılanlar?...

Gerçek kötülük için bile gelecek var daha!... Ve en sıcak güneyi daha bulamadı insan...

Daha oniki ayak genişliğinde ve üç ay uzunluğunda nice şeyler var ki, bunlara en büyük kötülükler denmekte!... Ama birgün daha büyük ejderler gelecek yeryüzüne...

Üstinsan ejderden yoksun kalmasın diye, kendisine yaraşan üstejderden, _ ıslak, el değmemiş ormanlar üstünde nice kızgın güneşler yanması gerek daha!...

Kaplanlar türemeli yaban kedilerinizden, _kara kurbağalarınızdansa, timsahlar: Çünkü iyi av ister iyi avcı!...

Gerçek, ey iyilerle doğrular!... Sizde gülünecek çok şey var, _hele şimdiye dek "şeytan" denen şeyden korkmanız!...

Gönülleriniz büyük olana öylesine yabancı ki, iyiliğiyle size korkunç gelecektir üstinsan!...

Size ey bilgeler, ey bilen kişiler!... Üstinsanın çırılçıplak yıkandığı o bilgeliğin yanan güneşini görseniz, kaçarsınız siz...

Siz ey, gördüğüm en yüksek kişiler!... İşte sizinle ilgili kuşkum, işte bıyık altından gülüşüm: Siz, korkarım, şeytan diyeceksiniz benim üstinsanıma!...

Ah, bu en yüksek, bu en iyi kişilerden bıkmıştım: Onların "yüksekliğinden" yukarlara, dışarlara, ta üstinsana ağmayı özlerdim ben!...

Bu en iyi kişileri çıplak gördüm de, tüylerim ürperdi: Uzak geleceklere havalanmak için kanat çıkardım derken... _

Daha uzak geleceklere, sanatçının şimdiye dek düşünden geçirmediği daha güneysi güneylere: oralara, tanrıların bütün giysilerden utandığı yerlere!...

Sizi, ey komşularım, ey benzerlerim..._ Kılık değiştirmiş ve iyi giyimli ve büyüklenen ve saygıdeğer " iyilerle doğrular" olarak görmek isterim ben...

_Ben de kılık değiştirip, öyle oturacağım aranıza... _ Sizi ve kendimi tanımayayım diye: Benim son insanca öngürüm budur da ondan...

Böyle buyurdu Zerdüşt...

Friedrich Nietzsche

Share/Save/Bookmark

İyilik ve Kötülük...



İyilik ve Kötülük Yaşlı kızılderili reisi, kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu... Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve 12 yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesinin önünde boğuşup duruyorlardı... Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar... Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli görünürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.... O merakla sordu dedesine... Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı...

"Onlar," dedi, "benim için iki simgedir evlat..."
"Neyin simgesi?" diye sordu çocuk...
"İyilik ile kötülüğün simgesi... Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük, içimizde sürekli mücadele eder durur... Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm... Onun için yanımda tutarım onları..."

Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?.."

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:

"Hangisi mi evlat?.. Ben hangisini daha iyi beslersem o kazanır...”

Share/Save/Bookmark

Engerek Sokması Üstüne...

Bir gün Zerdüşt, hava sıcak olduğu için kolları yüzünde, uyuyakalmıştı bir incir ağacının altında... Derken bir engerek geldi ve boynundan soktu, öyle ki Zerdüşt ağrıdan bağırdı... Kolunu yüzünden çekince, yılını gördü; ve yılan tanıdı gözlerini Zerdüşt!ün... Beceriksizce kıvrılıp kaçmıya yeltendi...
- "Olmaz" dedi Zerdüşt... "Daha teşekkürümü almadın ki!... Beni vaktinde uyandırmış oldun, yolum daha uzun..."
-"Yolun kısa..." dedi engerek üzgün üzgün..."Benim ağım öldürücüdür..."
Zerdüşt gülümsedi...
"Ejderin yılan ağısından öldüğü nerde görülmüş?..." dedi.. "Geri al şu ağını!... Sen bunu bana armağan edecek kadar zengin değilsin..."
O zaman yılan yine sarıldı Zerdüşt'ün boynuna, yarasını yaladı...

Zerdüşt birgün bunu öğrencilerine anlatınca, onlar sordular : "Peki bu öyküden alınacak ahlak dersi nedir, ey Zerdüşt?..." Zerdüşt de şöyle cevap verdi:

Ahlak yıkıcısı, derler bana iyilerle doğrular: Benim öyküm ahlaka aykırıdır...

Ama, düşmanınız olursa, kötülüğüne iyilikle karşılık vermeyin: onu utandırır da ondan... Yalnız, size iyilik ettiğini gösterin ona...

Ve utandırmaktansa, kızın!... Ve size sövüldüğünde, sizin de övmiye kalkışmanız hoşuma gitmez... Biraz da siz sövün!...

Ve size büyük bir haksızlık edilecek olursa, siz de buna beş küçük haksızlık ekleyin... Korkunçtur haksızlığa yalnız katlananı seyretmek...

Bunu biliyor muydunuz?... Bölüşülen haksızlık, yarım haktır... Ve buna katlanabilen, kendisi yüklenmeli haksızlığı!...

Küçük bir öç, hiç öç almamaktan daha insancadır... Ve ceza, saldırgan için aynı zamanda bir hak ve şeref olmazsa, cezanız eksik olsun!...

Kendini haksız çıkarmak, hak istemekten daha soyluca bir iştir, hele kişi haklıysa...Yalnız kişi, bunu yapacak kadar zengin olmalı...

Sizin soğuk doğruluğunuzu istemem; yargıçlarınızın gözünden cellat ve cellatın soğuk kılıcı bakar hep...

Söyleyin, gören gözlü sevgi olan doğruluğu nerde bulmalı?...

Öyleyse, yalnız cezaya değil, bütün suça da katlanan sevgiyi yaratın bana!...

Şunu da işitmek ister misiniz?... Tepeden tırnağa doğru olmak isteyen için, yalan bile insanseverlik olur...

Fakat nasıl tepeden tırnağa doğru olabilirim ki!... Nasıl herkesin hakkını verebilirim ki!... Şu bana yetsin : Herkese kendi hakkımı veririm...

En son kardeşlerim, yalnıza haksızlık etmekten sakının... Yalnız nasıl unutur!... Acısını nasıl çıkarır!...

Bir derin kuyuya benzer yalnız... Taş atmak kolaydır içine: Ama bu taş dibe inecek olursa, deyin bana kim çıkarabilir?...

Yalnızı incitmekten sakının!... Ama incitecek olursanız, eh, artık öldürün de!...

Böyle buyurdu Zerdüşt...

F.Nietzsche...

Share/Save/Bookmark

Yeni Put Üstüne...

Bazı yerlerde daha uluslar ve sürüler vardır, ama bizde yoktur kardeşlerim: burda devletler vardır...

Devlet mi?... O da ne?... Peki!... Şimdi bana kulak verin, size ulusların ölümünden söz açacağım...

Bütün soğuk canavarların en soğuna devlet denir... Soğuk soğuk yalan söyler o; ve ağzından şu yalan sürüne sürüne çıkar: "Ben, devlet, _ulusum ben..."

Yalan!... Yaratıcılardı ulusları yaratanlar ve onların üstüne bir inanç ve bir sevgi asanlar: böylece hayata hizmet ettiler...

Yıkıcılardır, nicelere tuzak kuranlar ve buna devlet diyenler: onların üstüne bir kılıç ve yüz arzu asarlar...

Nerde daha ulus varsa, orda devlet anlaşılmaz; kem göz ve yasalara, törelere karşı işlenmiş bir günah sayılarak ondan nefret edilir...

Size şu belirtiyi veririm: her ulus kendi iyilik ve kötülük diliyle konuşur: komşu anlamaz bunu... O, dilini, yasaları, töreleri içre yaratmıştır kendine...

Fakat devlet, bütün iyilik ve kötülük dilleriyle yalan söyler;ve ne söylese yalandır... _ ve nesi varsa hepsi çalmadır...

Düzmedir onda herşey; çalınmış dişlerle ısırır bu ısırgan... Barsakları bile düzmedir onun...

İyilik ve kötülük dillerin karışıklığı; devletin belirtisi olarak bu belirtiyi veririm size... Gerçek, ölüm istemini gösterir bu belirti!... Gerçek, ölüm vaizlerini çağırır o!...

Gereğinden arta insan doğuyor: gereksizler için yaratılmıştır devlet!...

Hele bakın, devlet nasıl ayartıyor bu gereksizleri!... Nasıl yutuyor, çiğniyor da çiğniyor onları!...

"Yeryüzünde benden büyüğü yoktur: düzenleyen parmağıyım ben Tanrı'nın... " böyle böğürür o canavar... Ve yalnız uzun kulaklılar ve kısa görüşlüler değildir diz çökenler!...

Ah, size de fısıldar, ry ulu canlar, karanlık yalanlarını o!... Ah, kendilerini harcamayı seven zengin gönülleri bulur çıkarırır o!...

Evet, sizi de bulur çıkarırır o, ey eski Tanrı'yı yenenler!... Siz savaştan yorgun düştünüz, şimdiyse yorgunluğunuz yeni puta yarıyor!...

Çevresine kahramanlar ve onurlu kişiler dizmek ister o, yeni put!... İyi vicdanların günışığında ısınmayı sever o, _soğuk canavar!...

Siz ona taparsınız, herşeyi verir size, bu yeni put: Böylece erdemlerinizin parıltısı ve gururlu gözlerinizin bakışını satın alır...

Gereksizleri ayartmada sizi yem olarak kullanır!... Evet, cehenneme vergi bir araç uydurulmuştur burda, Tanrısal şeflerin süslü koşumu içre şıngırdayan bir ölüm atı!...

Evet, niceler için bir ölüm bulunmuştur burda, kendini hayat givi över: Gerçek, yürekten bir yardım bütün ölüm vazilerine!...

Devlet derim ona, herkesin ağı içtiği yere, iyilerin ve kötülerin: Devlet herkesin ağır ağır kendi canına kıymasına "hayat" denen yer...

Şu gereksizlere bakın hele!... Türeticilerin eserlerini ve bilgelerin hazinelerini çalarlar: Kültür derler hazırlıklarına, _ve herşey sayrılık ve sıkıntı gelir onlara!...

Şu gereksizlere bakın hele!... Hep sayrıdır onlar; safralarını kusarlar ve buna gazete derler... Birbirlerini yutarlar ve kendilerini dahi sindiremezler...

Şu gereksizlere bakın hele!...Servet edinirler be bununla züğürtleşirler... Güç isterler, en çok da güç kaldıracını, bol parayı isterler, _bu yetersiz kişiler...

Tırmanışlarına bakın şu çevik maymunların!... Bir birinin sırtına binerek tırmanırlar, böylece çamura ve uçuruma yuvarlanırlar...

Hepsi de tahat ulaşmak ister: bu onların çılgınlığıdır..._ Tahtın üstünde sanki mutluluk otururmuş gibi!... Çokluk çamur oturur tahtın üstünede. _taht da çokluk çamurun üstünde oturur...

Bana hepsi çılgın görünür bunların ve tırmanan maymun ve azgın görünür... Burnuma kötü kokar putları, o soğuk canavar: Hepsi de kötü kokar burnuma, bu putperestlerin!...

Kardeşlerim, bunların ağızlarının ve iştahlarının dumanında boğulmak mı istiyorsunuz?... Pencereleri kırıp dışarı fırlasanız...

Kötü kokunun yanından çekilin!... Gereksizlerin putperestliğinden uzak durun!...

Kötü kokunun yolundan çekilin!... Bu insan kurbanlarının buğusundan uzak durun!...

Yeryüzü ulu canlar için açık duruyor daha... Nice yereler _çevresinde durgun denizlerin kokusu yüzen, _yalnızlar ve yalnız çiftler için boş duruyor daha...

Ulu canlar için özgür bir hayat açık duruyor daha... Gerçek, malı az olanın köleliği az olur: Ne mutlu küçük yoksullağa!...

Orda, devletin bittiği yerde, orda başlar gereksiz olmıyan insan: Orda başlar gerekli kişilerin türküsü, o eşsiz, o benzersiz ezgi...

Oraya devletin bittiği yere, _oraya bak, kardeşim!... Görmüyor musun gökkuşağını ve köprülerini Üstinsanın?...

Böyle buyurdu Zerdüşt...

F.Nietzsche

Share/Save/Bookmark

Kızılderili Sözleri [1]



"Zamanın başlangıcında davullar vardı. Dünya yaşamının temposunu tutturuyordu bu davullar. Gök gürültüsü, deniz kıyılarındaki düzenli gelgitler, birbirinden diğerine yavaşça geçiveren mevsimler, kuşların göç edişi, kış uykusuna yatan hayvanlar... Bu tempo içinde herşey kendi zamanını biliyor, akıl sır ermez bir şey bu. Bileğinizdeki kalp atışlarını bir dinleyin. Yaşamın temposunu yansıtır o atışlar.Eğer tempoda bir aksaklık varsa hastasınız demektir."
Jimalee Burton, Cherokee Kabilesi


"Hayat dört yönlü, dört aşamalı bir döngüdür. Bebeklik çağını temsil eden Güney ile başlar. Sonra çocukluğun neşeleriyle dolu olan Batı'ya hareket eder. Kuzey, yetişkinlik çağını getirir. Daha sonra ise yaşlılığı temsil eden Doğu gelir. Beden Toprak Ana'ya geri döndüğünde ise döngü tamamlanmış olur."
Anonim, Apache Kabilesi

"Bütün ateşler yanmaya başladıklarında aynı boydadır."
Atasözü, Seneca Kabilesi

"Yaşam nedir? Geceleyin bir ateşböceğinin saçtığı ışıktır. Kışın buffalonun soluğudur.
Otların arasında koşan ve günbatımında kaybolan gölgeciktir."
Karga Ayak, Sihasapa Kabilesi

"Cesur adam bir defa ölür, korkak ise her gün."
Atasözü, Kiowa Kabilesi

"Karanlık bastıktan sonra bütün kediler panter olur."
Atasözü, Zyni Kabilesi

"Ne kadar kaldığını ne kadar çok sorarsan yol o kadar uzun görünür."
Atasözü, Seneca Kabilesi

"Öfkenin sizi zehirlemesine izin vermeyin."
Atasözü, Hopi Kabilesi

"Doğumu yapan herşey dişidir. Kadınların ezelden beri bildiği kainatın dengelerini
erkekler de anlamaya başladıkları zaman dünya daha iyiye doğru değişmeye başlamış olacaktır."
Lorraine Canoe, Mohawk Kabilesi

"Korktuğunuz işi yaparak, korkuyu öldürün"
Sequichie, Cherokee Kabilesi

"Dikkat ettiyseniz Kızılderili herşeyi bir döngü içerisinde yapar. Çünkü dünyanın gücü her zaman döngüler içinde kendini gösterir, herşey dönmeye gayret eder. Bir zamanlar mutlu ve güçlü günlerimizde tüm kuvvetler bize kutsal bir çemberden gelirdi, o çember kırılmadığı müddetçe ulusumuz bayındır bir şekilde yaşardı. Evet, dünyanın gücü daire şeklinde çalışır. Gökyüzü yuvarlaktır, yeryüzünün de top gibi yuvarlak olduğunu duydum. Yıldızlarda yuvarlaktır. Büyük güç rüzgar döne döne eser. Kuşlar yuvalarını
daire şeklinde yaparlar, onların inancı da bizim inancımızın aynıdır. Güneş göğün bir ucundan diğerine gider gelir, böylece çember çizer. Ay da öyledir ve ikisi de yuvarlaktır. Mevsimler büyük bir döngü içinde değişir, oldukları yere daima geri gelirler. İnsanoğlunun yaşamı çocukluktan çocukluğa bir büyük dairedir. Herşey devri daim eder."
Kara Geyik, Sioux Kabilesi

"Kızılderili gururla alçakgönüllülüğü karıştırmıştır. Onun karakterinde ve eğitiminde kibir ve küstahlık yoktur. Kızılderili, doğanın sessizliği karşısında konuşma yeteneğine sahip olmayı hiçbir zaman bir üstünlük ifadesi olarak görmemiştir. Başka bir deyişle ona göre konuşma Yaratıcı'nın sunduğu tehlikeli bir yetenektir. O, sessizliğin gücüne yürekten inanır. En mükemmel denge budur. Sessizlik sonsuz bir kararlılıktır; vücudun, zihnin ve ruhun dengesidir. Varlığın fırtınaları karşısında daldaki ya da göldeki yaprak gibi titremeden, sarsılmadan, kendini sakin tutabilen insanın zihninde kelimesiz bir destan vardır. Yaşamın ideal şekli ve tavrı budur. Sessizlik karakterin köşe taşıdır."
Ohiyesa, Sieux Kabilesi

"Kurbağa, içinde yaşadığı gölü içip bitirmez."
Atasözü, Soux Kabilesi

"Yeryüzünü kaplayan ve bir tutam saç gibi büyükannenin (Toprak Ana'nın) bedeni üzerinde serilen bitkilere ilişkin bilgi edin ki yaşamda güçlenesin."
Atasözü, Winnebago Kabilesi

"Tabiatın bahçelerinde küçük bir çocuk hayretiyle gezinirken, kuşların şakımasında, suların çağıldamasında ve çiçeklerin tatlı kokusunda Yüce Ruh'un fısıltılarını duyarım. Siz buna putperestlik mi diyorsunuz?"
Zitkala Sa, Sioux Kabilesi

Share/Save/Bookmark

Mezar Türküsü...

Orası mezarlar adasıdır, susan ada; gençliğimin mezarları da ordadır... Hep yeşil kalan bir hayat çelengi iletmek isterim oraya...

Bunu gönlüme koyup aştım denizi!...

Siz ey gençliğimin görünümleri, görüntüleri!... Siz ey bütün sevgi bakışları, siz tanrısal bakışlar!... Ne çabuk yitirdim sizi!... Bugün sizi ölülerim gibi anıyorum...

Sizden, ey sevgili ölülerim, bana bir burcu koku geliyor, gönül açan, göz yaşartan... Gerçek, bu koku, yalnız gemicinin gönlünü açıyor, allak bullak ediyor...

En zengin, en imrenilesi kişiyim daha ben, _ben en yalnız olan!... Çünkü siz benimdiniz, ben sizinim daha... Deyin bana: Böyle kırmızı elmalar benden başka kime düşmüştür ağaçtan?...

Sevginizin mirasçısı ve mirasıyım daha ben; sizi andıkça renk renk, yabanıl erdemlerle çiçeklenmekteyim, ey en sevgililer!...

Ah, birbirimize yakın olmak için yaratılmıştık, ey güzel, görülmemiş harikalar; ürkek kuşlar gibi gelmediniz bana ve özlemime, _ hayır, güvenene güvenenler gibi geldiniz!...

Evet, bağlılık için yaratılmıştınız bencileyin, ince sonrasızlıklar için : Şimdi gelgeç diye mi adlandırayım sizi, ey tanrısal bakışlar, anlar: başka bir ad öğrenmedim daha ben...

Gerçek, pek erken öldünüz bana göre, kaçaklar... Ama siz kaçmadınız benden, ben de sizden kaçmadım: gelgeçliğimizde suçsusuz birbirimize karşı...

Beni öldürmek için, sizi boğdular, ey şakıyan kuşları umutlarımın!... Evet, size attı, en sevgililer, oklarını kötülük,_yüreğimden vurmak için!...

Vurdu da!... Çünkü benim gönlüme en yakın sizdiniz hep, benim dediklerim, bana benim diyenler: bu yüzden genç ve pek erken ölmek zorunda kaldınız!...

En can alıcı yerime saldılar oku: siz ki deriniz tüy gibiydi, daha doğrusu, bir bakışta sönen gülümseme gibiydi!...

Ama bir çift sözüm var düşmanlarıma: bana ettiklerinizin yanında adam öldürmek nedir ki?...

Adam öldürmekten daha beter kötülük ettiniz bana; yerine konmaz şeylerimi aldınız benden: _bunu derim size ey düşmanlarımım!...

Öldürmediniz mi gençliğimin görüntülerini, en sevgili harikalarını!... Oyun arkadaşlarımı aldınız benden, kutlu canları!... Onların anısına koyuyorum bu çelengi, bu ilenci...

Size bu ilenç, düşmanlarım!... Sonrasızlığımı kısaltmadınız mı, bir sesin soğuk gecede sönmesi gibi!... Ancak tanrısal gözlerin pırıltısı gibi gelirdi o bana, _bir anlık bakış gibi!...

Şöyle demişti mutlu bir saatinde tertemizliğim: "Tanrısal olacaktır benim için bütün varlıklar..."

Derken kirli hortlaklarla üşüştünüz başıma; ah, nereye uçtu şimdi o canım saat!...

"Bütün günler benim için kutsal olacaktır" böyle demişti gençliğimin bilgeliği: evet, sevinçli bir bilgeliliğin dili!...

Ama sonra siz düşmanlarım, çaldınız benim gecelerimi, onları uyku bilmez ağrıya sattınız: ah, nereye uçtu şimdi o sevinçli bilgelik!...

Eskiden mutlu belirtiler özlerdim kuşlardan: derken bir baykuş azmanı çıkardınız yoluma, iğrenç mi iğrenç... Ah, nereye uçtu o ince özlemim o zaman?...

Kör gibi yürütürdüm kutlu yollarda eskiden : derken pislik attınız körün yoluna: şimdi kör, eski kaldırımından tiksiniyor...

Ve en güç işimi başardığım ve yengilerimin bayramını kutladığımda: beni sevenleri bağırttınız, en çok o sıra canlarını yakarmışım gibi...

Gerçek, sizin işiniz buydu hep: en tatlı balımı zehir ettiniz bana, en iyi arılarımın çabasını...

İyilikseverliğime en arsız dilenceleri gönderdiniz hep; acımamın çevresine onulmaz yüzsüzleri yığdınız... Erdeminin inancını böyle yaraladınız işte...

Ve kutsallığımı sungu olarak koyduğumda, "sofuluğunuz" hemen daha semiz armağanlar yerleştirdi yanına: böylece en kutsallığım, sizin yağınızın dumanında boğuldu...

Ve öyle bir hora tepmek istiyorum ki, benzeri geçmişimde bulunmasın: hora tepmek istiyordum bütün göklerden öte... Derken en gözde çalgıcımı kandırdınız...

O da korkunç, ağır bir havaya başladı; ah, yaslı bir kaval gibi ötüyordu kulaklarımda!...

Öldüren çalgıcı, kötülük aracı, en suçsuz araç!... En güzel oyuna durmuştum: derken öldürdün çoşkumu seslerinle!...

En yüce şeylerin simgesini oyunla anlatabilirim ancak: _en yüce simgem dile gelmeden kaldı üyelerimde!...

Dile gelmeden, gerçekleşmeden kaldı en yüce umudum!... Ve soldu bütün görüntüleri, avuntuları gençliğimin!...

Buna nasıl dayandım?... Nasıl atlattım, nasıl kurtuldum bu yaralardan?... Bu mezarlardan nasıl yekindi ruhum yeniden?...

Evet, yara almaz, gömülmez bir şey var içimde, kayaları parçalıyacak bir şey: Bu benim istemim'dir... Sessiz ilerler o ve değişmeden, yıllar boyu...

Yolunu benim ayaklarımla yürüyecektir koca istemim; taş yüreklidir yapısı ve yaralanmaz...

Yara almaz yerim ancak topuğumdur... Sağsın daha, olduğun gibisin, ey en sabırlı olan!... Bütün mezarlardan uğramadın mı hep!..

Ne ki gençliğimde kurtarılmadı, sende yaşar daha; umut dolu, hayat ve gençlik gibi oturursun burda, mezarların sarı yıkıntıları üstünde...

Evet, sen daha benim için bütün mezarları yıkansın: selam sana istemim benim!... Ve ancak mezarların olduğu yerde olur dirilmeler...

Türküsü buydu Zerdüşt'ün...

F.Nietzsche

Share/Save/Bookmark

Dost Üstüne...

"Biri hep fazladır çevremde" böyle düşünür yalnız kişi! "Hep bir kere bir, iki olur çıkar sonunda!..."

Ben ve beni hep pek ateşli görüşürler: dost olmasa, nasıl katlanılırdı?...

Yalnız için dost, hep üçüncü kişidir...Üçüncü iki kişi arasındaki konuşmanın derinlere dalmasını önleyen bir tapadır...

Ah, bütün yalnızlar için pek çok derinlikler vardır...Bundandır, dosta ve dostun yüksekliklerine özlem çekmeleri....

Başkalarına inancımız, kendimizde neye inanmak istediğimizi açığa vurur...Dost özlemimiz bizi ele verir....

Ve sık sık sevgimizle sadece kıskançlığı aşmak isteriz...Ve sık sık saldırırız ve bize saldırılabileceğini gizlemek için, düşman ediniriz....

"Düşmanım ol hiç değilse!..." böyle der, dostluk dilemeyi gözü kesmiyen gerçek saygı...

Dost edinmek istiyen, dostu uğruna savaşmaya gönüllü: savaşmak için de, düşman olabilmeli....

Kişi dostundaki düşmana dahi saygı göstermeli...Dostuna, ondan yana geçmeden, yaklaşa bilirmisin?...

Kişi dostunda en iyi düşmanını bulmalı...Dostuna karşı koyduğunda, ona yüreğinle en yakın olmasın...

Dostunun önünde çıplak durmak mı istersin?...Kendini olduğu gibi göstermen, dostunun şerefine midir?... Ama bu yüzden, şeytan görsün yüzünü, der sana dostun!...

Kendisini hiç gizlemeyen, kişiyi deli eder...Öylesine çekinmeniz gerekir çıplaklıktan!...Evet Tanrı olsaydınız, o zaman utanabilirdiniz giysinizden....

Dostun için ne denli süslensen azdır...Çünkü sen onun için, bir ok ve bir özlem olmalısın üstinsana...

Dostunu uyurken gördün mü hiç?...Nasıl göründüğünü anlamak için?... Dostunun yüzü nasıldır sahi?...Kaba ve pürüzlü bir aynada kendi yüzündür o senin...

Dostunu uyurken gördün mü hiç?... Dostunu öyle görünce irkilmedin mi?...Ah dostum, insan altedilmesi gereken birşeydir....

Sezmekte ve susmakta usta olmalı dost...Görmek istememelisin herşeyi... Dostunun uyanıkken ne yaptığını sana düşün açıklamalı....

Ko acıman sezme olsun....Dostun acınmak istiyor mu? önce onu bilmen için....
Onun sende sevdiği belki keskin göz ve sonrasızlık bakışıdır....

Ko dostuna duyduğun acıma sert bir kabuk altında saklansın; sen bu kabuk üzerinde bir diş kırmalısın...Böyle incelir ve tatlanır o ....

Duru hava ve yalnızlık ve ekmek ve ilaç mısın dostuna sen?... Nice kimseler kendi zincirlerini çözemezler de, dostlarının kurtarıcısı olurlar....

Köle misin?...Öyleyse dost olamazsın....Zorba mısın? Öyleyse dostun olamaz....

Pek uzun bir süre köleyle zorba gizlenmiştir kadında...Bu yüzden kadın, daha dostluğa yeterli değildir...O yalnız sevgiyi bilir....

Kadın sevgisinde, sevmediği her şeye karşı haksızlık ve körlük vardır....Kadının bilinçli sevgisinde bile, ışığın yanı sıra, hep baskın ve şimşek ve gece vardır daha....

Kadın daha dostluğa yeterli değildir...Kadınlar daha kesi ve kuşturlar... Ya da olsa olsa inek....

Kadın daha dostluğa yeterli değildir...Ama deyin bana, ey erkekler hanginiz dostluğa yeterlisiniz?....

Ah sizin yoksulluğunuz, ey erkekler, hele sizin gönül oburluğunuz!... Sizin dostunuza verdiğiniz kadarını, ben düşmanıma dahi veririm, hem bununla züğürtleşmem....

Arkadşlık var....Ko dostluk olsun!...

Böyle Buyurdu Zerdüşt....

Share/Save/Bookmark

Gönüllü Ölüm Üstüne....

Çokları pek geç ölürler, kimi de pek erken ölür... Şu öğreti yabancı geliyor daha : VAKTİNDE ÖL....

Vaktinde öl : bunu öğretir Zerdüşt....

Elbette, hiç bir zaman vaktinde yaşamıyan, nasıl vaktinde ölsün?...Keşke hiç doğmasaydı!... Bunu salık veririm gereksiz kişilere!...

Ama gereksiz kişiler bile ölümlerini önemsemiyorlar daha, en boş ceviz bile daha kırılmak istemiyor...

Herkes ölmeyi önemli sayıyor : ama ölüm daha bayram değil... İnsanlar en güzel bayramların nasıl kutsanacağını öğrenmediler daha....

Tamamlıyan ölümü göstereceğim size, yaşayanlar için mahmuz ve adak olacak ölümü....

Kendi ölümünü ölür tamamlıyan kişi... Kazanmışcasına, umanlar ve adayanlarla çevrili...

Böyle öğrenmeli ölmeyi; ve böyle ölen birinin, yaşayanların adaklarını kutsamadığı hiç bir bayram olmamalı!...

Böyle ölmek en iyisidir; ikincisi de : savaşta ölmek ve büyük bir canı harcamak..

Fakat aynı iğrençlikte gelir savaşana ve kazanana...Sizin o sırıtan ölümünüz, o hırsız gibi sokulan, yine de efendi gibi gelen....

Benim ölümümü överim size, gönüllü ölümü, bana ben istediğim için gelen....

Peki onu ne zaman isteyeceğim?... Kimin ereği ve mirasçısı varsa, bu erek ve mirasçı uğruna vaktinde ölmek ister....

Ve ereğine ve mirasçısına saygısından, solmuş çelenkler asmaz artık hayat tapınağına....

Gerçek, ip bükenlere benzemek istemem ben: Onlar iplerini uzatırken hep geri geri giderler....

Kimileri, gerçeklerine ve zaferlerine göre fazla kocarlar...Dişsiz bir ağızın her gerçeğe hakkı yoktur artık....

Ve her kim ün kazanmak isterse, sırasında bırakmalı şerefi...Vaktinde ayrılma denen o güç sanata çalışmalı....

En tatlı geldiğin zaman, kendine yedirmeyi kesmeli... Uzunn süre sevilmekk isteyenler bunu bilirler....

Ekşi elmalar vardır, şüphesiz...Güzün son gününe dek beklemek bunların alınyazısıdır...Aynı zamanda olgunlaşır, sararır, buruşurlar....

Kiminde yürek kocar ilkin...Kimindeyse ruh....Kimi de gençliğinde kocamıştır....Ama geç gençleşen uzun süre genç kalır....

Hayat, kimi kişilerin yüzlerine gülmez...Bunların yüreğini bir ağılı kurt kemirir... Öyleyse bunlar ölümlerini daha başarılı kılmaya baksınlar....

Kimileri hiç tatlanmaz, yazdan çürürler...Onları dallarında tutan, ödleklikleridir...

Pek fazla kişi yaşıyor, pek fazla kalıyor dalında...Hani bir fırtına gelse de, bütün bu çürümüşlüğü, bu kurt yenikliğini silkse ağaçtan....

Keşke tez ölüm vazileri gelse!...Bunlar bence hayat ağaçlarının uygun fırtınaları ve silkecileri olurlar...Ama yalnız yavaş ölümü ve yersel olan her şeye katlanmayı öğütlediklerini duyuyorum....

Ah, yersel olana katlanmayı mı öğütlüyorsunuz?...

Bu yersel olanın kendisidir...Size pek fazla katlanan, ey ağzı bozuklar....

Gerçek, ölüm vaizlerinin saydığı o Yahudi erken öldü pek: Erken ölemsi de nicelerin yıkımı oldu....

Oysa ancak gözlerini tanımıştı o...Ve iyilerin ve doğruların nefretiyle birlikte... Yahudilerin karadüşüngüsünü tanımıştı o... Yahudi İsa : ölüm özlemine tutuldu derken....

Kalsaydı çölde, iyilerle doğrulardan uzakta!... O zaman belki öğrenirdi yaşamayı,
yeryüzünü sevmeyi, gülmeyi de!...

İnanın kardeşlerim!... O pek erken öldü...Benim yaşıma gelseydi, öğretisini kendi yalanlardı!... Yalanlıyacak kadar soyluydu o....

Ama daha olgunlaşmamıştı...Ham olur gencin sevgisi...Ham olur insana ve yeryüzüne duyduğu nefret dahi...Gönlü ve ruhunun kanatları beğlı ve ağırdır daha...

Fakat olgun adamda, gençten daha fazla çocukluk, daha az karadüşüngü vardır...Daha iyi anlar o hayatı ve ölümü....

Ölmeye özgür ve ölümde özgür...Evet artık vakit kalmadığında, bir kutlu hayır diyen: Böyle anlar o hayatı ve ölümü....

Ölümünüz, insana ve yeryüzüne karşı işlenmiş bir günah olmasın dostlarım : budur gönlünüzün balından dilediğim....

Ölümünüzde, ruhunuz ve erdeminiz, yerin çevresindeki akşam kızıllığı gibi parıldamalı daha...Yoksa ölümünüz kötü bir ölüm demektir...

Böyle ölmek isterim ben...Siz dostlarım, yeryüzünü benim hatırım için daha çok sevesiniz diye; toprak olmak isterim yine...Beni doğuranda dinleneyim diye....

Gerçek, bir ereği vardı Zerdüşt'ün...Topunu attı: Şimdi siz olun dostlarım, ereğimin mirasçıları; size atıyorum altın topu....

Altın topu attığınızı görmek isterim dostlarım en çok!... Bundandır yeryüzünde biraz daha oyalanmam...Bağışlayın!...

Böyle buyurdu Zerdüşt....

Friedrich Nietzsche....

Share/Save/Bookmark

Erdem Kürsüleri Üstüne...

Uyku ve erdem üstüne pek güzel konuşan bir bilgeyi övdüler Zerdüşt'e... Kendisi bu yüzden çok saygı görür, el üstünde tutulurmuş, bütün gençler de kürsüsünün önünde otururlarmış...Ona gitti Zerdüşt ve bütün gençlerle birlikte, kürsüsünün önüne oturdu...Ve şöyle buyurdu bilge:

Saygı ve utanç duymalı uykunun karşısında!...İşin başı budur!...Ve kötü uyuyanların ve geceleri uyanık duranların yolundan çekilin...

Hırsız dahi utanç duyar uykunun karşısında...Hep geceleyin sessizce çalar...Utanmaz ama gece bekçisi, utanmadan taşır düdüğünü...

Öyle kolay bir sanat değildir uyumak...Onun uğruna bütün gün uyanık durmak gerekir...

Günde on kez altetmelisin kendini..Bu iyi bir yorgunluk verir ve canın afyonudur.

On kez yine barışmalısın kendinle...Çünkü altetme acıdır ve kötü uyur barışmayan...

On gerçek bulmalısın günde, yoksa gece de ararsın gerçeği ve canın aç kalır...

On kez gülmelisin günde ve sevinmelisin...Yoksa miden, o dert babası gece, seni tedirgin eder...

Bunu bilen azdır...İyi uyumak için kişi de bütün erdemlerin bulunması gerekir... Yalan yere tanıklık mı edeceğim? Zina mı edeceğim?

Komşumun hizmetçisine göz mü dikeceğim? Bütün bunlar uykuya iyi gelmez...

Ve kişide bütün erdemler olsa bile, bilinmesi gereken birşey daha vardır... Erdemlerin kendilerini de tam vaktinde uykuya yollamak...

Birbirleriyle çekişmesinler diye bu hanım hanımcık dişiler! Senin yüzünden ey mutsuz kişi!

Tanrıyla ve komşuyla barış...Bunu ister iyi uyku...Ve komşunun şeytanıyla dahi barış!...Yoksa geceleri tebelleş olur sana...

Yetkililere saygı ve boyun eğiş, çarpık yetkililere dahi!...Böyle ister iyi uyku... Çarpık bacaklar üstünde yürümek istiyorsa güç, benim elimden ne gelir?

Her kim koyununu en yeşil otlağa götürürse, ben ona her zaman en iyi çoban derim...Bu bağdaşır iyi uykuyla....

Ne çok şerefim olsun isterim, ne de çok hazinem...Bunlar safra kabartırlar.. Ama iyi bir adın ve küçük bir hazinen olmazsa iyi uyunmaz...

Bence küçük bir topluluk kötü bir topluluktan yeğdir...Tam vaktinde gelip gitsinlerde...Bu bağdaşır iyi uykuyla...

Çok hoşuma gider ruh yoksulları da...Bunlar uykuyu ilerletirler...Mutludurlar, hele kendilerine her zaman hak verilirse...

Böyle geçer erdemlilerin günü...Gece olunca uykuyu çağırmaktan sakınırım!... Çağrılmak istemez o, uyku, erdemler hakanı!...

Ama gündüzün ne yaptığımı ve ne düşündüğümü düşünürüm... Böyle inek gibi sabırlı, geviş getirirken kendime sorarım...Senin on yengin nelerdi?...

Ve gönlümü gönendiren on barışma ve on gerçek ve on gülüş nelerdi?...

Ben bunları düşünür, kırk düşüncenin beşiğinde sallanırken, birden bastırır beni uyku, o çağrılmayan erdemliler hakanı!...

Uyku gözlerime vurur.Onlarda ağırlaşırlar..Uyku ağzıma dokunur...O da aç kalır..

Doğrusu, yumuşak tabanlar üzre gelir bana hırsızların en sevgilisi ve düşüncelerimi çalar...Şu kürsü gibi aptal, kalakalırım ben de...

Ama fazla kalmam böyle...Artık yatarım...

Zerdüşt bilgenin bu dediklerini işitince için için güldü...Çünkü içine bir ışık doğmuştu...Ve şöyle dedi gönlüne....

Bence soytarının biri, bu kırk düşünceli bilge...Ama uyumayı iyi biliyor sanırım...

Ne mutlu bu bilgeye yakın duranlara!...Böylesi uyku bulaşıdır, kalın bir duvardan bile geçer...

Kürsüsünde dahi büyü var...Gençlerin, bu erdem vaizinin önünde oturmaları boşuna değilmiş...

Onun bilgeliği şu : İyi uyumak için, uyanık durmak...Gerçek, hyatın anlamı olsaydı ve ben anlamsızı seçmek zorunda kalsaydım, bence de en seçilesi anlamsızlık olurdu bu...

Eskiden erdem öğreticileri aranırken, en çok neyin arandığını iyice anlıyorum şimdi...İyi uykuydu aranan ve afyon erdemler, bu uyku için!...

Bütün bu övülmüş kürsü bilgelerinin bilgeliği düşsüz uykuydu... Onlar hayat için daha üstün bir anlam tanımazlardı...

Bugün de bu erdem vaizi gibi olanlar var, her zaman bu kadar dürüst de değiller...Ama onların çağı geçti...Daha fazla ayakta kalmazlar artık...İşte yatmışlar bile....

Mutludur bu uykulu kişiler: çünkü çok geçmeden dalacaklardır...

Böyle buyurdu Zerdüşt...

Friedrich Nietzsche...

Share/Save/Bookmark

Pazar Yerindeki Sinekler Üstüne....




Yalnızlığına kaç, dostum! Seni büyük adamların gürültüsünden sersemlemiş, küçüklerin iğneleriyle de delik deşik olmuş görüyorum.

Seninle nasıl susulacağını pek iyi bilir orman ve kaya. O sevdiğin ağaca benze yine sen, o geniş dallıya: sessiz ve dinlercesine sarkar o, denizin üstüne.

Yalnızlığın bittiği yerde, pazar yeri başlar; pazar yerinin başladığı yerdeyse, büyük oyuncuların gürültüsü ve ağılı sineklerin vızıltısı başlar.

Dünyada en iyi şeyler dahi, göstereni olmazsa, değersizdirler: Bu göstericilere "büyük adam "der halk.

Halk pek anlamaz büyükten, yani: yaratıcılıktan. Ama büyük şeylerin bütün göstericilerinden ve oyuncularından hoşlanır.

Yeni değerler yaratanların çevresinde döner dünya: -görünmeden döner. Oysa oyuncuların çevresinde döner halk ve şan :" dünyanın gidişi" böyledir.

Ruh vardır oyuncuda, ama ruhun vicdanı pek yoktur. O hep, en çok inandırdığı şeye inanır, - kendine inandırdığı.

Yarın buna inanır, öbürgün başkasına. Keskin gözleri vardır halk gibi, ve değişken huyları.

Devirmek, -onca kanıtlamaktır bu. Çıldırtmak, -onca kandırmaktır bu. Ve onca kan, bütün kanıtların en iyisidir.

Ancak duyarlı kulaklara sızan gerçeğe, yalan ve hiç der o. Gerçek, dünyada büyük gürültü koparan tanrılara inanır o ancak!

Gösterişli soytarılarla doludur pazar yeri, - ve halk övünür büyük adamları ile! Bunlar onlara göre, anın efendileridirler.

Fakat an onu sıkıştırır, o da seni sıkıştırır. Ve senden "evet" ya da "hayır" ister. Yazık, "...yana olma" ile "...karşı olma" arasına mı koymak istiyorsun iskemleni?

Bu dediği dedik, bu sıkıcı kişileri kıskanma, ey gerçek tutkunu! Dediği dedik kişinin koluna hiçbir zaman asılmamıştır gerçek.

Bu apansız kişiler yüzünden, güvenliğine dön; kişiyi ancak pazar yerinde bastırır; Evet mi hayır mı?

Ağır duyuşludur bütün derin kaynaklar; derinliklerine düşenin ne olduğunu anlamak için uzun süre beklemeleri gerekir.

Pazar yerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan herşey; hep pazar yerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratanlar.

Yalnızlığına kaç dostum; görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. Sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç!

Yalnızlığına kaç! Sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın. Onların göze görünmez öçlerinden kaç! Onlar sana karşı öçten başka bir şey değildirler.

Artık el kaldırma onlara! Sayısızdır onlar, hem senin yazgın sinek kovmak değil ki.

Sayısızdır küçük ve acınacak kişiler, nice mağrur yapıların yıkımı olmuştur yağmur damlaları ve yabanıl otlar.

Sen taş değilsin, ama sayısız damlalar seni şimdiden oymuşlar. Sayısız damlalardan yarılıp parçalanacaksın daha.

Görüyorum ki ağılı sinekler bitirmiş seni; görüyorum ki kan akıyor deşilmiş binbir yerinden; ve gururun kızmak dahi istemiyor.

Senden kan isterler tam bir suçsuzluk içinde; kansız canları kana susamıştır, ve sokarlar bundan ötürü, tam bir suçsuzluk içinde.

Ama sen, ey derin kişi, küçük yaraların acısını dahi pek derin duyarsın; ve daha iyileşmeden, aynı ağılı kurt elinin üstünde yürümektedir.

Bu pisboğazları öldüremeyecek kadar gururlusun sen. Ama sakın, onların bütün ağılı haksızlıklarına katlanmak senin alınyazın olmasın!

Onlar senin çevrende övgüleriyle dahi vızıldarlar; yılışıklıktır onların övgüsü. Onlar senin derine ve kanına yakın olmak isterler.

Sana tanrı ya da şeytanmışsın gibi yaltaklanırlar; senin önünde, sanki tanrı ya da şeytan karşısındaymış gibi sızlanırlar. Neye yarar ki! Yaltaklananlar ve sızlanandırlar onlar, o kadar.

Ve sık sık sevimli görünürler sana. Fakat bu öteden beri korkakların kurnazlığıdır. Evet, korkaklar kurnaz olurlar.

Seni dar gönülleriyle çok düşünürler, hep kuşkulanırlar senden! Çok düşünülen herşey, kuşkuyla düşünülür.

Seni erdemlerin yüzünden cezalandırırlar. Yürekten bağışladıkları ancak, yanlışlarındır.

Sen yumuşak ve doğru olduğun için, dersin ki: "suçsuzdur onlar küçük varlıkları içinde." Fakat onların dar gönülleri düşünür: "suçludur bütün büyük varlıklar."

Sen onlara yumuşak davranırken dahi, kendilerini horgördüğünü sanırlar; ve senin iyiliğini gizli kötülüklerle öderler.

Senin sessiz gururun onların beğenisine hep aykırıdır; bir kez olsun hafiflik etmek alçakgönüllülüğünü gösterirsen, sevinirler.

Biz, bir kişide bulduğumuz şeyi, onda alevlendiririz de. Onun için sakın küçüklerden!

Senin önünde kendilerini küçük bulurlar ve alçaklıkları sana karşı bir görünmez öç içinde parıl parıl yanar.

Görmedin mi, sen yanlarına varınca sık sık nasıl sustuklarını, ve güçlerinin, sönen bir ateşin dumanı gibi, onlardan nasıl ayrıldığını?

Evet dostum, komşularının tedirgin vicdanısın sen; çünkü onlar senin dengin değildirler. Bunun için senden nefret ederler ve kanını emmeye can atarlar.

Senin komşuların hep ağılı sinekler olacaktır.; sende büyük olan, -işte bu, onları daha bir ağılı, daha bir sineksi kılacaktır.

Yalnızlığına kaç dostum, -ve oraya, sert ve sağlam bir havanın estiği yere. Senin yazgın sinek kovalamak değildir.

Böyle buyurdu Zerdüşt.


F.Nietzsche

Share/Save/Bookmark

Rubailer [381-390]

381.
Bu fakir köşede şarap ve çalgı yeter bize
Rahmet umudu, azap korkusu bizim nemize?
Canı, başı sarığı rehine verip vermişiz
Hava, toprak, su ve ateş uğramaz semtimize.

382.
Zahide hurilerle dolu cennet hoş gelir
Onun bana üzümün suyu daha hoş gelir
Onun cenneti veresiye benimki peşin
Ne var ki uzaktan davulun sesi hoş gelir.

383.
Şarap beden gücüdür, can gücüdür bana;
Çözülmedik ne sırları çözdürür bana;
İstemem dünyayı ahreti şarap varken:
Bir damlası iki dünyadan yeğdir bana.

384.
Bülbül ötmeğe başlayınca bahçemizde;
Bir lale gibi açsın şarap elimizde;
Elde kadehle öldü diyecekler bir gün,
Ko desin cahil herifler, ne umrumuzda.

385.
O bilginler ki evrenin özetidirler;
Düşüncelerinin atı göklerde gezer;
İş kavramaya gelince Senin özünü
Şaşkınlıktan Felek gibi başları döner.

386.
Baharlar yazlar geçer sonbahar gelir;
Ömrümün yaprakları dökülür bir bir;
Şarap iç, gam yeme, bak ne demiş bilge:
Dünya dertleri zehir, şarap panzehir.

387.
Güzelim can çıkıp gidince bedenimizde
Birkaç kerpiç olacak mezarımızı örten;
Gün gelecek, mezar yapmak için başkasına
Kerpiç dökecekler kalacak toprakla bizden.

388.
Aşıklar meclisinde yer bulmuşuz birlikte;
Dünyanın dertlerinde kurtulmuşuz birlikte;
İçip birer kadeh bu sevincin şarabından
Özgürlüğe ermiş, sarhoş olmuşuz birlikte.

389.
Akılla bir konuşmam oldu dün gece;
Sana soracaklarım var, dedim;
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin.

390.

Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
Birkaç yıl daha katlan, dedi.
Nedir; dedim bu yaşamak?
Bir düş, dedi; birkaç görüntü.
Evi barkı olmak nedir? dedim;
Biraz keyfetmek için
Yıllar yılı dert çekmek, dedi.
Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
Kurt, köpek, çakal, makal, dedi.
Ne dersin bu adamlara, dedim;
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
Benim bu deli gönlüm, dedim;
Ne zaman akıllanacak?
Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
Hayyam' ın bu sözlerine ne dersin, dedim;
Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş derim, dedi.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [361-380]

361.
Bulut geçti, göz yaşları kaldı çimende
Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?
Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim
Gezecek bizim toprağın yeşilliğinde.

362.
Kendi çarkını döndürmeye bak döndükçe dünya;
Keyfinin tahtına çık kadehle dudak dudağa;
Tanrının umrunda mı senin günahın sevabın:
Sen kendi muradını kendi güzelinde ara.

363.
Madem ki sevincin adı kaldı yalnız
Ham şarabı en olgun dost saymalıyız
Keyfin el çekmeğe kalkmasın kadehten
Kadehtir şimdi artık tek tutanağımız.

364.
Kalk, kalk, yeter uyuduğun, saki!
Boş kadehim dolsun, dolsun, saki;
Er geç testi olmadan kafa tasım,
Sen testiden bana şarap sun, saki!

365.
Bu kubbe altındaki bin bir belayı gör;
Dostlar gideli boşalan dünyayı gör;
Tek soluk yitirme kendini bilmeden;
Bırak yarını, dünü, yaşadığın anı gör.

366.
Hayat evini sağlam kurmak istersen,
Günlerini gamsız geçirmek istersen,
Işıl ışıl şaraptan sakın el çekme,
Her gününün tadına varmak istersen.

367.
Gül der ki yüzüm yüzlerden güzelken
Ezer suyumu çıkarırlar bilmem neden.
Bülbül de şöyle der ona sanki içinden:
Bir yıl dert çekmeden var mı bir gün sevinen?

368.
Menekşe mor boyalar sürerken gömleğine,
Seher yeli el atarken gülün eteğine,
Aklı olan gümüş bedenli sevgilisiyle
İçer şarabı, döker kadehi yüreğine.

369.
Boştur dünya saki ve şarap olmayınca,
Irak neylerinin sesi duyulmayınca;
Nesi var nesi yok bu dünyanın bana sor:
Boştur geçen ömrün kadehin dolmayınca.

370.
Kaygılar tasalar sarmasın içini;
Olumsuz düşlere kaptırma kendini;
Ayrılma yarin ve çimenin koynundan
Kara toprak koynuna almadan seni.

371.
Olanların olacağı belliydi çoktan;
İyiyi kötüyü yazmış kaderi yazan;
Ta baştan gereği düşünülmüş her şeyin:
Neden boşuna uğraşır, dertlenir insan?

372.
Madem ben kervansarayda kalıcı değilim,
Şarapsız güzelsiz yaşamak hatadır derim
Dünya muhdes mi kadim mi diye tartışmak boş:
Ben gittikten sonra ha muhdes olmuş ha kadim!

373.
Meyhane rintlerinin sergerdesi benim;
Yersiz sözlerle günaha giren benim;
Gecesini kızıl şaraba kurban eden
Ciğerinin kanıyla dua eden benim.

374.
Dünyada olan biteni ben de görmedeyim;
Haksızlıkları hep baş köşelerde görmedeyim;
Fesuphanallah! Nereye bakarsam bakayım
Kendi mutsuzluğumu her yerde görmedeyim.

375.
Bize şarap ve sevgili, size cami kilise;
Sizler cennetliksiniz, cehennemliğiz bizlerse;
Kader böyleymiş neylersin, kimsenin suçu yok:
Kim ne karışır ezel nakkaşının işine?

376.
Gülün yüzünde çiy incisi nevruzun ne hos!
Yeşillikte gönül aydınlatan yüzün ne hoş!
Dün geçti gitti, hoş değil ondan söz etmemiz:
Hoş tut gönlün, anma dünü, bak bugün ne hoş.

377.
Benim varlığım senin yaptığın bir nakış;
Türlü garip renklerini hep senden almış;
Kendimi düzeltmeğe nasıl varsın elim:
Senden güzelini yapmak bana mı kalmış!

378.
Yetmiş iki ayrı millet, bir o kadar da din!
Tek kaygısı seni sevmek benim milletimin;
Kafirlik müslümanlık neymiş, sevap günah ne?
Maksat sensin, araya dolambaçlar girmesin.

379.
Feleğin çarkı döner, ne tuz bilir ne ekmek
Balık gibi çıplak kor gider bizi felek
Kadınların çıplakları giydiren çıkrığı
Feleğin çarkından daha yararlı demek.

380.
Kalk oyna, ayakların ellerimize uysun
Biz içerken o mavi gözler süzülsün
Yirmi yaşında şarap içmenin tadı yok
Altmışından sonra içeceksin ki değsin

Share/Save/Bookmark

Rubailer [341-360]

341.
Tanrı evrenin canı, evrense tek bir beden
Melekler bu bedenin duyuları hep birden
Yerde gökte canlı, cansız ne varsa birer uzuv:
Budur Tanrı birliği, boştur başka her söylenen

342.
Kader defterimi yeniden yazabilseydim
Kendime gönlümce bir hayat seçerdim;
Bütün dertleri siler atardım dünyamızdan
Sevinçten göklere uçardı düşüncelerim.

343.
Şu senin benim dediğimiz toprak neyimizdir
Birkaç günlük cennetimiz cehennemizdir
Bugün su içtiğin şu testi toprak olunca
Mezarına atılır belki bir gün, kim bilir.

344.
İki günde bir somun geçiyorsa eline
Soğuk suyu da olursa bir kırık testide
Niçin kendinden kötüsüne kul olur insan,
Ne diye girer kendi gibisinin hizmetine?

345.
Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;
Öyle bir inci ki bu büyük sır delen yok;
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden yolu bulan yok.

346.
Oğul, dünyamızı aydınlatan şarabı sun;
Sevinç gülümüze ay ışığı gibi vursun;
Sular gibi akar gider gençliğin ateşi,
Bir uykudur o senin uyanık mutluluğun.

347.
Dilerim ölünce şarapla yıkanayım
Şarap şiirleriyle talkınlanayım
Mahşer günü arayan olursa beni
Meyhanenin önündeki topraktayım.

348.
Senden benden önce de vardı bu gün bu gece
Felek dönüp durmadaydı hep bu gördüğünce
Usulca bas toptağa, çünkü bastığın yer
Bir güzelin gözbebeğiydi beş on yıl önce.

349.
Yaşamanı akla uydurman gerekir,
Ama bilmezsin akla uygun olan nedir;
Bereket eli çabuktur Zaman Usta'nın,
Başına vura vura sana da öğretir.

350.
Gül mevsimi çimendeyiz su kıyısında
Birkaç nur yüzlü güzel de var aramızda
Şarap sun çünkü sabah erken içenlere
Ne mescit gerekir ne kilise dünyada.

351.
Tanrı gönlünce yaratır da her şeyi
Neden ölüme mahkum eder hepsini?
Yaptığı güzelse neden kırar atar
Çirkinse suçu kim kime yüklemeli?

352.
Ezel avcısı bir yem koydu oltasına
Bir canlı avladı Adem dedi adına
İyi kötü ne varsa yapan kendisiyken
Tutar suçu yükler kendinden başkasına.

353.
Bu dünyada nedir payıma düşen, hiç
Nedir ömrümün kazancı felekten, hiç
Bir sevinç mumuyum sönüversem hiçim
Bir kadehim kırılsam ne kalır benden hiç.

354.
O yakut dudakları kızıl kızıl yanan nerde?
O güzelim kokusu cana can katan nerde?
Müslümanlara şarap haram edilmiştir derler
İçmene bak, haram işlemeyen müslüman nerde?

355.
Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.

356.
Sonsuz çemberinde bu dipsiz evrenin
Gönül hoşluğuyla iç, geçmeden devrin
Ecel şarabın sunulunca da ah etme:
Sıran gelince içmezlik edemezsin.

357.
İç, şarap iç, Mahmut olmak budur;
Çalgı dinle, Davut olmak budur;
Geçmişi, geleceği düşünme
Gününü gün et, yaşamak budur.

358.
Bu ömür kervanı bir tuhaf gelir gider
Kazancın, yaşamasını bildiğin günler;
Saki, bırak şu yarını düşünenleri
Geçti gidiyor gece, geçmeden şarap ver.

359.
Kimileri laf dünyasında şişinip durmuş;
Kimi güzel ardında koşturmuş;
Perdeler inince anlar her biri, ey Gerçek,
Senden ne uzak, ne uzak yollara vurmuş.

360.
Gönlünce de dönse, bu dünyanın sonu ne?
Okunup bitse de ömür destanının, sonu ne?
Yüz yıl dilediğince yaşadın diyelim,
Bir yüz yıl daha yaşasaydın, donu ne?

Share/Save/Bookmark

Rubailer [321-340]

321.
Ben şarabı eskimiş acı acı severim;
En çok da ramazanda cumaları içerim;
Helal üzümünü ezdim doldurdum küpe:
Ne olur,içinceyedek ekşitme Tanrım.

322.
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.

323.
Aşk o yüce mimar, beden evimi kurunca
Aşk dersini yazdırdı bana her dersten önce
Sonra bir parça altın koparıp yüreğimden
Air anahtar yaptı mana hazinelerine.

324.
Gök yaban gülleri döküyor eteğinden
Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki çimen
Gül şarap dolsun kadehimin lalesine
Mor buluttan yere yaseminler düşerken.

325.
Şarap iç, azlık çokluk silinsin kafandan
Kurtul yetmiş iki milletin kaygusundan
Perhize kalkma sakın dokunur diye şarap.
Şarap ki bir dirhemi bin bir derde derman.

326.
Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler
Ecel çiğnedi hepsini birer birer
Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına
Bizden birkaç kadeh önce sızdı gittiler.

327.
Yokluk suyuyla ekilmiş tohumum benim
Gam ateşiyle tutuşmuş yanar yüreğim
Alındığım toprağa verilmeden önce
dünyanın serseri yelleri önündeyim.

328.
Bu masmavi kubbenin kurulduğu gün
Bu nur Cevza burcuna verildiği gün
Mumun başına bağlanan alev gibi
Bağlandı yüreğime senin aşk gülün.

329.
Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün.

330.
Mezarda yatanların toz toprak her biri
Zerre zerre dağılıp gitmiş bedenleri
Ne şarap ki bir içen sızmış mahşeredek
İşten güçten habersizler yıllardan beri.

331.
Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?
Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe?
Aklın yollarıyla ölçüp biçemezsin bunu sen
Mantıkların, kıyasların sökmez senin bu işde.

332.
Bin bir tuzak kurarsın yolum üstüne
Adım atma yakalarım dersin bir de
Bir zerre var mı dünyada yönetmediğin
Neden asi dersin kendi yürüttüğüne?

333.
Bu dünya sırrını söylemez kimseye;
Bİn Mahmud' u bin Ayaz' ı serdi yere;
Şarap iç, dünyaya gelinmez iki kez:
Bir kez giden bir daha gelmez geriye.

334.
Bu dünyaya gelip gitmemizin kazancı nerde?
Ömrümüzün umut ipliği ne oldu, nerde?
Bu feleğin çemberinde nice temiz canlar
Yandı kül oldular, hani dumanları, nerde?

335.
Bilmem, Tanrım, beni yaratırken neydi niyetin,
Bana cenneti mi, cehennemi mi nasip ettin;
Bir kadeh, bir güzel, bir çalgı bir de yeşil çimen
Bunlar benim olsun, veresiye cennet de senin.

336.
Feleğin atı eğerlenip dizginlediği gün
Göklerin yıldızlarla donatıldığı gün
Bize bu nasibi verdi kader divanı
Biz yoktuk kusur paylarımız dağıldığı gün.

337.
Oruç tutup namaz kılmağa kalktım geçende
Dedim belki öyle ererim dileklerime
Yazık ki bir kuru yelle bozuldu abdestim
Bir damla şarapla da orucum gitti güme.

338.
Bak, Saki, yüreğim arındı bütün kaygılardan
Gitti o kükreyen aslanlar, bomboş şimdi orman
Gece yıldız saçarken göklerin şarap kasesi
Benim kadeh boş günümü gün edeceğim zaman.

339.
Senden benden önce kadın erkek niceleri
Şenlendirip süslediler dünya denen yeri
Senin tenin de toprağa karışacak yarın
Senden beslenecek nice insan bedenleri.

340.
Gönlünü hoş tut, sonu gelmez kaygıların
Gök kubbede çatışması bitmez yıldızların
Senin toprağa karışacak bedenlerinse
Tuğla olacak sarayına başkalarının.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [301-320]

301.
Hayyam, olsa olsa bir çadır senin bedenin,
Can sultanımızın bir süre oturması için;
Ecel hancısı bir başka konak döşeyince
Sultan göçer gider, viran olur çadırın senin.

302.
Şarap içti mi, dilenci sultanlaşır;
Tilki çıkar deliğinden, aslanlaşır;
Yaşlı başlı adam delikanlaşır;
Delikanlı yaşca başca olgunlaşır.

303.
Günahlarım çok olmasına çoktur benim,
Ama dinsizler gibi umutsuz değilim:
Cennet cehennem umrumda değilse de
Ötede hem şarap olacak, hem de sevgilim.

304.
Ey kara cübbeli, senin gündüzün gece;
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere.
Onlar Yaradanın sanatı peşindeler:
Senin aklın fikrin abdest bozan şeylerde

305.
Her gün tövbe eder bozarız biz;
Şanı şerefi de boşarız biz;
Kusur işlersek ayıplamayın:
Sarhoş doğduk, sarhoş yaşarız biz.

306.
Şu sonsuz sayvanı donatan yıldızlar
Akılların aklını durdururlar;
Sen aklından şaşmamaya bak ve bil ki
O tedbirli yıldızlar da yoldan çıkarlar.

307.
Derdin avucundan şarap içmedikçe
Bir yudum su içmiş değilim gönlümce;
Kimsenin tuzuna da ekmek banmadım
Ciğerimi kebap edip yemedikçe.

308.
Daha nice sürsün yalan dolanı ömrün;
Daha nice dert sunsun sakisi ömrün;
Uzatma; kadehindeki son yudum gibi
Bırak dökülsün yere kalanı ömrün.

309.
Her gün şarap cümbüşüne dalanların da
Her gece mihrap önünde kalanların da
Islanmayanı yok, yağmur altında hepsi:
Bir uyanık var, ötekiler hep uykuda.

310.
Unutma, amansız feleğin çarkındasın;
Şarap iç, çünkü ateşten bir dünyadasın;
Madem ki yerin önünde sonunda toprak
Farzet ki üstünde değil altındasın.

311.
Sevgiliyle sabah içmedeyiz, saki;
Biz Nasuh tövbesi bilmeyiz, saki;
Yeter okuduğun Nuh hikayesi
Hemen dolsun huzur kasemiz, saki.

312.
Madem aman vermiyor ecel, saki,
Kadeh boş kalmasın, aman gel, saki;
Şu üç beş günlük dünyada gam yemek
Bizim gönlümüzce iş değil, saki.

313.
Her sabah çiğle bezenir yüzü lalenin;
Yeşillikte bükülür boynu menekşenin;
Ama daha gönlümcedir hali goncenin
Çeker eteğini, derlenir için için.

314.
Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.

315.
Açılmışken nasılsa mutluluk gülün
Niçin elinde kadeh yok böyle bir gün?
Şarap iç, can düşmanındır geçen zaman:
Bir daha bu fırsatı bulman ne mümkün?

316.
Gönül, bir düş madem dünya gerçeği
Ne dertlenir, alçaltırsın kendini?
Hoşgör kaderini, gününü gün et:
Yazılan senin için bozulmaz ki.

317.
Sevenlerinden yer yok ben garibe;
Derdine düşenlerle başım dertte;
Sarmışlar seni kum bulutu gibi
Gül yüzünden ışık mı düşer bize.

318.
Yoksula, yoksulluğa yakın ettin beni;
Dertlere, gurbetlere alıştırdın beni;
Yakınların ancak ere bu mertebeye;
Tanrım, ne hizmet gördüm de kayırdın beni?

319.
İnsanlık yaratılalı olgun kişiler
Bulduklarıyla yetinip dert çekmediler
Birbirine girdi gözü doymayanlarsa:
Çok isteme kaderden başın derde girer.

320.
Kim yüreğini uydurduysa aklına
Bir anını yitirmedi bu dünyada;
Ya Tanrı uğruna emek verdi candan
Ya rahatını aradı buldu şarapta.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [281-300]

281.
Şarap küpü önüne serdik seccademizi;
Şarap yakutuyla adam ettik kendimizi;
Umudumuz, meyhanede yeniden bulmak
Camide, medresede yiten günlerimizi.

282.
Ben çimen Mısrının Yusufuyum, dedi gül;
Dilimden altın, yakut saçılır, dedi gül;
Dedim: Senin Yusuf olduğun nerden belli?
Kana boyanmış gömleğime bak, dedi gül

283.
Ne gündüz oturduk, ne gece uyuduk;
Dünyada Cem'in kadehini aradık durduk.
Öğrenince dünyaları yansıttığını,
Cem' in kadehini yüreğimizde bulduk.

284.
Rintlerin yolunda kendini unut;
Namazın, orucun kökünü kurut;
Öğütlerin iyisini Hayyam'dan işit:
Şarap iç,yol kesme, yoksulları tut.

285.
Bu ucsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,
Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi:
Biri iyinin kötünün aslını bilir,
Öteki ne dünyayı bilir ne kendini.

286.
Şarap güllere çevirsin sabahımızı;
Çalalım yere şan şeref külahımızı;
Nemize gerek bizim uzun dilekler,
Uzun saçlar, çalgılar sarsın havamızı.

287.
Hayyam, şarap iç, sarhoş olmak ne hoş,
Sevgilin de varsa, sarılmak ne hoş;
Er geç sonu yokluk madem bu dünyanın,
Yok say kendini, bak var olmak ne hoş!

288.
Hayyam, bak şu mavi gök nasıl durulmuş;
Açmış çadırı, kesmiş dedikoduyu, susmuş.
Varlığın kadehinde, çünkü, ezel sakisi
Bin Hayyam kabarcığı belirtip yok etmiş.

289.
Bu dünya kimseye kalmaz, bilesin;
Er geç kuyusunu kazar herkesin.
Tut ki Nuh kadar yaşadın zor bela
Sonunda yok olacak değil misin?

290.
Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;
Erdiğim sırları söylemek elimde değil;
Aklım düşüncenin derin denizlerinden
Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.

291.
Canım şarap, ne güzelsin billur kasende;
Aklı köstekleyen bir büyü var sende.
Biraz içti mi insan açılır yüreği
Döker ortaya nesi varsa içinde.

292.
Bu sarayın başı göklerdeydi bir zaman;
Padişahlar girer çıkardı kapısından.
Şimdi duvarında bir kumru: Guguk, diyor.
Guguk, guguk, o şanlı günlerin ardından.

293.
Hayyam bu zamanda vahlanıp durmak boşuna;
Kendi derdine düşmek utanç verir insana.
İyisi mi şarap iç, çalgı dinleyerek
Nerdeyse bir taş düşer senin de sofrana.

294.
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir;
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir;
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas;
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir.

295.
Kaderin elinde boynum kıldan ince:
Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince,
Yine de toprağımdan testi yapın siz:
Dirilirim içine şarap dökünce.

296.
Yakınırım aynalar gibi felekten;
Bıkmaz alçakları yükseltmekten.
Gözyaşı dolu bir kadeh oldu yüzüm,
Yüreğim kan dolu bir desdi gerçekten.

297.
Yüreğim, kimselerden ihsan dileme;
Bu amansız felekten aman dileme;
Bil ki, derman aradıkça artar derdin:
Derdinle haldaş ol, derman dileme.

298.
Tanrı gülüşünle öfkeni almış senin,
Birinden cennet yapmış, birinden cehennem.
Sen cennetimsin benim, ben senin uslu kulun:
Açılsın kapıları bana cennetimin!

299.
Ey canlar, şarapla buldurun bana beni;
Yakutlara çevirin kehruba çehremi;
Şarapla yıkayın beni öldüğüm zaman
Asmadan bir tabut içinde gömün beni.

300.
Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca,
Gökler ha yedi kat olmuş, ha sekiz, bana ne?
Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra
Ha dağda kurt yemiş beni, ha mezarda karınca.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [261-265]

261
Ben şarap içiyorum, doğrudur;
Aklı olan da beni haklı bulur:
İçeceğimi biliyordu Tanrı,
İçmezsem Tanrı yanılmış olur.

262
Dünya hangi gülü bitirdiyse yerden
Kırıp atmış, toprağa gömmüş yeniden.
Su yerine toprağı çekseydi bulut
Sevgili kanları yağardı göklerden.

263
Gerçeği bilemeyiz madem, ne yapsak boş;
Ömür boyu kuşku içinde kalmak mı hoş?
Aklın varsa kadehi bırakma elden
Bu karanlıkta ha ayık olmuşsun, ha sarhoş.

264
İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez:
Bunlar için didinmene bir şey denmez.
Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış:
Bu güzelim ömrünü satmaya değmez.

265
Okunu attı mı ölüm, siperler boşuna;
O şatafatlar, altınlar, gümüşler boşuna;
Gördük bütün insan işlerinin iç yüzünü:
Tek güzel şey iyilik, başka düşler boşuna.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [241-260]

241.
Benim yasam artık şarap, çalgı, eğlenti;
Dinim dinsizlik, bıraktım her ibadeti;
Nişanlım dünyaya: Ne çeyiz istersin, dedim:
Çeyizim, senin gamsız yüreğindir, dedi.

242.
Benden Muhammet Mustafa' ya saygı ve selam:
Deyin ki, hoş görünürse, bir şey soracak Hayyam:
Neden Yüce Efendimizin buyruklarında
Ekşi ayran helal da güzelim şarap haram?

243.
Benden Hayyam' a selam söyleyin demiş peygamber;
Sözlerimi yanlış anlamışsa çiylik eder:
Ben şarabı herkese haram etmiş değilim ki
Hamlara haramdır, doğru, ama olgunlar içer.

244.
Yanlız bilgili olmak değil adam olmak;
Vefalı mı değil mi insan, ona bak.
Yücelerin yücesine yükselirsin
Halka verdiğin sözün eri olarak.

245.
Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?
Ben haramı helalı karıştırmam:
Seninle içilen şarap helaldir,
Sensiz içtiğimiz su bile haram

246.
Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan;
Ölümden de korkmam, er geç ölür insan.
Ölmemek elimizde değil ki bizim:
İyi yaşamamak beni korkutan.

247.
Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar;
Altına baktım, çürüyüp toprak olmuşlar.
Yokluk ovasında başka ne var ki zaten:
Daha gelmemişler var, gelip gitmişler var.

248.
Bilge, yüce varlığın seyrine dalar;
Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar.
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır,
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar.

249.
Ben kendimden geçtikçe kendime gelirim;
Yücelere çıkar, alçalmayı bilirim.
Daha da garibi, varlığın şarabıyla
Ne kadar ayık da olsam, sarhoş gibiyim.

250.
Yüreğinde sıkıntı varsa esrar iç,
Ya da birkaç kadeh gül renkli şarap iç.
Onu içmem, bunu içmem der durursun:
Ahmak herif, git zıkkımın pekini iç.

251.
Adım kötüye çıkarsa çıksın, ben böyleyim;
Bir kerpiçim de olsa, satar şarap içerim.
O da gidince ne yaparsın diyecekler:
Cübbemle sarığım ne güne duruyor, derim.

252.
Kalk, kalk, çalgılara çalgı katalım gitsin;
Adımızı kötüye çıkartalım gitsin.
Sofuluk şişesini çalalım taşa,
Seccadeyi bir kadehe satalım gitsin.

253. Şarabın adı kötüye çıkmış, kendi hoş,
Hele bir güzelle içersen daha bir hoş;
Harammış şarap, olsun, bana göre hava hoş:
Hem, bana sorarsan, haram olan herşey hoş.

254.
Zaman büktü belimi, ne el tutar ne ayak;
Oysa ne güzel işlerim var yapılacak.
Can kalktı gitmeye; aman dur, diyorum:
Ne yapayım diyor, evin yıkıldı yıkılacak.

255.
Yeryüzünü gül bahçesine çevirmekten
Daha güzeldir bir insanı sevindirmen.
Bin kulu azat edenden daha büyüktür
Bir hür insanı iyilikle kul edebilen.

256
Can bir şaraptır, insan onun destisi;
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık:
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.

257
Ah, Tanrı dünyayı yeniden yarataydı,
Yaratırken de beni yanında tutaydı;
Derdim: Ya benim adımı sil defterinden,
Ya da benim dilediğimce yarat dünyayı.

258
Uyumuşum; rüyamda akıllı bir insan
Dedi: Sevinç gülü açmaz uykuda, uyan;
Ne işin var bu ölüme benzer ülkede?
Kalk, şarap iç, sonsuz uykulara dalmadan.

259
Tekkede, medresede, maastırda, kilisede,
Bir cennet cehennem kaygısıdır sürüp gitmede.
Oysa yüce varlığın sırlarına eren kişi
Bunların tohumunu uğratmaz düşüncesine

260
Zaman başımıza bir çorap örmeden,
Gelin dostlar, içelim içebilirken.
O ecel çavuşu dikildi mi tepene
Bir yudum su iç bakalım, içebilirsen.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [221-240]

221.
Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece;
Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde!
Böyle diyen gönül denize kavuşunca
Baktı kendinden başka şey yok görünürde.

222.
Can o güzel yüzüne vurgun, neyleyim;
Gönül tatlı diline tutkun, neyleyim;
Can da, gönül de sır incileriyle dolu:
Ama dile kilit vurmuşsun, neyleyim.

223.
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.

224.
O kızıl yakutun madeni, başka maden;
O eşsiz incinin sedefi, başka sedef;
Aklın buldukları kuruntu, dedi kodu:
Bizim aşk efsanemizin dili, başka dil.

225.
Meyhanede abdest şarapla alınır ancak;
Mümkün mü kara yazıyı aka çevirmek?
Perdemiz öyleysine yırtılmış ki bizim,
Onarılmaz artık ne kadar yamasak.

226.
Hem sana el değdirmeğe elim varmaz,
Hem sensiz aldığım nefes, nefes olmaz:
Bir garip dert bu, kimseye de açılmaz:
Bir zehir zakkum ki tadına da doyulmaz.

227.
Sır saklamasını bilirsen Hayyam söyler
İnsanoğlu nedir, ne yapar, ne eder:
Dert çamuruyla yuğrulup gelir dünyaya
Yer içer, karın doyurur ve çeker gider.

228.
Putların, Kabenin istediği: Kölelik;
Çanların, ezanın dilediği: Kölelik;
Mihraptı, kiliseydi, tespihti, salipti
Nedir hepsinin özlediği? Kölelik.

229.
Benim canım hep şarabın izindedir,
Kulağım ney ve rubap sesindedir.
Toprağımdan desti yaparlarsa benim
O desti şarap doldurulmak içindir.

230.
Sen nesin, varlık nedir, nerden bileceksin?
Dünyan esen yel üstüne kurulmuş senin.
İki yokluk arasında bir varlık seninki:
Hiçlik ne varsa çevrende, sen de bir hiçsin.

231.
Gül yanaklı sevgiliyi saramaz insan
Yüreğine diken batmadan, vurulmadan.
Kim bir güzelin saçına dokunabilmiş
Tarak gibi diş diş, didik didik olmadan?

232.
Kadeh bir bedendir, içinde can var can;
Candır kadehin bedeninde camlaşan.
Donmuş sudan ateş süzülür sanki:
Erimiş yakut, gönül sırçasından

233.
Kul olup o güzele birden,
Koptuk her bağdan, her tövbeden:
Herkes koyu müslüman döner
Biz putperest döndük Kabeden.

234.
Meyhanede kendini bilenler bulunur;
Bilmeyeni ayırmak da kolay olur.
Yıkılsın bilgisizlik yuvası medrese:
Ordan kendini bilip de çıkan hiç yoktur.

235.
Uğrunda dertlere düştüğüm sevgili
Bir başkasına tutulmuş, o da dertli;
Derdimin dermanı kendi derdinde:
Hekim hasta olunca kime gitmeli?

236.
Gece, gül bahçesinde, araken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi.

237.
Güçlü olduğuna inandırdın beni;
Bol bol da verdin bana vereceklerini.
Yüz yıl günah işleyip bilmek isterim:
Günahlar mı sonsuz, senin rahmetin mi?

238.
Hem aklın mutluluk peşinde senin,
Hem söylerim, söylerim dinlemezsin;
Aldığın her nefesin kadrini bil
Ot değilsin ki kesildikçe bitesin.

239.
Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari;
Bırak aldatmacayı, iki yüzlülükleri;
Şarap içmem diye övünüyorsun, ama,
Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki?

240.
Ben bugün beden kafesinde mahpusum;
Yol olma özlemiyle sarhoş olmuşum;
Varlığın ayıbından kurtarırsa beni
Yoksulluğun kulu, kölesi olurum.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [201-220]

201.
Her gün kalkıp meyhaneye gitmedeyim;
Kalenderlerle boş sözler etmedeyim;
Senden bir şey gizlenemez nasıl olsa:
Hoş gör de sana gönülden sesleneyim.

202.
Gökleri yarıp darma dağın ettiğin gün,
Pırıl pırıl yıldızları kararttığın gün,
Sen sorguya çekmeden ben soracağım sana:
Ey Tanrı, hangi günahım için beni öldürdün?

203.
Canların canı dost, gel etme, dinle beni.
Küsme Feleğe, değmez, yeme kendini;
Çekil, otur gürültüsüz bir köşeye,
Seyret bu hengamede olan biteni.

204.
Ne güzel gün! Hava ne sıcak, ne serin;
Bir bulut, tozunu siliyor bahçenin;
Bülbül coşmuş, sesleniyor sarı güle:
Şarap iç şarap da yüzüne renk gelsin!

205.
Bu yolun hoş bir yerinde durabilseydik;
Ya da bu yolun ucunu görebilseydik:
O umut da yok bu umut da; hiç değilse
Otlar gibi kesilip yeniden sürebilseydik.

206.
Vefasız dünya diye yakınıp durma;
Dünya elindeyken tadını çıkarsana!
Herkese vefalı olsaydı dünya
Sıra mı gelirdi senin yaşamana?

207.
Dostlar, bir gün, sözleşip bir yerde birleşin;
Oturup sofrasına dünya cennetinin;
Saki doldururken kadehleri cömertçe,
İçin bir kadeh de zavallı Hayyam için!

208.
Daha nice büyük göreceksin kendini?
Hep varlık yokluk mu düşündürecek seni?
Şarap için şarap: Bu ölüm yolculuğunda
Bulamazsın sarhoş uykulardan iyisini.

209.
Hayyam, günahım var diye tasalanma,
Bunun için dertlere düşmek boşuna.
Günah olacak ki Tanrı bağışlasın:
Rahmet neye yarar günah olmayınca.

210.
Gün doğarken sabah horozları niçin
Acı acı bağrışırlar, bilir misin?
Tan yerini gösterip derler ki sana:
Bir gecen geçti gidiyor; sen nerdesin?

211.
Ay yırttı kara giysilerini;
Kalk, tam zamanıdır, doldur şarap kaseni.
Keyfine bak, çünkü bu ay, sonsuz yıllarca,
Mezarda upuzun yatar görecek seni.

212.
Saki yüzün Cemşid'in kadehinden güzel;
Uğrunda ölmek sonsuz yaşamaktan güzel;
Işık saçıyor ayağını bastığın toprak,
Bir zerresi yüz binlerce güneşten güzel.

213.
Tertemiz geldik yokluktan kirlendik;
Sevinçle geldik dünyaya, dertlenik.
Ağladık, sızladık, yandık, yakındık:
Yele verdik ömrü, toz olup gittik.

214.
Dostunu erkekçe seven kişi
Pervane gibi özler ateşi:
Sevip de yanmaktan kaçanların
Masal anlatmaktır bütün işi.

215.
Bahar geldi mi başka şey dinler miyim;
Hele aklın defterini hemen dürerim.
Şarap, sığınağım sensin bahar günü,
Söğüt ağacı, senin de gölgendeyim.

216.
Seni aramaktan dünyanın başı dertte;
Zengine de göründüğün yok, fakire de;
Sen konuşursun da biz sağır mıyız yoksa,
Hep kör müyüz, sen varsın da görünürde.

217.
Ey dörtle yedinin doğurduğu insan,
Dörtle yedidir seni dertlere salan.
Boşuna mı şarap iç diyorum sana:
Bir gittin mi bir gelme yok, inan.

218.
Tanrım, hayır şer kaygısından kurtar beni;
Kendimden geçir, seninle doldur içimi
Aklım ayıramıyor iyiyi kötüden
Sarhoş et bari ne kötü kalsın, ne iyi.

219.
Medresenin sözü vardır, tekkenin hali,
Sözden, halden öteye gider aşkın yolu.
Müftünün, vaizin en iyisini getirsen
Aşkın mahkemesinde tutulur dili.

220.
Gerçek aydınlığa erince can gözüm,
İki dünyayı birden silinmiş gördüm.
Eriyip gittim sanki engin denizlerde:
Ter olup çıktı, denize döndü gönlüm.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [181-200]

181.
Neylesem bu benim iç kavgalarımla?
Pişmanlığım, kendime düşmanlığımla?
Sen bağışlasan da ben yerim kendimi:
Neylesem bu yüzkaram, bu utancımla?

182.
Kalk sevinç dolduralım garip gönüle
İçelim doğan güne karşı bülbülle
Yırtalım biz de gömleği aşık gülle
Verelim çiçekler gibi ömrü yele.

183.
Aklı olan paraya değer vermez,
Ama parasız dünya da çekilmez;
Eli boş menekşe boynunu büker,
Gül altın kasede gülmezlik etmez.

184.
Bir damla şarap Tus saraylarına bedel,
Keykubad' ın Keykavus'un tahtından güzel
Sabaha karşı aşıkların iniltisi
İki yüzlü softanın ezanından güzel.

185.
Bedenindeki et, kemik, sinir kaldıkça,
Dünyadaki yerini bil, kendinden şaşma.
Düşman Zaloğlu Rüstem olsa ger göğsünü,
Dostun Karun olsa iyilik altında kalma.

186.
Yerin dibinden yıldızlara dek
Ermediğimiz sır kalmadı pek,
Her düğümü çözmüş insanoğlu;
Ecel düğümünü var mı çözecek?

187.
Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin
Tekkede, manastırda eremezsin.
Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada
Cennetin, cehennemin üstündesin.

188.
Bu evren her gece ne gömlekler diker!
Kimini gelen, kimini giden giyer.
Her gün nice sevinçlerle dolar dünya,
Nice dertler toprağa karışır gider.

189.
Şarap benlik kaygusu bırakmaz sende
Çözülmedik bir düğüm kalmaz beyninde
İblis bir kadeh şarap içmiş olaydı,
Secdeye yatardı Adem'in önünde

190.
Biz hırkadan sonra küpe gelmişiz;
Kıpkızıl şarapla abdest almışız.
Medresede kaybettiğimiz ömrü
Meyhanede aramaktır işimiz.

191.
Şarabı götürüp döksen bir dağa
Dağ sarhoş olur başlar oynamağa.
Ben ne diye tövbe edecekmişim
İçimi tertemiz eden şaraba?

192.
Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı görünce:
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.

193.
Bu gecenin son gece olması da var:
Emret, gül rengi şarabı getirsinler.
Gafil, bir gittin mi bir daha gelmek yok:
Altın değilsin ki gömüp çıkarsınlar.

194.
Medreseden hayır yok, dinle beni;
Vakıf lokması karartır içini.
Git, bir yıkık yerde yoksulca yaşa:
Orası bir padişah eder seni.

195.
Şarap iç, yıkansın, aydınlansın için;
Bu dünya, öbür dünya silinip gitsin!
Gel ömrün yele gitmeden tadına bak
Cana can katan suyun, ıslak ateşisin.

196.
Kendiliğinden var olmuş sanma beni;
Bu kanlı yola ben sokmadım kendimi;
Bir gerçek varlık beni var etmiş olan;
Yoksa kimdim ben, neredeydim, neydim ki.

197.
Dileğin Tanrı dileği değil ki senin;
Muradına ermeyi nasıl beklersin?
Doğru olan Tanrı' nın dilekleriyse
Yanlış demek senin bütün dileklerin.

198.
Ehil insana canım feda olsun;
Ayağı öpülse öperim onun.
Bir de git ehil olmayanla konuş:
Cehennem ne imiş görmüş olursun.

199.
Evren kırıntısı bu güzelim yıldızlar
Gelir giderler, dünyayı bezer dururlar;
Göklerin eteğinde, toprağın koynunda
Doğdukça doğacak daha neler neler var.

200.
Bir nakıştır varlığımız senin çizdiğin,
Şaşılası neler nelerle bezediğin;
Kendimi düzeltmek benim ne haddime:
Beni potadan böyle döken sensin.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [161-180]

161.
Bir put demiş ki kendine tapana:
Bilir misin niçin taparsın bana?
Sen kendi güzelliğine vurgunsun:
Ben ayna tutar gibiyim sana.

162.
Biz aşka tapanlarız, müslüman değil;
Cılız karıncalarız, Süleyman değil;
Biz eskiler giyen benzi soluklarız:
Pazarda sırma satan bezirgan değil.

163.
Nerdesin? Sana baş kaldırmışım işte;
Karanlık içindeyim, ışığın nerde?
Cenneti ibadetle kazanacaksam
Senin ne cömertliğin kalır bu işde?

164.
Gerçek erenlere güzel çirkin, hepsi bir;
Sevenler için cennet, cehennem, hepsi bir;
Kendini veren ha ipekli giymiş, ha çul;
Yastığı ha pamuk olmuş ha diken, hepsi bir.

165.
Yıllar günler gibi geçti gider;
Nerde o eski dertler, sevinçler?
Belaya aldırmaz aklı olan:
Bu da her şey gibi geçer, der.

166.
Dünyayı allar pullar boyarlar gözünü;
Aklı olan hor görür süsünü püsünü.
Kimler geldi gitti, kimler gelip gidecek:
Al gitmeden alacağını, doyur gönlünü.

167.
Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin
Süzülmüş, tertemiz canı üzümlerin.
Neden şer demişler bu hayırlı suya?
Siz bana bu şerden üç dört kase verin.

168.
Aşk bir beladır, ama Tanrıdan gelme;
Halk neden karşı kor Tanrı emrine?
Bize herşeyi yaptıran kendi madem,
Kulu sorguya çekmenin alemi ne?

169.
Dert de neymiş? O mu bizi ağlatacak?
O mu sevinç bayrağımızı yırtacak?
Gelin, atalım şunu gönül yurdundan:
Yoksa içimizde fitne çıkartacak.

170.
Sensiz camide, namazda işim ne?
Seninle buluşma yerim meyhane.
Benim sevmem de böyle, yüce Tanrı:
İstersen kaldır at cehennemine.

171.
Hep bir çember, dolanıp durduğumuz!
Ne önümüz belli, ne sonumuz.
Kim varsa bilen, çıksın söylesin:
Nerden geldik? Nereye gidiyoruz?

172.
Bizi bizden alan şaraba gönül verdik;
Coşup taştık; yerden kopup göklere erdik.
Tenden bedenden soyunuverdik sonunda
Topraktan gelmiştik, yine toprağa girdik.

173.
Tepemizde dönüp duran gökler
Büyücünün fanusu gibidirler:
Güneş bu fanus içinde lamba,
Biz de gelip geçen görüntüler.

174.
Bir rint gördüm, binmiş dünya denen kır ata;
Aldırmıyor dine, islama, şeriata;
Ne hak dinliyor, ne hakikat, ne marifet:
Gelmiş mi böylesi kahraman kainata?

175.
Kimi gizlenir, kimselere görünmezsin;
Kimi renk renk dünyalarda görünür yüzün
Kendi kendinle sevişmek bu seninki:
Çünkü seyreden sen, seyredilen de sensin.

176.
Yüzümde pırıl pırıl sevinç gördüğün gün,
Nice konakları yıkılmıştır gönlümün.
Dalgıçsan dal gözlerimin denizine, bak:
Dibinde mahzun bir deniz kızı görürsün.

177.
Seni kuru sofraların softası seni!
Seni cehenneme kömür olası seni!
Sen mi Hak' tan rahmet dileyeceksin bana?
Hakka akıl öğretmek senin haddine mi?

178.
Önce kendine gel, sonra meyhaneye;
Kalender ol da gir kalenderhaneye.
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur:
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye.

179.
Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi,
İki yüzlü softaları dinlemek mi?
Sarhoşla aşık cehenneme gidecekse,
Kimselerin göreceği yoktur cenneti.

180.
En büyük söz Kuran bile
Arada bir okunur besmeleyle.
Kadehteyse öyle bir ayet var ki
Okur insan her zaman, her yerde.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [141-160]

141
İnsan çeker çeker de sonra hür olur;
İnci sedef zindanlarda yuğrulur.
Paran pulun yoksa bugün, sağlık olsun:
Bugün boş duran kadeh yarın doludur.

142
Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti;
Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi.
Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş?
Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti?

143
Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeğe,
Altınları gümüşleriyle övünmeğe.
Tam işleri dilediği düzene girer:
Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.

144
Can verinceye dek bu çorak yerde
Dertten başka ne geçer ki eline?
Ne mutlu çabuk gidene dünyadan;
Hele bu dünyaya hiç gelmeyene!

145
Yerleri yapmış, gökleri kurmuşsun ama,
Sensin bunca gönülleri yakıp yıkan da.
Ne kızıl dudakları, ne altın saçları
Altmışın süprüntüler gibi kara toprağa.

146
Dostum, olan olmuş, vahlanma boşuna;
Dünyayı kara zindan etme başına.
Yaşamana bak, elinden tek gelen bu:
Olacakları danışan var mı sana?

147
Sevgilim, ömrü derdim gibi bitmeyesi,
Bu sabah bütün cömertliği üstündeydi.
Bir göz atıverdi bana geçip giderken:
İyilik et denize at mı demek istedi?

148
Gül de şarab da bilene güzel gelir;
Sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir?
Cebi boş gönlü dolu olmayan kişi
Her şeyden geçmenin tadını ne bilir?

149
Yapma diyorsun; yapmamak elimde mi?
Sen al demişin; nasıl çekerim eimi?
Hem yap hem yapma demek seninki bana
İnsaf: Kadeh devrilir de dolu kalır mı?

150
Bu dünya iki kapılı bir han,
Girdi mi dertlere düşer insan.
Tanınmadan yaşamak en iyisi:
Elinde olsa da hiç doğmasan.

151
Kim görmüş o cenneti, cehennemi?
Kim gitmiş de getirmiş haberini?
Kimselerin bilmediği bir dünya
Özlenmeye, korkulmaya değer mi?

152
Ne mutlu adı sanı bilinmeyene;
İpeklere, kürklere bürünmeyene;
Anka gibi iki dünyadan da geçip
Bu viranede baykuşa dönmeyene.

153
Yok olmamış varlık var mı bir tek?
Herşey bir gün, dağılıp gidecek.
Öyleyse vara yoğa ne bakarsın?
En iyisi yoku var, varı yok bilmek.

154
Sevgili, bir başka güzelsin bugün;
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün.
Güzeller bayram günleri süslenir:
Seninse bayramları süsler yüzün.

155
Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik;
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik.
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik.

156
Kendimden geçtikçe gelirim kendime,
Alçalırım çıktıkça yüksek yerlere.
En garibi, içmeden sarhoşum da ben,
Ayılırım her kadehi devirdikçe.

157
Ben içerim, ama sarhoşluk etmem:
Kadehten başka şeye el uzatmam.
Şaraba taparmışım, evet, taparım:
Ama senin gibi kendime tapmam.

158
Şeyh fahişeye demiş ki: - Utanmaz kadın;
Her gün sarhoşsun, onun bunun kucağındasın.
Doğru, demiş fahişe, ben öyleyim; ya sen?
Sen bakalım şu göründüğün adam mısın?

159
Dün gece usul boylu sevgilim ve ben,
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken;
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda;
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden.

160
Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk;
Düşle gerçeğin arası bir tek soluk.
Aldığın her soluğun değerini bil
Bütün yaşamak macerası bir tek soluk.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [121-140]

121.
Bir testici gördüm, çamur içindeydi:
Ayağı çarkında, elinde bir testi;
Testinin başında bir yoksulun ayağı
Kulpunda bir padişahın kellesi.

122.
Bir testi aldım çarşıdan ucuza;
Gizli gizli neler anlattı bana;
Bir şahdım, dedi; altın kupam vardı;
Şimdi neyim? Testi oldum şaraba.

123.
Bilmem, ne sayar durursun bir, iki;
Ha bir olmuş, ha yüz bin fark etmez ki
Çal sazını, sonun bir avuç toprak,
Şarap ver, bir esip gitmedir bizimki.

124.
Kambur Felek, sen ne konaklar yıka geldin;
Kin beslersin bize, zulüm eski adetin.
Şu kara toprağın göğsünü bir yarsalar,
Ne inciler yatar içinde bilir misin?

125.
Yoksul, dertli gönlüm arar sevgilisini;
Aklı gelmez başına, yer kendi kendini.
Bana sevgi şarabını sundukları gün
Kana boyamışlar varlık kadehimi.

126.
Ha Belh'te ölmüşsün, ha Bağdat'ta hepsi bir;
Kadeh doldu mu, acı da olsa içilir.
Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz;
Sensiz daha çok ayların ondördü gelir.

127.
Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak;
Elimin özlediği kadehi kavramak.
Her zerrem nasibini almalı dünyadan
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak.

128.
Behram' ın şarap içtiği orman köşkünde
Bir tilki yavrulamış, bir ceylan keyfinde.
Ömrünce yaban eşeği avlamış Behram:
Mezar da Behram' ı avlamış günün birinde.

129.
Ben bıyıkları süpürge etmişim meyhanede:
Hayırmış, şermiş bırakmışım ikisini de.
İki dünyayı karpuz gibi önüme koysalar
Ne birine metelik veririm, ne ötekine.

130.
Padişah ol, yokluk halkasına gir de;
Yıkan, kirin pasın kalmasın gönülde.
Meyhaneye ermeğe gelince biri
Kendini bil de ne yaparsan yap de.

131
Toprakla karışıp bulanmamış bir can
Sana konuk geldi bir temiz dünyadan.
Otur, bir kadeh şarap iç kendisiyle,
Sana iyi geceler deyip kaçmadan.

132
Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde;
Ne yazık, çeşmeler cimrilerin elinde.
O canım Türk güzeli kömür gözleriyle,
Çaylakların, uğruların, eğrilerin elinde.

133
Dünyaya geldiler, coşup taştılar;
Güldüler, eğlendiler, anlaştılar;
Bir kadehte sızıverdiler bir gün
Ölüm uykusunda kucaklaştılar.

134
Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı,
Şarap ne zaman çoşturur içenleri?
Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe,
Bir de cuma, cumartesi günleri.

135
Yaşamak elindeyken bugüne bugün,
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün?
Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar;
Kadrini bilmeğe bak avucundaki ömrün.

136
Toprak olup gitmişlere sorarsan
Ha gavur olmuşsun ha müslüman.
Kimler bu dünyada eğlenmemişse
Ötekinde yalnız onlar pişman

137
Ey garip kuş! Bu yıldızlar darı sana;
Elest günü canı sen verdin insana.
Dünyayı gören büyülü bir kadeh varmış:
O kadeh sende, başka yerde arama.

138
Bu zamanda az dostun oldun, daha iyi.
Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli.
Can gözünü açınca görüyor ki insan
En büyük düşmanıymış en çok güvendiği.

139
Feleği döndürebilir misin muradınca?
Ne çıkar gök yedi kat değil sekiz katsa?
Er geç toprağa karışıp gidecek gövdeni
Ha ovada kurt yemiş, ha mezarda karınca.

140
Bak, gül yeşiller, sevinçler içinde;
Arar bulamazsın gelecek perşembe.
İç şarabını, gül kokla, yeşil topla:
Toprak oluvermeden gül de yeşil de.

Share/Save/Bookmark

Rubailer [101 - 120 ]

101.
Felek, delik deşik ediyorsun yüreğimi;
Yırtıyorsun ikide bir sevinç gömleğimi,
Esen yelleri ateş ediyorsun bana;
Çamura çeviriyorsun içeceğimi.

102.
Haram, acı, kötü derler canım şaraba:
Oysa ne hoş şey, hele bir güzel sunarsa;
İçin bakın; hem doğrusunu isterseni,
Haram dedikleri her şey hoş galiba!

103.
Dedim ben artık kızıl şarabı içmem;
Üzümün kanıymışbu, ben kan dökmek istemem.
Gün görmüş aklım şaşırdı: Sahi mi? dedi;
Yok canım, şaka, ben nasıl içmem!

104.
Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin;
Erenlerin dilini de söktüremezsin;
İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı:
Öbür cennette ya girer, ya giremezsin.

105.
Bulut geldi; lalede bir renk bir renk!
Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek.
Şu seyrettiğin serin yeşillikler
Yarın senin toprağında bitecek.

106.
İki batman şarap, bir buğday ekmeği;
Bir koyun budu, bir de ay yüzlü sevgili;
Daha ne istenir bilmem şu dünyada:
Padişah daha iyisini bulabilir mi?

107.
Dünyaları değişmem kızıl şaraba;
ay da ondan sönük; çoban yıldızı da.
Şarap satanların aklına şaşarım:
Ondan iyi ne var alınacak dünyada?

108.
İnsan son nefese hazır gerekmiş:
Nasıl ölürse öyle dirilecekmiş.
Biz her an şarap ve sevgiliyleyiz:
Böylece dirilirsek işimiz iş.

109.
Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik;
Bildiklerimizle övündük, eğlendik.
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra?
Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik.

110.
Hayyam bilgelik çadırları dokudu;
Sonra dert potasında yandı kül oldu.
Bir pula satıldı kader çarşısında,
Ölüm celladı geldi, boynunu vurdu.

112.
Dostum, gel yarına kanmayalım biz;
Günümüzü gün edelim ikimiz.
Yarın çekip gettik mi şu konaktan
Yedi bin yıl önce gidenlerleyiz.

113.
Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;
Derede akan su, ovada esen yel gibi.
İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok:
Daha gelmemiş gün bir, geçmiş gün iki.

114.
Tanrı, her an sevdiğinin kapısında ol;
Bu dünyadan o dünyadan bana ne!
Gönlüm ter gibi çıkıp bedenimden
Karıştı varlığın denizlerine.

115.
Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe:
Koy canını ortaya, soyulursan soyul.

116.
Sarhoş oldum mu aklım azalır;
Ayıldım mı sevincim dağılır.
Ne sarhoş, ne ayık bir hal var ya?
En güzeli öyle yaşamaktır.

117.
Sevgili, sırlarına eren gönül nerde?
Sözlerinin tekini duyan kulak nerde?
Gece gündüz serilirsin de karşımıza:
Yüzünü bir kez gören mutlu göz nerde?

118.
Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da yaşa.

119.
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?
Bırak öyleyse iki dünyayı birden:
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!

120.
Dün özledim de seni coştum birden bire;
Çıktım senin yerin dedikleri göklere.
Bir ses yükseldi ta yukarıda, yıldızlardan:
Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende!

Share/Save/Bookmark